Montesquieu’ye göre, iki çeşit yozlaşma vardır; İlki, insanların kanunlara uymaması. İkincisi, kanunların insanları yoldan çıkarması..."

Dünyaca ünlü ekonomistimiz Daron Acemoğlu’na göre, Türkiye halen kriz ekonomisi içerisinde. Kendisi daha önce “doğru politikalar izlenirse, Türkiye 1 sene içerisinde düzlüğe çıkabilir” demişti, şimdi ise bu doğru politikalar izlenmediği için ülkenin ekonomik görünümünün olumsuz olduğunu ifade ediyor. Son hafta Arjantin’de yaşanan çalkantının ise Türkiye’yi de etkileyebileceğinden endişe duyuluyor. Bir yandan Arjantin’e ‘maden ocağındaki kanarya’ benzetmesi yapılırken (eskiden maden ocaklarında kanarya konulurmuş, zira kanarya zehirli gazlardan insanlardan çok daha önce etkilenerek ölür ve bunun üzerine maden çalışanları gereken tedbirleri almak suretiyle maden sahasını boşaltırmış), öte yandan 2001 ve 2018 krizlerine Arjantin ile Türkiye’nin eş zamanlı olarak yakalanması, 2019’da da aynı lig ve kulvarda değerlendirilme ihtimalimizi arttırıyor. Oysa Erdoğan geçen sene bu zamanlarda şöyle diyordu; “Bazıları ‘Halimiz ne olacak?’ diyor. Ne varmış halimizde?” 2018 yılı Ocak-Temmuz döneminde 45 milyar TL açık veren bütçe, 2019 yılı Ocak-Temmuz döneminde 68,7 milyar TL açık verdi. Bu arada Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak şöyle bir tweet attı; “Türbülanstan çıktık, ithalattaki köpüğü azaltırken, ihracatı artırarak 17 yıllık Ak Parti iktidarlarında ilk kez yıllık cari fazla verdik”. Hâlbuki konu sadece ekonomi değil, Türkiye’nin bütün kurumları topyekûn yozlaştı. Mesela, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO); “Memur-Sen gerçek ve bağımsız bir sendika değildir!” açıklamasında bulundu.

Erdoğan’ın “Burası, Türkiye Cumhuriyeti'nin, Türk milletinin sarayıdır” diyerek atıfta bulunduğu Okluk Yazlık Sarayında 170 metre uzunluğunda bir iskele yanaşmış, bu durum Cumhurbaşkanımızın yakında elbette yine Türk milleti adına dünyanın en büyük yatlarından birini satın alabileceği veya inşa ettirebileceği söylentilerini ayyuka çıkardı. Erdoğan bir konuşmasında diyordu ki; “Sayın Putin bir ziyaret yaptı. Bizim salonda kendisiyle konuşuyoruz. Şöyle bir süzdü her tarafını… Ayrılırken “büyük devlet olmanın alametifarikası budur!” dedi.” Sonrasında Ruslarla barışmak için dilemediğimiz özür kalmadı. Rusya 2,5 milyar dolarlık hava savunma sistemini satınca, bir miktar rahatlama anca sağlandı. Nitekim Türkiye, 6 Haziran tarihli mektupla, ABD’nin Rus yapımı S-400 füze sistemi alması durumunda F-35 savaş uçağı programından çıkarılacağı ve ekonomiyi de etkileyecek yaptırımlar uygulanacağı tehdidine rağmen kararından dönmedi. İlk S-400 parçaları 12 Temmuz’da Ankara’ya teslim edildi. İlk teslimatın tamamlandığı 16 Temmuz’da ABD Savunma bakanlığı Türkiye’nin (ortağı olduğu) F-35 programından çıkarılma sürecini başlattığını duyurdu.

Ak Parti Genel Başkan Vekili Numan Kurtulmuş, Habertürk’ten Muharrem Sarıkaya’nın “Siz yeni parti çalışmalarına nasıl bakıyorsunuz?” sorusuna verdiği cevapta, “Yeni parti kurma çalışmasında olanlar iktidara gelmek için değil, Ak Parti zaafı üzerinden yürüyor, Cumhurbaşkanlığı seçimine odaklı bir politika yürüteceğe benziyor. Cumhur İttifakı’nın yüzde 52’si üzerinden 3-5 puan alma hesapları var…” dedi. Kurtulmuş da Saadet Partisi’nden ayrılıp HAS Parti’yi kurarken “Ak Parti’ye küçük de olsa bir darbe vuralım yeter” mi diyordu acaba... Yeni Şafak’tan Özlem Albayrak ise memleketimizin “genç beyin göçü” gerçeğine işaret ediyor. Albayrak’a göre; “2016 yılından itibaren eğitimlilerin göç oranı yüzde 42,5 artış göstererek 250 binin üzerine çıktı. 2017’de yurtdışına göçenlerin yüzde 14,4’ünü 20-24, yüzde 15,5’ini de 25-29 arası yaş grubu oluşturdu, TÜİK’in yayınladığı 2018 rakamlarında da manzara değişmedi, 2018’de Türkiye’den göç edenlerdeki artış Türkiye’ye göç edenlerdeki artışı geçti. Aynı yıl göç edenlerde yüzde 15,7 ile 25-29 arası yaş grubu ilk sırayı alırken, bunu yüzde 13,2 ile 20-24 arası yaş grubu izledi. IEFT’nin yaptığı araştırmaya göre yurtdışında eğitim gören gençlerin de, neredeyse 4’te 3’ü geri Türkiye’ye dönmek istemiyor. ”

Hiroşima'nın her yıldönümünde Japonlara çok acınır ve adeta Japon ulusu dünyanın en masum ulusu gibi görülür... Fakat unutmayınız ki, tüm dengeleri bir anda değiştiren bu bombalamalardan hemen önce (1937-1945 arası) Japonya Kore, Endonezya gibi nispeten zayıf ülkeleri işgal etmiş, sistematik işkence ve kıyımlara çoktan başlamıştı... O dönemi yaşayanlar, Japonların yaptıklarının Nazilerin Holocaust'ta yaptığından daha az olmadığını anlatırlar... Yaşanan bu acılar için Japonya tarafından henüz herhangi bir özür dilenmiş değil... O dönemde Endonezya'daki (koloni dönemindeki adıyla, Dutch East Indies) Japon kıyımına dair, BM'nin kabul ettiği rakam 300.000, fakat iddialar 1,5 milyona kadar çıkıyor... Kore'de bu sayı 800.000, Filipinler'de 100.000, Malezya'da 80.000, Kamboçya'da 600.000 küsur. Japonya'nın Çin'deki organize katliamlarının toplamı ise 3-10 milyon arasında insana işaret eder... Demek ki (şimdi bu ülkelere gittiklerinde bez maske takan ve onlara birer böcekmiş gibi bakan) tatlı Japon kardeşler o kadar masum değiller. Yani; güçlü güçlüdür, zayıf zayıftır, savaş savaştır... Her zaman...

Biz Batının kibri ile Doğunun cehaleti arasında debelenirken, şu gerçeği gözden kaçırıyoruz; Gözyaşının, sevinmenin, mutlu olmanın, gülmenin, ağlamanın, acı çekmenin, insanlığın büyük sorunları ve soruları hakkında düşünmenin dini, imanı, kültürü, milliyeti ve coğrafyası yoktur...