Genç bir kadın gazeteci olan Melis Alphan'ın 2 gündür sosyal medyada linç edilmeye çalışılmasına hatta tehditler almasına sebep olan şey; Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu tarafından yapılmış olan "Türkiye'deki ensest vakaları" ile ilgili bir araştırma. Dernek bu araştırmayı basına açıklamaması konusunda başta Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere pek çok kurumdan baskı görmüş ve bu güne kadar iller bazında rakamlar içeren bu araştırma halen açıklanabilmiş değil.

Melis Alphan da bu baskılardan çekinerek yalnızca genel bir oran paylaşmış bizlerle: %40.

Araştırma hala gizli olduğu için ayrıntıları bilemiyoruz elbette ama tahminimce bu rakam yakın akraba evliliklerinden çok, aile içinde taciz ve tecavüze uğrayan kadınlar ve çocukları; özellikle de kız çocuklarını işaret ediyor.

Araştırmanın açıklanmasından bu denli korkulmasının sebebi de doğal olarak bu dehşet verici rakam ve bunun ne yazık ki tek bir açıklaması var: Çocuklarımızı koruyamıyoruz. Kendimizden bile!

Gerçeklerden kaçmak, onları görmezden gelmeye çalışmak bugüne dek hiçbir sorunun çözülmesine yardımcı olmamıştır. Bu nedenle tek çaremiz bu durumun üzerine cesaretle gitmek.

Ensest; yani aile içi cinsel ilişkinin çarpıklık olarak nitelendirilmesi yalnızca insana özgü bir yaklaşım. Hayvanların çoğu için böyle bir kavram söz konusu değil. Bu konuda yapılmış resmi bir araştırma yok ancak neredeyse tüm hayvan türleri kendi kardeşleri ile bile çiftleşiyorlar.

İnsan da evriminin ilk dönemlerinde benzer deneyimler yaşamıştı. Özellikle avcılık ve toplayıcılıkla geçirilen ve bu nedenle küçük gruplar halinde yaşanılan dönemde ensest, bir anlamda kaçınılmaz bir eylemdi. Dost mu düşman mı olduğu kolay kolay belirlenemeyen farklı kabilelerle iletişimin son derece sınırlı ve dahası tehlikeli olduğu bu dönemde neredeyse bütün kabile üyeleri birbirleriyle akrabaydı.

Ensestin kötü, çirkin, dahası türün devamını tehdit edecek düzeyde bir risk olarak görülmesini sağlayan şey ise bilimdir. Evet, ilkel insanda bugün bizim sahip olduğumuz kadar büyük ve işlevsel bir beyin yoktu ama özellikle aynı anne-babadan olan kardeşlerin birleşmelerinden doğan çocukların çoğunlukla yaşayamayacak denli sakat olarak doğduğunu tespit edebilmişlerdi. Çocuğun, doğaya daha uyumlu olabilmesi için; mümkün olabildiğince farklı genetik özellikleri bir arada taşıması gerekmektedir. Birbirine yakın genetik kökenler; hastalıkların ve sakatlıkların taşınıp, gelecek nesillere aktarılması açısından çok büyük bir tehlike oluşturmaktadır.

Bu nedenle insan tarım toplumuna geçişle birlikte büyüyüp kalabalıklaşan yerleşkelerde kendinden mümkün olduğunca farklı ve genetik olarak uzak eşleri seçmeye başladı. Binlerce yıl süren bu farklı olanı seçme işlemi artık genetik bir kod olarak genlerimize işlenmişti ve biz farkında bile olmadan (daha sağlıklı, çevreye daha iyi uyum sağlayabilecek çocuklara sahip olmak için) kendi genetik yapımıza en uzak olan karşı cinsten bireyi arzulamaya başlamıştık.

Bugün yeryüzündeki toplulukların tamamında bu alışkanlık yerleşmiştir ve ensest binlerce yıldan beri kaçınılması gereken bir davranış ve iğrenç bir tutum olarak görülmektedir. İnsan topluluklarının gelenekleri doğal olarak dini söylemleri de etkilemiş ve ülkemizde yaygın olan İslâm inancı da birinci derece akrabalar arasındaki cinsel ilişkiyi haram olarak nitelendirmiştir.

Peki dinin yasaklaması bu çirkin davranışın önüne geçmek için yeterli mi? Elbette ki değil çünkü cinayet ve hırsızlık da dinen yasak olmasına rağmen hemen her gün bu eylemlerin gerçekleştirildiğine tanık oluyoruz. Cinayete bile engel olamayan din, ensesti nasıl engellesin?

Ülkemiz için daha tehlikeli olan durum ise; dinin bu konuda engelleyici değil, tam aksine enseste zemin oluşturacak bir algı içinde uygulanıyor oluşudur. Dini söylemlerin giderek daha fazla kullanılarak bilimin baskılanmaya çalışılması aşağıdaki gibi bir zincir reaksiyonuna sebebiyet vermektedir.

* Bilimin baskılanması-bilimsel eğitimden uzaklaşmayı
* Bilimsel eğitimden uzaklaşmak-eğitim ve öğretimde eşitlik ilkesinin bozulmasını
* Eğitimde eşitliğin bozulması-erkek ve kız çocuklarının birlikte okuyamamasını ve daha kötüsü kızların okuldan giderek uzaklaşmasını
* Kızların ve erkeklerin ayrı sınıflarda, ayrı okullarda okuması karşı cinslerin birbirleriyle iletişim kurma imkanlarının ortadan kalkmasını
* Okulda ve daha sonraki sosyal hayatında karşı cinsle iletişim kurma sorunu yaşayan erkeklerin, cinsel güdülerini aile içindeki kadın bireylere yöneltmesini tetikliyor.

Yani kadını toplumdan soyutlamak, onu evin içine hapsederek özgürlüğünü elinden almak ensestin en büyük sebebi. Dini söylemlerle yönetilen toplumların; binlerce yıldır terkedilmeye çalışılan bu çirkin tabuya modern ülkelerden binlerce kat fazla maruz kalmalarının temel nedeni de bu işte. Bilimsel düşünceden uzaklaşmak.

Din, kendince ensesti yasaklarken aslında kadınların ve daha korkuncu kız çocuklarının tacizine giden yolun taşlarını kendi elleriyle döşüyor. Ensest rezaletiyle başa çıkabilmenin tek yolu bilimsel eğitim olduğu için de Diyanet İşleri Başkanlığı bu sorunu görmek istemiyor ve bu konudaki istatistiklere gözlerini kapıyor. Başta da söylediğimiz gibi: sorunları görmezden gelmek onları yok etmez, tam tersine daha da içinden çıkılamaz bir hale sokar.

Burada çok daha önemli, ahlâkî hatta hukuki bir soruna da değinmeden geçemeyiz. Cinsellik, kadın ve erkek arasında karşılıklı istek sonucu yaşanan bir eylemdir. Dolayısıyla ilişki ensest bir ilişki dahi olsa, iki tarafın rızası gerekmektedir. Ancak iğrendirici bir davranış söz konusu olunca ve bu eylem için taraflardan birinin; çoğunlukla da kadının rızası olmayınca ensest vakaları büyük bir çoğunlukla tecavüz şeklinde cereyan etmektedir.

İnsan beyninin enseste yönelmemesi açısından evrim tarafından binlerce yıldır kodlandığını söylemiştik. Bu kodlamayı kırmak için de ciddi anlamda bir psikolojik bozunma ve ruhsal bir çöküntü içinde olmak gerektiği aşikar. Kapalı toplumsal yapı nedeniyle karşı cinsle iletişim kurma şansı bulamayan erkeğin; cinsel güdülerini yakın akraba olan kadınlara ve kız çocuklarına yöneltmesine neden olan şey de işte bu psikolojik bozunma. Kapalı toplumsal yapı; aynı zamanda bu iğrenç durumla karşı karşıya gelen kadınların ve kız çocuklarının, yaşanılan tecavüzlere karşı çıkamamalarının ve çoğunlukla sessiz kalmalarının da sebebi.

Dolayısıyla ahlaki çöküntünün en korkunç boyutu ve hukuki olarak da en ağır şekilde cezalandırılması gereken çocuk tecavüzleri hasıraltı edilmeye, yokmuş ve hiç olmamış gibi gösterilmeye çalışılıyor.

Üçüncü ve son kez tekrar edelim. Sorunları görmezden gelmek, yokmuş gibi davranmak onların çözümüne asla yardımcı olmaz. Toplumların ruhen ve bedenen tek kurtuluş yolu; bilimin ışığında gerçekleştirilen eğitimdir.