Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak'ın eylül sonunda açıkladığı üç yıllık ekonomik plana, öncesinde Merkez Bankası'ndaki faiz artırımına ve hafta başı açıklanan ve beklentinin altında kalan enflasyona rağmen Türk Lirası'ndaki değer kaybı sürüyor.

Son haftalarda Almanya'da Türkiye ekonomisine yönelik analizlerde Berat Albayrak'ın hâlâ "Erdoğan'ın damadı ve Maliye Bakanı" diye anılması, Türkiye Maliye Bakanı’nın izlediği politikayla uluslararası piyasalarda güven sağlayamadığına yoruluyor.

Türk Lirası’ndaki değer kaybı, Alman DZ Bank'ın uluslararası döviz piyasalarına ilişkin bir araştırmasında da detaylı biçimde büyüteç altına alınıyor.

Araştırmayı hazırlayan analist Sören Hettler, liradaki değer kaybını, 2006'dan bu yana paralel değişim sergileyen Güney Afrika para birimi rand ile karşılaştırarak inceliyor.

Hettler, 2006'dan bu yana lira ile rand arasındaki korelasyonu, her iki para biriminin siyasi ve ekonomik gelişmelerden etkilenişlerini ve kaydettikleri değer kaybını nedenleriyle ortaya koyuyor ve yakın zamana dair beklentiler konusunda öngörülerde bulunuyor.

Analist Hettler, Türk Lirası ile Güney Afrika Randı'nın 2006-2016 arasında paralel bir ilerleyiş gösterdiğini ve gelişmekte olan ülkelerin para birimleri için de esas alındığını, 2016 sonundan itibaren ise iki para biriminin yollarının ayrıldığını belirtiyor.

Hettler’in hazırladığı DZ Bank araştırmasına göre, Güney Afrika Randı son dört senede dolar karşısında yaklaşık yüzde 20 gibi büyük değer kaybına uğradı ancak Türk Lirası daha da olumsuz bir gelişme göstererek aynı zaman diliminde yaklaşık yüzde 60 değer kaybetti.

DW Türkçe’den Elmas Topçu’nun haberine göre Hettler, bu gelişmenin nedeninin siyasi olduğunu söylüyor ve merkezinde de Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yer aldığını belirtiyor.

"ERDOĞAN KIRMIZI ÇİZGİYİ AŞTI"

Hettler, liranın değer kaybına iki önemli faktörün yol açtığı görüşünde. Bunlardan ilkinin "Erdoğan’ın Türkiye’yi 2016 sonundan itibaren otoriter bir ülkeye çevirmesi" olduğunu söylüyor.

Merkez Bankası’nın bu politikadan payını aldığını, kurumun artan fiyat baskısı ve liranın zayıflamasına rağmen, siyasi iktidarın istemediği faiz artırımına gitmekte devamlı çekimser davrandığına işaret ediyor ve bu durumun uluslararası yatırımcıların güvenini sarstığını kaydediyor.

İlaveten dış politikada Erdoğan’ın son yıllarda güven kaybına yol açan bir çizgi izlediği görüşünü savunuyor.

Hettler, kısa süre öncesine kadar NATO’nun, Avrupa Birliği'nin (AB) ve ABD’nin Türkiye’yi güvenilir bir partner olarak gördüğünü, bugün bakıldığında ise bundan eser kalmadığını savunuyor.

Erdoğan’ın yok olan güveni tesis etmek yerine devamlı çatışma içine girdiğini, dikkatleri ekonomik sorunlardan başka tarafa çekmek ve yerini sağlamlaştırmak için de dışarıda gerilimi tırmandırdığını düşünüyor.

Araştırmasında, Erdoğan’ın otoriter liderlerle yakınlaştığını da rapor eden Hettler, askeri çatışmayı bile göze alarak Libya veya Suriye'de gelişmelere müdahil olmaktan çekinmediğini, AB ile ilişkilerde Doğu Akdeniz yüzünden, Azerbaycan-Ermenistan krizinde de Dağlık Karabağ yüzünden sergilediği tutumun çatışmacı dış çizgisine örnek gösterilebileceğini bildiriyor.

Analist Hettler, "Uluslararası yatırımcıların kararlarını bir ülkedeki demokrasinin veya basın özgürlüğünün durumuna bağlı almadığı bilinir ancak Türkiye Merkez Bankası'nın bağımsız hareket etmesini engellemesiyle Erdoğan kırmızı çizgiyi aştı" diye rapor ediyor.

GÜNEY AFRİKA'DA MERKEZ BANKASI BAĞIMSIZ

DZ Bank’ın araştırması, 14 yıllık bir zaman dilimini inceliyor. Araştırmada, Güney Afrika yönetiminin son yıllarda bir istikrar abidesi olmasa da demokrasiye, basın özgürlüğü ve yargı bağımsızlığına sahip olduğu ancak hepsinin ötesinde Merkez Bankası'nın bağımsızlığı vurgulanıyor.

Ülkede 2009-2018 arasında Devlet Başkanlığı yapan Jacob Zuma döneminde artan yolsuzluğun etkilerinin bugün hâlâ sürdüğü ancak Merkez Bankası'nın bağımsızlığı noktasında Türkiye’den daha olumlu değerlendirildiği belirtiliyor.

Güney Afrika Merkez Bankası’nın fiyat istikrarına önem veren bir para politikası izlemesi ve süreklilik arz eden pozitif reel faiz uygulaması örnek verilerek, "Türkiye'nin tam tersi" diye not düşülüyor.

Rand ve liranın gelişmekte olan ülkeler için o dönem esas alınmasında belirleyici olan faktörün ise her iki endüstri ülkesinin benzer büyüklükte genç nüfusa sahip olması ve yine iki ülkenin yüksek büyüme potansiyeli bulunması. Ancak bu faktörlerin ötesinde her iki ülkenin genel çerçeveden bakıldığında, gelişmekte olan ülke sayılmalarına rağmen siyasi bağımsızlığa sahip kurumları bulunan işleyen demokrasiler olarak görülmelerinin tercihte belirleyici olduğu bildiriliyor.

TL'DEKİ DEĞER KAYBINDA KORONA NE KADAR ETKİLİ?

Araştırmada, korona pandemisinin hem Türkiye hem de Güney Afrika Cumhuriyeti'ni olumsuz etkilediği belirtiliyor ancak para birimlerindeki değer kaybında vurucu faktörün pandemi olmadığı aktarılıyor. "Nitekim yaklaşık 58 milyon nüfusa sahip Güney Afrika'da 700 bin tespit edilmiş vaka varken ve ülke dünyada virüsten en fazla etkilenenler arasında yer alırken, para birimi rand diğer birimlerle karşılaştırıldığında çok da kötü bir tablo sergilemiyor" deniyor.

Araştırmayı yürüten analist Sören Hettler, Türkiye’ye bakıldığındaysa 80 milyon nüfuslu ülkedeki vaka sayısının Güney Afrika’dakinin yarısından daha az olmasına rağmen liranın pandemideki değer kaybının yaklaşık beşte bire ulaştığına dikkat çekiyor.

Hettler’e göre gayri safi yurtiçi hasıla da iki para biriminin ilerleyişinde can alıcı faktör olmadı. "Olsaydı Türkiye'de 2016 ortasından bu yana GSYH yaklaşık yüzde 3 iken ve Afrika'da GSYH biraz düşüş bile sergilemişken, büyük değer kaybı yaşaması gereken para birimi rand olmalıydı" diyor. Belirleyici olan güven, siyasi istikrar ve merkez bankalarının bağımsızlığı

Uluslararası analist Hettler'e göre, lira ve randdaki değer değişiminde asıl belirleyici olan siyasi istikrar ve güven ile merkez bankalarının bağımsızlığı ve hak ettiği kabulü görmesi. Yıllarca Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın istikrar ve büyümenin garantisi olarak görüldüğünü tekrarlayan Hettler, 2016 ortasından bu yana Erdoğan'ın basın özgürlüğünü kısıtladığını, muhaliflerini baskı altına aldığını, muhalif politikacıları ve gazetecileri yargının da yardımıyla sindirdiğini ve ülkeyi otoriter bir devlete dönüştürdüğünü ifade ediyor. İlaveten Uluslararası Şeffaflık Örgütü'nün Yolsuzluk Algı Endeksi'nden de görüleceği üzere Türkiye'nin 2015-2019 döneminde hızla güven kaybı yaşadığını da vurguluyor.

Ona göre, Erdoğan'ın Merkez Bankası'na müdahalesi olmasaydı uluslararası yatırımcılar ülkedeki diğer olumsuz gelişmelere bir nebze de olsa göz yumabilirdi. 2018 yılındaki krizde faizleri yükselten dönemin Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya'nın bir sene sonra koltuğundan olduğuna da işaret eden Hettler, onun yerine atanan eski başkan vekili Murat Uysal'ın döneminde on aydaki faiz oranının yüzde 24'ten yüzde 8'e gerilemesinin de yatırımcılardaki endişeyi artırdığını kaydediyor.

ALBAYRAK’IN AÇIKLADIĞI TAHMİNLER GERÇEKÇİ Mİ?

Analist Hettler, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın açıkladığı yeni büyüme ve enflasyon tahminlerini de çok iyimser buluyor.

Ayrıca Hettler'e göre, ekonomik büyüme ile enflasyon zaten liradaki düşüşü durduracak güçte değil; bunun için Erdoğan’ın izleyeceği daha ılımlı bir dış politikanın da destekleyeceği, Merkez Bankası pozitif faiz kararı gerek.

Ancak Erdoğan’ın faizin artırılmasına sıcak bakmadığı, hatta geçen yıllarda uluslararası bir faiz lobisinden söz ederek, Türkiye’ye diz çöktürmek istendiğini defalarca dile getirdiği biliniyor. Gerçekten Türkiye'ye diz çöktürmek isteyen bir faiz lobisi mi var? Uzman Sören Hettler bu soruya cevap olarak, Türkiye’nin en önemli sorununun son yıllarda sıkça başvurduğu kısa vadeli borç alımı olduğu görüşünü dile getiriyor.

Hettler'e göre yabancı yatırımcılar ülkelerin içinde bulunduğu riske göre faizi yüksek tutabiliyor ve Erdoğan ile yabancı yatırımcıların Türkiye’deki mevcut riskleri farklı değerlendirdiği de bilinen bir gerçek. Ancak Hettler, Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik darboğazdan ve Türk Lirası’ndaki değer kaybından büyük ölçüde Erdoğan’ın sorumlu olduğunu söylüyor.

KRİZDEN NASIL ÇIKILABİLİR?

Analist Hettler, içinde bulunulan zor durumdan çıkış için öncelikle Merkez Bankası’nın faiz artırımına giderek bağımsız olduğunu gösteren bir sinyal vermesi gerektiğini savunuyor.

İlaveten hükümetin de Merkez Bankası’nın bağımsız olduğunu açık ve net biçimde dile getirmesinin ve buna saygı gösterdiğini ortaya koymasının şart olduğunu kaydediyor.

 Hettler, işbirliklerine dayalı bir dış politika izlenmesi ile kısa vadeli dış borçlanmadan vazgeçilmesini de diğer atılması gereken adımlar arasında sayıyor.

DZ Bank'ın raporunu hazırlayan Hettler'e göre, ayrıca Ankara’nın kısa vadeli yabancı krediler yerine uzun vadeli güvenilir bir borçlanma politikası izlemesi ve kısa vadeli canlandırma denemeleri yerine de sürdürülebilir büyüme eksenli bir yatırım politikası uygulaması gerekli. Uzman, Türkiye'nin ancak o şekilde ekonomik darboğazdan çıkabileceğini ve liranın güven kazanabileceğini kaydediyor.

Kaynak: Deutsche Welle Türkçe