Ülkemizde hayvan hakları denince aklımıza eskiden “Panter Emel” olarak ünlenen Emel Yıldız gelirdi. Kavgacı ve doğrudan eylem biçimiyle renkli bir kişilikti kendisi. Sonradan ne kadar doğru bilmem ama tecilli bir ceza aldığı o yüzden sesinin soluğunun kesildiği yönündeydi söylenenler.

Yıllar geçtikçe hayvanlarla ilgili çalışmalar yapan derneklerin sivil toplum kurumlarının sayısı arttı. Gerek medyanın gerekse sivil inisiyatiflerin çalışmaları toplumsal belleğimizde az da olsa farkındalık yarattı.

Yine de hayvanlara karşı insanların vicdansızlığı, her gün yurdun dört köşesinden hayvana eziyet, tecavüz haberleri, toplu katliamların görüntüleri gözümüze sokulurcasına evlerimize giriyor.

Bu yazımızda olumsuzlukları çoğaltıp iç karartmak değil amacım. Asıl derdim ülkesinden yaklaşık 4 bin km uzaklıktaki bir gölün kıyısına kurduğu barakada köpekleriyle yaşam mücadelesi veren Suzi’nin sıra dışı hayatını anlatmak elimizden geldiğince dilimiz döndüğünce sizlere. Kötülüklerin ortasında filizlenen iyinin sağaltan ışığına sarılmak biraz da derdimiz.



Suzi ile görüşmeye kendiliğinden bir şekilde çat kapı gittik. Konuşmak istediğimizi “Demokrat Haber” sitesinde kendisi ve çalışmalarıyla ilgili bir yazı yazacağımı ilettim. Suzi çevirmen arkadaştan “Demokrat Haber” hakkında kısa bilgi talebinde bulundu. Demokrasi kelimesinden ürkmüş olacak ki, ”Ben siyasetle ilgilenmiyorum” dedi. Ardından AKP’nin iyi yatırımlarından bahsedip ben hükümet yanlısıyım diye de ekledi. Belli ki ülke gündeminin puslu havasından korkup kapısına gelen yabancılara karşı varlığını korumaya almanın gerekliliğini anlamıştı.

Kendisine çevirmen arkadaşımızın yardımıyla siyaset konuşmayacağımızı, asıl derdimizin hayvan hakları ve onun yaptığı çalışmalar üzerine konuşmak olduğunu söyleyince rahatlamış olacak ki gülümseyerek konuşma isteğimizi kabul etti ve sorularımızı yanıtlamaya başladı.



Londra’ya bir saatlik mesafedeki Büyük Britanya’nın bahçeleri olarak bilinen Kent’te doğmuş büyümüş. Kadastrocu olarak orada yıllarca çalıştıktan sonra bir gün işinden ayrılıp içindeki kaçış çığlıklarına kulak vermiş. Kalbinde atan boşluğun çağrısıyla seyahate çıkmak için tüm planlarını yapmış. Tur programlarından bütçesine en uygun olanı tercih ederek Türkiye’ye gelmeye karar vermiş, diğer seçenekleri eleyip bir bir.

Suzi (Suzan) 17 yıl önce İstanbul’dan bir turla geldiği yeşiller içindeki Köyceğiz’i çok beğenmiş: ”İşte benim cennetim” diye geçirmiş aklından. Bir yıl sonra da Köyceğiz’e yerleşmeye karar verip, eski bir evi alarak tamiratını yaptırdıktan sonra cennetinde yaşamaya başlamış. Adını Suzan Demir olarak değiştirerek Türk vatandaşlığına geçmiş birkaç yıl sonra. Sanki geçmişin izini silmek istemiş, yeni bir kimlikle tutunduğu mavinin kıyısındaki yeşillerde uzun uzun susmuş.



Yöresel mimarinin izlerini taşıyan eski evi çok beğendiğini şimdiyse o evin araba yıkamacısının yanında kaldığını özellikle vurguladı. Emekle restore ettiği evini, sahipsiz hayvanları beslemeye başlayınca komşularla da sorunlar çıktığından satmak zorunda kalmış bir süre sonra. Köpekleriyle gelip yerleştiği arazide kendi imkânlarıyla bir kulübe ve hayvan barınağı yaptırarak işe koyulmuş. Gerçekten özveriyle bugün 80 hayvana ev sahipliği yapan köpek barınağını, on beş yıldır elektriksiz yaşamayı da göze alarak sabırla ayakta tutmuş.

İngiltere gibi bir yerden gelip göl kıyısında kısıtlı olanaklarla ayakta durmaya çalışan Suzi’ye saygı durmamak elde değil. Onun mavi gözlerindeki memnuniyet, göl kıyısındaki sazlıklara, yosunlara, diplere oradan da insanlığın umut ışığı olarak evrene yansıyordu.



”Mutlu musun burada?” diye sorduğumuzda yine aynı umutla yanıt verdi: ”Gerçekten burada kendimi cennette gibi hissediyorum. Benim ülkem burası, ayrılmayı hiç düşünmüyorum” diyerek yaşadığı, soluklandığı doğayı nasıl sahiplendiği her haliyle gösteriyordu. Havayla suyla toprakla nasıl bütünleştiğini görmek heyecan vericiydi.
Kısıtlı maddi imkânlarla elden geldiğince hayvanlara yardımcı olmaya çalışsa da köpek sayısının gün geçtikçe artması zor günler geçirmesine neden olmuş. Kendisine, herhangi bir kurumdan destek alıp almadığı sorusunu yönelttik.

Almanya’dan çok az, yeterli olmayan bir yardım aldığını, Haydost’un da kısıtlı desteği olduğunu söyleyerek yerelde hiçbir desteğin gelmediğini özellikle vurguladı. Yerelde destek olmak şöyle dursun kendisine köstek olan, köpeklere gelen yardımları iç eden sahte bir hayvan sever kadından bahsetti. Kadının adını telaffuzuyla birlikte korktuğu, tedirgin olduğu yüzünden okunabiliyordu. Korkusunu gerekçelendirirken kaymakamların, veterinerlerin herkesin bu kadından çok korktuğunu anlattı. Türkan adlı kadının kendisini şimdiki yerden attırmaya çalıştığını ifade ederken de gerçekten çok şaşkındı.

Göl kıyısında yaşadığı mekân dalga sesleri, kuş sesleri ve çamların uğultusundaki tek evdi. Çok yakınında ne bir komşu ne de az ötesinde bir ev vardı. Bir kadın olarak bir başına köpekleriyle yaşarken bu ıssız yerde, herhangi bir kötü niyetli yaklaşımla karşılaşmadan çevre köylülerin kendisine yardımcı ve destek olmaları da onu cesaretlendiriyordu.

Yalnız bir tek şikâyeti vardı düşlerinin uzun soluklu kıyısında. Komşularının boş arazilerine kışın gelen sarhoş avcıların yarattığı gürültü konusunda dertliydi. Onları gerçek avcı olarak nitelendirmeyip özellikle sahte avcı tanımı içine yerleştiriyor, duygularını özenle ifade etmeye çaba sarf ediyordu. Belli ki avcı kılıklı davetsiz misafirlerin gelişi av amaçlı değil içki eğlence amaçlıydı ve geceleri Suzi bu güruhtan oldukça tedirgin oluyordu. Nasıl olmasın ki kulübenin üzerine gecenin bir yarısı saçmalar dolu gibi düşerse?



Söz arasında bizler aracılıyla hayvan severlere iletmek istediği bir mesajı olup olmadığını sorduk. Destek ihtiyacı olduğunu belirterek arazinin temizlenmesi için bir iki kişinin gelip yardımcı olabileceğini belirtti. Ayrıca tabii ki köpeklerin yiyeceğinin karşılanmasının çok iyi olacağının altını çizerken Köyceğiz’de hayvan dostu genç veterinerin de kendisine verdiği desteğe ilişkin memnuniyetini belirtmeden edemedi. Genç veteriner Emrah Tokmak, kliğinde gerekli cihazlar olmamasına rağmen pek çok köpeği ölümden kurtararak Suzi’nin haklı takdirlerini kazanmış ve ona şükranlarını bizim aracılığımızla iletmek için onun adına ısrarla vurgu yapıyor.

Eğer birileri destek olmak isterse elektriğinin olmadığını, güneş enerjisinden elektrik üretecek sistemin kurulmasında yardımları kabul edebileceğini, buzdolabı, televizyonu olmadığını bütün parasını da köpeklerin bakımına harcadığını söylüyor. Tek başına barınağın hijyenini sağlamak, köpeklerin bakımını yapıp beslemek köpek sayısı göze alındığında Suzi’nin doğaüstü bir güçle burada var olma mücadelesi verdiğini görebiliyoruz.

Konuşmamızın sonlarında teşekkürlerimizi iletirken sekiz yıl önce kendisine çok yardımları dokunan çevre ve orman bakanlığı Milli Parklar müdürü Mehmet Şahin’e ulaşmadığını eğer bizim yazımız ona ulaşırsa kendisiyle iletişim kurmasını rica ediyor. Kendisine buraya bulunduğu yere yerleşmesinde katkılarından dolayı gecikmiş teşekkürünü sunmak adına Mehmet Şahin’e selamlarını iletiyor.

Evet, ülkemize İngiltere’den gelip Türk vatandaşlığını tercih eden İngiliz pasaportu bile taşımayan Suzi’ye saygı duymamak elde değil. Kendini adadığı köpekleriyle göl kıyısındaki dağın eteğinde tek başına hayallerinin peşinde koşuyor çünkü o. Hayvan sevgisi onu hayatın kıyısına tutuşturmuş, dirençle her zorluğun altından kalkmasına yardımcı itici iksir adeta.

Pek çok insan yurt dışı özlemiyle hayaller kurarken o burnumuzun dibinde bize cehennem gibi gelen asıl kendi cennetinde ömrünün en güzel yıllarını yaşadığının bilincinde.

Gözlerinde insanlığa dair bir umutla bırakıyoruz köpekleriyle küçük cennetinde onu.

El sallayarak uğurluyor bizi çamların arasındaki bozuk yoldan ayrılırken.

Dünyanın kıyısında insan bulmanın sevinciyle ayrılıyoruz Suzi’den.