Daha önceki hükümetlerin yaptığı yanlışları yapar…

‘Bıçak kemiğe dayandı’ diye öfkeyle kalkar, zararla oturur…

‘Kürt sorunu yok, terör sorunu var’ demeye başlar…

‘Hepsinin hesabını soracağız’ diye tehditler savurur…

Sinir ötesi operasyonlarla huzur ve barış sağlayacağını sanır…

Kürtlerin siyasal temsilcileri ile çözüm üretmek yerine, şu Kürtleri nasıl kandırırım, nasıl bölerim, nasıl dağıtırım, nasıl tasfiye ederim arayışına girer…

Son 30 yıldır gelen geçen birbirinden farklı bütün hükümetler hep bunları yaptı…

Ve geldikleri gibi de gittiler…

Çünkü savaş sürdükçe her gün gelen cenazeler artar… Moraller bozulur… Sürekli bir gerilim hali yaşanır… Aylar geçer… Bu kısır döngü devam eder… Cenazeler artar, moraller bozulur, tepkiler çoğalır…

Ve bir fatura kesilir…

Kime?

Tabii ki hükümete…

AKP de bu gidişle geçmiş hükümetlerle aynı kaderi yaşayacağa benziyor…

Halbuki çok hayati bir sorunu çözerek tarihe geçme şansı AKP ve Tayyip Erdoğan’ın önünde duruyordu…

PKK ardarda tek taraflı ateşkeslerle, eylemsizlik kararlarıyla hükümete yeterince nefes aldırmıştı. Ancak AKP, bu sükuneti kendi başarısı sanarak, çözecekmiş gibi yaptığı, ‘açılım’ı denediği meseleden çark etti.

Arkasına halk desteğini aldı, ülkenin medyasından sermayesine, derneklerinden sendikalarına, ordusundan polisine tüm alanlarını ele geçirdi, ancak bu gücü sorunu çözmek için kullanmayı tercih etmedi…

Aşırı gücün yarattığı kibirle hareket etmeye yöneldi…

Peki başarılı olabilir mi?

Yani savaşarak, yani daha da çok savaşarak, daha çok bomba atarak, operasyon yaparak, daha yeni, daha özel, daha eğitimli birlikler kurarak ‘sorun’u çözebilir mi?

Mümkün değil…

Kürt sorununu çözemeyen, çözebileceği yönünde bir işaret vermeyen de kendisi çözülür…

Çünkü yaptığı her şey, attığı her adım eline, diline, ayağına dolanır…

 

“KÜRT SORUNU NASIL ÇÖZÜLÜR?”

Sınavda sonucundan emin olmadığınız bir soruyla karşılaşınca yanıtlara bakıp, doğru olamayacak seçenekleri ortadan kaldırırsınız.

AKP’nin de “Kürt Sorunu nasıl çözülür?” sorusunun yanıtlarından yanlışlığı kanıtlanmış şu dört seçeneği baştan çizmesi gerekiyor:

a) Uluslararası güçlerle işbirliği yapılmalı

b) Kandil’in sonuna kadar girilmeli (Şimdi, Sri Lanka modeli uygulanmalı oldu)

c) PKK tasfiye edilmeli

d) Din kardeşliği potasında tek dil, tek din, tek millet savunulmalı


Geriye bir tek seçenek kalıyor, o da hiçbir hükümetin tercih etmediği ‘e şıkkı’…

O da şunları içeriyor bence:

- Çatışma yerine müzakere diline geçiş yapılmalı

- Sorunun ve çözümün, aynı zamanda müzakerenin Kürtler tarafının başta Abdullah Öcalan olmak üzere PKK, Kandil, DTK, BDP olduğu gözden kaçırılmamalı

- Gerçek muhataplar yerine başka özneler, figürler arayışından vaz geçilmeli (Bu doğrudan bir güvensizlik ve ‘bizi tasfiye edecekler’ algısı yaratmakta)

- Abdullah Öcalan dahil, çözüm için katkı verecek her gerçek ve toplumsal kabulü olan öznenin önü açılmalı

- Çözüm konusunda Kürt siyasal temsilcileri ile yapılacak müzakereler sonucunda tarafların ortak kabul ettiği bir anlaşma sağlanmalı (Kürt tarafının dahli olmadan yapılacak düzenlemelerle çözüm arama hatasından dönülmeli. Bütün dünyaya yayılmış bir hareketi yok sayarak, geleneksel devlet kibriyle bir şeyler ‘bahşederek’ çözüm beklemekten vazgeçilmeli)

- Çözümün diğer tarafı olan Türkiye kamuoyu ve partileri de sürece dahil edilerek toplumsal onay sağlanmalı

Acil yapılacakları da unutmayalım:

-  Haftalardır avukatlarıyla görüşmesine engel olunan Öcalan’ın görüş problemleri çözülmeli

-  Öcalan’la bir heyetin görüşmesi sağlanarak, ondan yeni bir eylemsizlik ve çatışmasızlık dönemi için çağrı yapması istenmeli

-  Bu sefer çatışmasızlık dönemi öncekiler gibi boşa harcanmamalı ve İmralı’daki müzakerelerle sonuç alıcı bir noktaya gelinmeli (Yok, İmralı ile görüşülemez deniyorsa tüm tarafların kabul edeceği bir ulusal ya da uluslararası heyet devreye sokulmalı)

- Kürtlerin eşitlik temelinde somut bir statüye kavuştuğu bir anlaşma ardından PKK’nin silah bırakması, ülkeye dönüşü, yasal siyasal hayata geçişi sağlanmalı