Elma

Elma güzel bir meyvedir. Hoş kokuludur. Çocukluğumda elma kokardı bazı bahçeler. Bazı şehirler, hatta insanlar bile elma kokardı.

Elma şiirlerde bir imgedir. Mesela Nazım Hikmet şöyle demiş; “Yani sen elmayı seviyorsun diye / Elmanın da seni sevmesi şart mı?”, başkaca şiirler de var. İlhan Berk, Turgut Uyar, Edip Cansever, Birhan Keskin, İsmet Özel, Ahmet Telli, Shakespeare bile içinde elma gecen şiir yazmıştır. Muhtemelen başka da vardır, ben bilmiyorum.

Elma ilk günahtır. Havva ile Adem arasında…

Elmanın Türk mü, Türk olduğu söylenir. İlk Ortaasya’da yetişmiştir. Öyle diyen de var, Amasya diyen de var. Tabi bence elma Niğdelidir. Bilen bilir Niğde’nin elma bahçelerini. Dünyada 1000 çeşit elmadan bahsedilir. Çin’in yıllık elma üretimi 27.507.000 tondur. Ne büyük bir rakam.

Bir marka var, ısırılmış elma logolu. Ekşi Elmalar, bir filmin adıdır. Elmalı nargile tütünü yaygındır, elma desem çık gibi manili oyunlarımız var ve başkaca şeyler… Neyse uzatmayalım. Elma mühim bir şeydir.

Elma kokulu hardal gazı…

Halepçe'de kimyasal silahla ölenlerin son hissettikleri duyumsadıkları şeymiş.

16 Mart 1988'de Saddam Hüseyin’e ait sekiz uçak, Halepçe’ye elma kokulu hardal gazı bırakır. Halepçe ortalama bir şehir. İran’a komşu. Çoluk, çocuk, kadın, erkek beş bin kişi ölür. Sonrasında onbinlerce sakat ve hasta… İstatistik rakamlar işte… Ne kolay söylüyoruz.

Bu bir soykırımdır. Irak Yüksek Ceza Mahkemesi 1 Mart 2010 tarihinde soykırım eylemi olarak Halepçe Katliamı'nı tanır. Sonra da başka başka ülkeler…

Kara Tahta ve Kurbağalar Uçar filmlerini izlerseniz bu ağır yakın tarih hadisesinin boyutunu görürsünüz.

Roza

Bir üniversitesinin misafir öğrenci katında, hep tek başına dolanırken görürdüm onu. Bir de sigara içilen o soğuk bahçede karşılaşırdık…

Sigarayı bırakmanın faydaları üstüne birbirimize nutuk çekerken, birisi hepimize birer sarma sigara ikram etti. Roza ilk çektiği dumanda, öksürüğe boğuldu. Bir köşeye çekildi, kıvrandı, inledi, kıvrandı…

Korktuk hepimiz. Sigara ikram eden ise bir şaşkınlıkla, tütünün tadı güzel olsun diye içine elma kabuğu koyduğunu söyledi.

Meğer elmaya alerjisi varmış. Elmaya alerjisi olmak, ne garip bir şey!

Roza daha sonra anlattı. Hayatında elma yemediğini ve elma kokusuna alerjisinin olduğunu.

Roza kim mi?

İranlı bir Kürt. Sessiz, ürkek ben yaşlarda bir kadın. Hikayesini dinledim. “Şükür Allahım” dedim, “bin şükür”. 43 yaşımdayım ve anlattığı şeylerin yüzde birini yaşamamışım. Annesi Halepçe soykırımından sonra ölmüş. Uzun süre bu kimyasal gaz illetinin sebep olduğu hastalıkla uğraşmış.

Roza sessiz ve ürkek, ben yaşlarda bir kadın. Bir hayalet gibi dolaşır hep. Mehmet Uzun sever, Civan Haco dinler ve çok sigara içer. Hikayesi var. Acıları var. Zaten yüzünde hepsi görünüyor. Daha güldüğünü görmedim. Bakalım, güler belki bir ara, o zaman yüzünün nasıl değiştiğini öğrenirim.

Bir Yitik Aşk

Her pazartesi Roza’nın yanına, bizim Yeşilçam oyuncularından Arif Erkiner’e benzeyen bir adam gelir. Birlikte öğle yemeği yerler. Bazen öğleden sonraki derslere gelmez…

Bir gün sordum. Kim bu amca?

Babam olabilirdi. Biyolojik babam değil. Fakat babam işte. Öyle dedi.

Anlattı hikâyesini…

Roza, Komala gerillası bir kadının kızıdır. Üstelik cezaevinde doğmuş. Annesi şiir gibi bir kadınmış. Uğruna şiirler yazılan. O anlatırken aklıma Tomris Uyar’ın gençlik resimleri geldi.

Komala, İran Kürtlerinin kurduğu bir partidir.

Roza’nın annesi, bu yaşlı adamın çocukluk aşkıymış. Hatta uzun süre birlikte yaşamışlar. Onların hayatı, iki devrimcinin zor hayatı. Yeraltında geçen uzun yıllar, cezaevi, sürgün derken kaybetmişler birbirini. Roza’nın annesi kısa bir süre başka bir adamla evlenmiş. Roza dünyaya gelmiş. Sonra evlendiği adam ölmüş. Roza’nın annesi Halepçe’ye atılan gazdan hastalıkla boğuşa boğuşa ölmüş.

Roza bu dünyada bir başına kalmış. İran, Kuzey Irak, İstanbul ve Dünya. Yıllar sonra bu yaşlı adam bulmuş Roza’yı… Adam hiç evlenmemiş. Roza’nın annesini hep sevmiş. Roza’yı da kızı olarak görmüş. Bir kızı olsaydı zaten Roza gibi olurdu.

Yaş geçmiş, hayat geçmiş, bugüne gelinmiş…

Bugün Halepçe Soykırımın 30. yıldönümü. Sanırım bu hikaye ile Halepçeyi anımsamak anlamlı olacak.

Bir gün mutlaka, mazlum doğu coğrafyasına, doğu halklarına demokrasi gelecek. O zaman işte o zaman Mustafa Özenç’in dediği gibi;

“Adımın yazıldığı taş bile yok olsa

Kalmamış da olsa bu dünyada mezarım

Hatırlayıp tek canlı gelmese de başucuma

O müjdeyi ben doğadan alacağım.

Nasırlı ellerle yaratılan o görkemli bayrama

Hiç kimse fark etmeden ben de katılacağım.”