Marmara Üniversitesi İngilizce İktisat  Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, Mayıs ayından bu yana Türk Lirası’nın (TL) yüzde 30 oranında değer kaybetmesi ve döviz kurlarındaki artışın nedenlerini, mevcut ekonomik tablonun halka tesiri ve siyasi sonuçlarını bianet’ten Ekin Karaca'ya değerlendirdi.

Resmen ilan edilmese de ekonomik kriz içinde olduğumuzun rahatlıkla söylenebileceğini belirten Kozanoğlu, bunu dört nedene bağlıyor:

* Türkiye ekonomisi çok ciddi yapısal sıkıntılarla karşı karşıya,

* ABD Merkez Bankası (FED) Başkanı Ben Bernanke’nin 26 Mayıs'ta tahvil alımlarını yavaşlatılacağı yönündeki açıklamasıyla para çıkışı başladı,

* Gezi protestoları ve 17 Aralık sonrası siyasi iktidarın meşruiyeti, ülkeyi yönetebileceği konusundaki kuşkular iyice yaygınlaştı.

* Hükümet bu süreci yönetmek konusunda ekonomi politikasında hiç dirayetli davranamadı.

“YÜZDE 4 BÜYÜMEYE YÜZDE 6,5 CARİ AÇIK”

“Cari açıklar çok fazla. Genellikle büyümenin hızlı olduğu yıllarda daha fazla cari işlemler açığı, büyümenin sınırlı olduğu yıllarda da daha sınırlı cari işlemler açığı beklenir. Halbuki Türkiye ekonomisinde giderek aynı büyüme hızıyla daha fazla cari işlemler açığı görülüyor.

“Nitekim 2013'te tam rakamlar belli olmamakla birlikte yüzde 4 büyümeye yüzde 6,5 cari işlemler açığının gerçekleşeceği tahmin ediliyor.

“Türkiye'nin döviz açığı çok daha yapısal hale geldi. Bu nedenle Türkiye dünyadaki herhangi bir dalgalanma ortamından çok kolay etkilenecek yumuşak karnı olan bir ekonomi.

“İKTİDARIN MEŞRUİYETİ TARTIŞILIR HALE GELDİ”

“Son 10 yılda dünyadaki likidite bolluğu nedeniyle Brezilya, Rusya, Arjantin, Güney Afrika gibi Türkiye benzeri ülkelerde nakit girişleri hızlı büyümeyi sağladı. Mevcut hükümetleri kalıcı kıldı. Bunların seçimlerde birbiri arkasına başarılar sağlamasını getirdi. Ama bu sürecin tersine dönmesi halinde de tüm bu ülkeler için bir tehdit söz konusu.

“FED Başkanı Bernanke’nin 26 Mayıs'ta tahvil alımlarını yavaşlatılacağı yönündeki açıklaması bu sürecin artık sonuna yaklaşıldığı mesajını verdi ve tüm bu ülkelerden para çıkışı başladı.

“2007-2008'deki küresel krizi atlatabilmek için faiz oranları çok düşürüldü, dünyaya likidite pompalaması gerçekleşti. Böylelikle dünyadaki sıcak para, spekülatif sermaye nispi olarak getirisi daha fazla olan ülke paralarına yöneldi.

“Türkiye, Güney Afrika, Brezilya, Arjantin gibi tüm yükselen ülkeler çeşmenin suyunun daha yavaş akacağının sinyallerini alınca bu ülkelerin döviz kurları oynadı.

“Tabi Türkiye bu süreçte en fazla cari işlemler açığı veren ülke oldu. Türkiye'de siyasi istikrarın sarsılması, Gezi direnişiyle hükümetin meşruiyetinin sorgulanmaya başlamasıyla bu süreçten daha fazla etkilendi.

“Şimdi de aynı şekilde tahvil alımlarının azaltılacağı yönündeki kuşkular iyice güçlendi. Türkiye'de 17 Aralık sonrası siyasi iktidarın meşruiyeti, ülkeyi yönetebileceği konusundaki kuşkular iyice yaygınlaşmıştı.

“MERKEZ BANKASI HÜKÜMETİN MEMURU İZLENİMİ VERDİ”

“Dördüncü neden de hükümet bu süreci yönetmek konusunda ekonomi politikasında karar alıcılar hiç dirayetli davranamadılar. Bunun en belirgin örneği Merkezi Bankası'nın geçtiğimiz hafta verdiği karar. Merkez Bankası tüm bankacılık sistemini yüzde 9'dan fonlayacağı açıklamasını yapılmıştı. Yani aslında bir şekilde üstü örtük olarak sınırlı bir faiz artışına da gidilmişti ama herkesin bildiği gerçeği ifade etmekten çekinmesi ve yaptığı hamlenin yetersiz görülmesi nedeniyle bu da güven sağlayan bir karar olmadı.

“Bu kadar büyük oynamaların olduğu bir konjonktürde Merkez Bankası'nın yüzde 1, yüzde 2 faiz artırması çok önemli olmayabilirdi.

“Ama birincisi Merkez Bankası fiyat istikrarını sağlamak ve finansal piyasalarda oynaklıkları en aza indirmek doğrultusunda karar alamadı. Bir anlamda hükümetin memuru olduğu izlenimi güçlendi.

“Hemen arkasından Başbakan'ın yaptığı açıklamalar, yeni Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi'nin her ağzını açışında bu süreci kavrayamadığını beyan eden açıklamaları iyice güvensizliğe neden oldu. O nedenle Türkiye benzer ülkelerden çok daha şiddetli şekilde bu sürecin sarsıntılarıyla muhatap oluyor.

“DOLARIN 2.30 TL OLMASI BİLE EKONOMİYİ SARSAR”

“Şimdi Merkez Bankası'nın yeni bir toplantı yapacağı yolunda bilgiler var. Bir hafta sonra yeni bir toplantıya gidiliyor olması aslında kendi hatalarını, süreci yönetmekteki yetersizliklerinin itirafı anlamına geliyor.

“Toplantı kararının alınmasıyla döviz düşüşe geçse de doların 2,30 seviyelerinde olması Türkiye ekonomisinde ciddi riskler yaratmak için yeterli.

“Çünkü Türkiye ekonomisinde döviz kurlarındaki oynamalardan en çok etkilenen kesim finans dışı şirketler kesimi. Aşağı yukarı 260 milyar dolar döviz borçları var. 100 milyar dolar civarında da döviz varlıkları var. Yani 160 milyar dolarlık açık pozisyonları var. Bu her döviz kurundaki oynamanın onların finansman maliyetini artırması anlamına geliyor.

“İkincisi de Türkiye'de 2001 krizinden beri ifade edilen bir nokta var; Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu'nun (BDDK) oluşturulmasıyla birlikte bankaların açık pozisyonlarının çok azaldığı, şu anda sinyal veren düzeyde olmadığı ifade ediliyor.

“Ama banka dışı finans kesiminin borçlarının yaklaşık yarısı yani 130 milyar dolar civarı Türkiye'deki bankacılık sisteminde. Bu şirketlerin borçlarını ödeyememesi halinde bunların kredi riski, yani verdikleri kredilerin anapara ve faizlerini tahsil edememe riski ortaya çıkacak ki, bu bankalar açısından döviz kuru riski kadar önemli bir risktir.

“Yani 2.30'lar düzeyi de Türkiye ekonomisinin temellerini sarsacak ölçüde bir değişikliktir.

“ENERJİ MALİYETLERİ ENFLASYONU ARTIRIR”

“Hükümet sürekli siyasi istikrarla övünüyordu. Mevcut hükümete zaten güven sarsılmış durumda, hükümetin ekonomi politikalarını dirayetli şekilde yönetebileceğine olan inanç iyice sarsılmış durumda. Bundan sonra atılacak adımlarla bunun tamir edilmesini kolay görmüyorum.

“Sade vatandaşın döviz cinsinden çok borcu olmamakla birlikte enerji maliyetleri faturasının artması insanlara enflasyon olarak dönecektir. Yüzde 5 olarak öngörülen enflasyon hedefinin zaten tutturulamayacağı şimdiden ortaya çıktı.

“Şirketlerin mali yüklerinin artması demek yatırımların yapılmaması, üretimin yavaşlaması, buna bağlı olarak da işsizliğin artması, istihdamın gerilemesi ve sade vatandaşın işini kaybetmesi riskini doğuracaktır.

“İnsanların bu süreçten en az şekilde zarar görmesi için atmaları gereken ilk adım örgütlenmek ve politik iradelerini kullanarak, sürekli kendilerine faturalar ödeten bu hükümetin, bu neoliberal ekonomi anlayışının siyasi süreçlerde mahkum olması için gayret göstermek.

“Geçmişte sabit döviz kuru politikalarının izlendiği dönemlerde hükümetler döviz kurunu koruyamadığı anda devalüasyon oluyordu ve resmen krize girildiği teşhisi konabiliyordu.

“Şimdi bu dalgalı döviz kuru sisteminde şu aşama krizdir demek mümkün değil ama şu anki mevcut düzeyle bile, büyümenin yavaşlayacağı, hatta duracağı, işsizliğin artacağı, enflasyonun artacağı bir ortamla karşılaşacağımızın tüm belirtilerini içeriyor. Onun için resmen ilan edilmese de bir kriz içinde olduğumuz rahatlıkla söylenebilir.”