Cumhurbaşkanı ve AKP genel başkanı Tayyip Erdoğan 5 Haziran 2018’de, Zonguldak’taki maden işçileriyle yaptığı iftardan sonraki açıklamalarında Selahattin Demirtaş’a yine terörist demiş. Muharrem İnce’yi Edirne’deki “teröristi” ziyaretle suçlamış ve halkın ona gereken dersi vereceğini söylemişti. 12 Haziran’da da Eskişehir’de bu sefer Demirtaş’tan terörist başı olarak bahsetmiş.

Her fırsatta zaten bu suçlamayı getiriyor.

Almanya'nın Hamburg kentinde 8 Temmuz 2017’de gerçekleşen G20 Zirvesi'nde de BBC ile yaptığı röportaj sırasında aynı söylemde bulunmuştu.

Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.” diyen Anayasa’nın 38/4. maddesine,Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.” diyen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne, “Kendisine bir suç yüklenen herkes, savunması için gerekli olan tüm güvencelerin tanındığı açık bir yargılama sonunda, yasaya göre suçlu olduğu saptanmadıkça, suçsuz sayılır.” diyen İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ne aykırı davranan Cumhurbaşkanının ve devlete egemen çevrelerin bu söylemi hem hukuk ve yasadışıdır hem de hukuk ve yasa ile bağlı oldukları bir alanda siyaset yapmak zorunda olduklarından, bu sözü verdiklerinden siyasi ahlakla bağdaşmamaktadır. Yani Erdoğan ve yandaşlarının bir kez daha anayasayı ihlal etmekte ve yasadışı davranmakta olduğunu söylemek mümkündür.

Ancak tersinden bunu ezilenlerin, muhaliflerin yapması yani Erdoğan’ı ve egemenleri “terörist” olarak suçlaması ise meşrudur. Böylesi bir söylemi muhaliflerin kullanması haktır ve yukarıdaki iddia karşısında çelişki oluşturmaz.

Ama önce terör kavramına kısaca değinmek istiyorum.

TERÖR VE TERÖRİST

Terör; yıldırma, korkutma anlamına gelmekte. Yani hedefe gidilen yolda korkutma, yıldırma amacıyla kullanılan faaliyetler için kullanılan bir tanımlama ve esasen bir amaç değil araç. Terör, fiziki ya da ruhsal şiddet ya da şiddet tehdidini içeriyor.

Yani terör bir amaç olmadığı, amaca giden yolda kullanılan bir yöntem olduğu için bir kişi ya da grubu bu araçla tanımlamanın anlamlı bir yanı yok. Demir Küçükaydın’ın belirttiği gibi: “Bütün örgütler ya da kişiler kendi amaçları ile tanımlanırlar, “komünist”, “Nasyonalist” (milliyetçi), “İslamcı”, “Atatürkçü”, “Faşist” vs. gibi. Terör, bir politik amaca ulaşmak için kullanılan bir araçtır. Amacın kendisiyle yıldırmayı (Terör) bir araç olarak kullanma arasında hiçbir doğrudan ilişki yoktur.

Dolayısıyla politik olarak “Terörist örgüt” olmaz. Çünkü Terörün kendisi kendi başına bir amaç değildir. Politikanın veya politik hedeflerin bir aracıdır. Hiçbir örgüt ya da siyasi akım kullandığı araçlarla tanımlanmaz. Örneğin, sadece seçimi kullanmak için kurulmuş siyasi partilere “Seçim örgütü”, “seçimci” denmez. O halde, hiçbir örgüte politik olarak “terör örgütü” veya “terörist” denemez. Bu en azından “politik doğruluk” ile bir arada bulunamaz.”

Bir başka ifade ile sağlıklı hiçbir kişi ve örgüt için hayatın anlamı sadece ve sadece yıldırma, korkutma olamaz. (Ruh hastası bazı kişiler belki sadece başkalarını korkutmaktan, yıldırmaktan tatmin olabilirler, ama böylesi insanların kurmuş olduğu bir örgüt bugüne kadar görülmedi). Korkutma ve yıldırma, amaca giden yolda en sağdan en sola kadar birçok örgüt tarafından kullanılıyor. Ülke içinden örnek vermek gerekirse PKK de, terörü, bir yöntem olarak amacına giden yolda kullanmaktadır. Devlet de aynı şekilde terör yöntemine başvurmaktadır. Bu noktada devlet terörü ve devrimci terör ayrımı da yapılmaktadır.

Kimi kişiler için sorun kullanılan araç (bu durumda terör) değil bu örgütlerin, devletlerin amacıdır. Kimi kişi ve çevreler de bizzat teröre karşı çıkmakta, terörün her pahasına olursa olsun, devletler ya da örgütler tarafından bir araç olarak kullanılmaması gereğini savunmaktadırlar. Konu bu olmadığı için daha fazla ayrıntıya girmeye ve yazıyı uzatmaya gerek olmadığını düşünüyorum.

Terörist ve terör kavramları yukarıda belirttiğim gibi, esas olarak yıldırma ve korkutma yöntemlerini savunanlar açısından, gerçek anlamıyla olumsuz olarak kabul edilmemektedir. Ama yaşadığımız dönemde, bu kavram asıl içeriğinden koparılarak tamamen kötücül bir niteliğe büründürülmekte, bununla suçlananların, insani hiçbir değer ve amacı olmayan, şiddet uygulayarak insanlara ve insanlığa zarar veren insanlar, hatta insan dışı varlıklar olduğu kabul ettirilmek istenmektedir.

Aslında bir kişi ya da örgütü “terörist” diye tanımlamak hatalıdır. Sadece terör yöntemlerini kullanmakla suçlanabilir, eleştirilebilir ya da nitelendirilebilir.

Bu anlamıyla tırnak içinde kullanacağım bu kavramların başta cumhurbaşkanı olmak üzere devlete egemen olan çevreler tarafından dile getirilmesi siyasi ve sosyolojik olarak sorunlu, siyaset ahlakına aykırı olduğu gibi kendileri için yasadışı ve yasaktır.

YARGI KARARLARI

Siyasi ve sosyolojik alanı bir tarafa bırakıp ahlaki ve yasal boyutu tartıştığımızda görüşüme göre yargı kararı olmadan bir kişinin asla “terörist” olarak suçlanamayacağı görüşüne ise katılmıyorum. Bence yargı kararı olmadan da bir kişi, kimi hallerde “terörist” olarak suçlanabilir. Yukarıda iki cümle ile buna değinmiştim.

Çünkü yargı ülkemizde ve dünyada egemenlerden, devletlerden bağımsız, güvenilir ve adil değildir. Yargıçlar, hatta jüriler toplumu cendere altına alan, tehdit ve terör yöntemlerini uygulayan yönetici azınlığın baskısı altında kararlarını veriyor. Özellikle siyasi içerikli davalarda mahkeme kararlarının büyük çoğunluğu adalet ve hukuk ilkelerine göre değil, egemenlerin tercihlerine, dayatmalarına göre alınıyor. Birçok insanlık suçu böylesi yargının bile önüne getirilmiyor.

Bu koşullar altında daha yargı önüne bile getirilmemiş, getirilmesi de kolay kolay mümkün olmayan hak ihlalcisi egemenler ve onların memurları hakkında suçlama yöneltmemiz için mahkeme kararlarının bizlere dayatılması ne kadar gerçekçi, dürüst bir tutum olabilir.

Örneğin hakkında bir yargı kararı olmamasına rağmen Kenan Evren pekâlâ bugün egemen çevrelerin kullandığı anlamıyla “terörist” olarak suçlanabilir.

12 Eylül gibi yüzbinlerce insanın işkence gördüğü, binlerce insanın işkence, yargısız infaz, idam, intihara sürükleme gibi nedenlerle öldürüldüğü bir dönemin sorumlusuna “terörist” demek için yargı kararına ihtiyacımız yok.

Hitler için de bir yargı kararı olmadığını hatırlatmak gerekir.

Ya da günümüzde İsrail’in katliamcı, işkenceci siyasetçileri, ABD’nin Ortadoğu’yu kana bulayan başkanları, bakanları, sorumlu diğer politikacıları için de aynısı geçerli olmalıdır. Buna Avrupa’daki şiddet ve savaş yanlısı politikacıları da eklemek gerekir.

Bir milyon Iraklının ölümden sorumlu George Bush’a ya da Tony Blair’e “terörist” diyemeyecek miyiz?

Hiçbiri hakkında yargı kararı yok ama bu kişiler haksız yere, halkları sömürmek için şiddet uygulamakta, can almakta, işkence yapmaktadır.

Hukukun tüm vatandaşlara eşit davranmadığı, yargının zorla, baskıyla, tehditle, doldurulan yandaş kadrolarla teslim alındığı bir dönemde muhaliflerden, ezilenlerden, egemenlere suçlama yöneltmek için yargı kararlarını beklemelerinin istenmesi ne akılcı ne de gerçekçidir.

DİRENME HAKKI VE SİVİL İTAATSİZLİK

Bu durumda devletin, egemen düzenin mağduru olanların ya da onlar adına politika yapanların yargı kararı olmaksızın baskı politikalarını uygulayanları eleştirmesi, suçlaması düşünce ve ifade özgürlüğüdür, zulme karşı direniş yöntemlerinden biridir, sivil itaatsizliktir. Onların ifadesinin yasa ile engellenmesi kabul edilemez.

Muhaliflerin, ezilenlerin yargı kararı olmadan egemenleri, zulmedenleri “terörist”likle ya da insan hakları ihlallerini ifade etmek için kullanılan başka kavramlarla suçlaması, Türkiye için söylemek gerekirse, Anayasa 38/4 maddesi karşısında yasadışıdır. Ancak yasaya bu şekilde karşı çıkış muhalifler açısından meşrudur, sivil itaatsizlik anlamını taşımaktadır.

Yasaların hukuku ve hakları yok etmek için kullanıldığı bir ortamda bu amaçla kullanılan yasalara karşı çıkış İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde de kabul edilen direnme hakkının bir gereğidir, demokrasi mücadelesinde meşru, ilerici, etkili, barışçıl bir araç olan sivil itaatsizliktir.

Ama Erdoğan’ın ya da devletin gücünü ellerinde bulunduranların yasaları çiğneme hakkı yoktur. Onların yasadışı davranması gayrimeşrudur. Onlar yasalara uyacaklarına, ülkeyi yasalarla yöneteceklerine söz vermişler, bunun için yemin etmişlerdir. Yasalar öncelikle ve her koşulda onu yapanları, onun gücünü kullananları bağlamaktadır. Hiçbir şey adına devlet gücünü elinde bulunduranlar yasaları ihlal edemezler. Beğenmiyorlarsa yasaları değiştirme gücü ve imkanı ellerindedir. Sivil itaatsizlik ya da direniş hakkı sivillere, yani devlet gücünü elinde bulundurmayan, ondan mağdur olanlara aittir. Erdoğan sivil değildir ve bu itaatsizlik hakkından faydalanması söz konusu olamaz. O ve devletin gücünü elinde tutanlar “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.” ilkesine uymak zorundadırlar. Bir cumhurbaşkanının, başbakanın, bakanın, vs. bir vatandaşı hakkında yargı kararı olmadan onu suçlu ilan etmesi düşünce özgürlüğü ve sivil itaatsizlik sınırları içinde kabul edilemez. Devletin ya da devlet görevlilerinin bir kişiyi “terörist”, suçlu ilan etmesi ancak yargı kararıyla mümkün olabilir.

Ancak bizler, yani siviller Erdoğan’ı ya da devletin gücünü elinde bulunduranları, devlet gücünü kullanarak zulmedenleri yasaya rağmen ve mahkeme kararı olmadan “terörist” ya da farklı hak ihlalcisi olarak eleştirebilir, suçlayabiliriz.

Bu noktada benim görüşüme göre Erdoğan pratikte kullanılan biçimiyle tırnak içinde bir teröristtir ve bunu söylemem bir haktır, meşrudur. Diğer siviller de o ve aynı gücü kullananlar, ondan faydalananlar için böylesi bir ithamda bulunma hakkına sahiptirler. Bu sivil itaatsizliktir, AİHM kararlarına göre de düşünce özgürlüğü kapsamındadır.

Erdoğan ise Demirtaş ya da başka kişiler için bir yargı kararı olmadan (kaldı ki yargı kararları da bu tarihsel anda çoğunlukla hiç de adil ve meşru değildir), özellikle de yargı süreçleri devam ederken bu sıfatları kullanamaz. O Anayasa ve yasalarla bağlıdır.

Tabii ki ortada teorik olarak bir zorunluluk bulunmaktadır. Pratikte anayasa ve yasaların en büyük ihlalcisi bu iktidar haline gelmiştir. Bu nedenle hak, hukuk, adalet bir yana yasalara uygun bir devlet yönetimi için Türkiye’nin böylesi bir iktidara artık tahammülü mümkün değildir.