Bu yazı bilinen anlamıyla bir köşe yazısı değil. Yoğun siyasi analiz filan içermiyor. Biraz duygulara dair söz söyleyeceğim. Hikayelerden bahsedeceğim, yola devam ettiren, birbirine bağlanan hayatların anlam bulan hikayelerinden. Bir tıp öğrencisi var ALİKEV (https://alikev. org/) bursu alıyor ve ilerde hekim olacak. O sevgili öğrenci bu satırları yazmaya teşvik etti beni. İlerleyen satırlarda onun sözleri de hikayeye dahil olacak. Cümleler dağınık, karmakarışık olabilir. Şimdiden affola.

Nasıl başlayayım çok bilemesem de 30 Ekim 2014'den başlamak iyi gibi geliyor. O zamanlarda Nuh buradaydı, İstanbul maratonu diye bir şey hayatımda yoktu, henüz düşlerin peşinde koşmuyordum. Zira o gün mühim. Ali İsmail Korkmaz'ın ailesine birkaç günlük ziyaret için giden beş kişilik bir arkadaş grubuyduk. Daha önce bir şekilde mahallemizde Ali İsmail'in adı verilen parkın açılışında ilk temasımız olmuştu ama o kargaşada çok da anlam veremediğimiz görüşme sonrası bu ilk temastı, hem de insanların en özel alanı evlerinde. Bir kez görüp neredeyse hatırlamadıkları insanlara evlerini açmıştı Ali İsmail'in ailesi. İlk hoşbeş sonrası hepimiz kendi evimizdeymişçesine birimiz mutfakta kap kaçak yoklarken, birimiz balkonda sebze soyarken, kimimiz Ali İsmail'in annesiyle laflayıp balkondaki ocağı yakarken bulmuştuk kendimizi. Kocaman bir masa kurulup 10-12 kişi etrafına dizildiğimizde hikaye sımsıcak ilerleyip gitti.

Gece yatma vakti gelince Emel anne Ali'nin odasını yatmak için ilk bize açacağını söylediğinde hepimiz ne yapacağımızı bilmeden kalakalmıştık. Zira ne onun için ne bizim için hiç de kolay değildi.

Bunları niye anlatıyorum çünkü kısaca ALİKEV diye geçen Ali İsmail Korkmaz Vakfı'ndan bahsedeceğim. Annem gibi lafı uzattıkça uzatıp detayları vermesem anlattığım her şey eksik kalacak gibi oluyor. İşte o ilk gittiğim vakit daha vakıf yeni kurulma aşamasındaydı. Bina bulunmuş, az çok nasıl ilerleyeceklerine dair konuşuyorlardı. 18 Mart 2016'da Ali İsmail'in doğum gününde açılacaktı. Vakfın amacı Ali İsmail'in düşlerini gerçekleştirmek için elinden geleni yapmaktı.

Sonra vakıf kuruldu, birbiri ardına geçen zamanın sonunda İstanbul Maratonu'nda vakıf için, öğrencilere eğitim bursu sağlamak için koşmak gündeme geldi. 2016 Ekim ayında insanların bu maratonda sadece koşmak için filan değil bir amaç için koştuğunu da öğrendim. O güne kadarki bilgim yollar kapanır, maraton olur, profesyonel koşucular koşar, halk koşusu kısmında da insanlar Boğaziçi Köprüsü'nden ama yürüyerek ama koşarak geçerlerdi.

İşte ilk o zaman “İyilik Peşinde Koş”u öğrendim. STK'lar, dernekler bir amaç belirleyip adımlarına destek isteyerek koşuyordu. Bununla tanışmam ALİKEV sayesinde oldu. Aradan geçen 2 yıl ve 11 Kasım 2018'de gerçekleşen 3. maraton sonrası hayat başka türlü aktı ben ve benim gibiler için.

Teknik kısmı şöyle: ilgili site ya da bağımsız bir site üzerinden bir kampanya açıp belli bir miktar hedef belirleyerek etrafımızdaki insanları harekete geçirmeye çalışıyoruz. Yazıyla kolay olan harekete geçirme kısmına daha sonra geleceğim.

Bu yıl yine ALİKEV'le öğrencilere eğitim bursu sağlamak için koştuk. Koşmak çok başka anlamları içeriyor bu arada. Aramızda profesyonel koşucular var, sadece kampanyaya dahil olanlar var ya da buradan feyz alıp profesyonel olarak koşmayı hayatının bir yerine koyanlar da var.

Bu yazdıklarımın hepsi hikayenin sadece benim tarafımdaki parçaları. Başka başka insanların hikayesi bununla kesiştikçe yeniden yazılıyor.

Biz gönüllü, amatör ya da profesyonel koşucular bu sürece girdiğimizde bir iletişim ağımız oluyor. Geçtiğimiz hafta iletişim ağımıza gelen bir ileti vardı. O ileti yazının en başında söz ettiğim hekim adayı öğrencinin sözleriydi. Şöyle diyor:

“Okula yürüyerek gittiğim, silgi alamıyorum diye "aman üstünü karalasam da olur" dediğim, günde tek öğün yemek zorunda kaldığım, soğukta montun yokluğundan kısa kol elbiseyle okula git gel yaptığım, yani hayatın acı gerçekleriyle yüzleşmeye yeni yeni başladığım bu eğitim hayatımı bir üzüntü sebebi olarak değil de; ilerde yapacağım doktorluk mesleğinde ağırlayacağım her bir hastanın, öksüren her bir ninenin, dilinden “abi” kelimesi çıkan her bir kardeşimin tedavisini edeceğim zaman, bugünlerin zorluğunu hep kafamın bir kenarında saklayarak hareket edeceğimin mutluluğu var aslında içimde. Belki emekli maaşının son lirasını, belki sattığı 5-10 simitten kalan tek kârını, belki de "iyileşeyim de 1 hafta harçlık almasam da olur" diyen dillerin son alın terini o an karşımda göreceğim. Fedakar olmak, yarınlar için bugünlerden feda etmek...

Kişisi, mekanı, zamanı, miktarı fark etmeden burs fonuna desteğini veren tüm abilerim, ablalarım sizin bu güzel desteklerinizi ALİKEV'de görmek, duymak, hissetmek okumanın böylesine güç olduğu bir dönemde o kadar mükemmel bir his ki, anlatamam. Size ne kadar teşekkür etsem az kalır. Sizin bugünlerden feda ettiklerinizi, nice güzel yarınlar uğruna harcayacağıma yürekten inanmanızı, bu yolda eğitime destek olarak bize ne kadar örnek olduğunuzu belirtmek isterim. Yıllar sonra belki çocuklarınızın, belki torunlarınızın, belki de sizlerin karşısına sizin aynanız olarak çıktığımızda eminim ki ne kadar güzel tohumlar serptiğinizi o zaman fark edeceksiniz. Anlatacak çok şey var. İnşallah bir gün, anlatacağım daha birçok şeyi yüzünüze karşı da söyleyebilmeyi temenni ediyor, bu mektup vesilesiyle sizlere bir bir teşekkür ediyorum. ”

Bu sözler son 3 yıldır amatörce halk koşusunda öğrencilere eğitim bursu için koşmamın neye değdiğini gösterdi. Bu ve benzeri hikayeleri biliyordum ama bu kadar yakınıma düşmemişti. Bir memur çocuğu olarak eğitim hayatım boyunca eğitim öğretimin gerektirdiği araçlara ihtiyacım olduğunu fark etmemiştim. Fark etmemiştim çünkü zaten vardılar. Kitabım, defterim, kıyafetim vardı. Yokluğunun ne olduğunu, onlar olmaksızın okula gidilemediğini sadece okuduğum kitaplardan biliyordum. Kitaplar hayatın kendisi ama hikaye hayatının içinde olunca gerçekle çarpışmak suretiyle olan yüzleşme sarsıyor. Sarsıldım. Sarsılmak iyidir, yola devam etme adına güç verir ya da yol son bulur.

Bu mektuptan sonra aklıma kişisel maraton sürecime dair olmuş ve olmakta olan bir dünya şey geldi. Muazzam bir deneyim tüm olmuş ve olmakta olanlar. Maraton öncesi internet ortamında açılan bağış kampanyası, gönüllü koşucular olarak öncesinde aralıklı toplanma, maraton sabahı cümbür cemaat sabahın köründe yollara düşmeler hepsi ayrı bir hayat dersi ve yeniden öğrenip çoğalmaya dair.

Her STK ya da vakıf o yıl bir hedef belirler. Doğalında o vakıf ya da STK ile koşacak gönüllü de bir hedef belirler. Yılın belli zamanları ülkede ya da dünyada her ne olursa olsun binlerce insanın tek gündemi o yılki maratonda peşinde koşacağı düşün hedefidir.

Bu yıl kendi adıma mutluyum, bir öğrencinin yıllık bursunu tamamlayıp hatta biraz da üzerine çıktık destek olan dostlar sayesinde.

Desteklerin nasıl olduğuna gelmeden biraz Emel anneden bahsedeyim. O olmadan bu hikaye olmazdı. Emel anne Ali İsmail'den sonra hayatı hepimize dersler vererek yaşamaya devam ediyor. Ona dair kuracağım her cümle eksik olacak. Belki daha sonra sadece ona dair bir şeyler karalarım haddim olmayarak. Sadece kişisel kısmını aktarıp durayım. Onun hikayesi devam ediyor ve ben sadece bağlanan hikayemize dair iki laf edebilirim. Taa o 2014 yılının 30 Ekim'inde daha sevdiceğim Nuh Köklü buradayken canı yanmış, evladını kaybetmiş evini, kalbini açan Ali'nin annesi Emel anneydi benim için. Sonra 17 Şubat 2015'de Nuhcum aramızdan alındığında onu nispeten anlayabildim, acının ve kaybın ne olduğunu yaşadım ve yaşamaya devam ediyorum. Nasıl durulur, nasıl hayatta kalınır’a dair bir örnek oldu bana ve güç verdi her daim varlığıyla. İlk maraton zamanı eşofmanıyla, ayağına spor ayakkabılarını geçirmiş, zeytinlikler içinde koştuğu antrenman videosundaki gülümseyen yüzü önüme düştüğünde ilkin gülümseyip, tüm gece ağlamıştım gidenlerimizi yad ederek. Hiç yüzü düşmez, her daim hüzünlü bir gülümsemesi vardır yüzünde. İlk kez karşılaştığı insana bile yıllarca tanıyormuş gibi sımsıcak sarılır, kendi çocuğuna sarılır gibi. Bir bakışı, gülümsemesi binlerce hayatı değiştirdi ve değiştiriyor, bunu taa kalbimde bilip yaşayarak görüyorum. Emel anneyi tanıdığım günden bu yana ona dair diyeceğim tek şey bu dünyaya ait olamayacak kadar başka olduğudur. Onunla bağlanan hikayem şimdilik böyle ama başından beri dediğim gibi bu sadece benim tarafımda olanlar. Binlerce insan onunla başka başka hikayeler ekliyor hayatın belleğine.

Yazının en başında demiştim yazı biraz duygulara dair diye. Duygular önemli bence ve çoğumuzca aslında. Hep güncel olaylar, ideolojiler, kavramlar içine sıkışıp kalıyoruz. Geleceğe dair bırakılan izler olaylar, kişiler, hep buralardan kuruluyor. Bu çağın şimdiki bölümünde bizlerin ne hissettiği kimsenin umurunda değil. Taş değiliz ki, olsak bile taşın kalbi ve kendine has bir belleği var. Belleğe notlar alırken hayatı yeniden kurduğumuz yerlerin kalbimizde olanın altını çizmek gerek, canlılarız, bitki, hayvan, insan fark etmeksizin hissediyoruz. Hissettiklerimiz de belleğin parçası olmalı.

Neyse destekler kısmına geleyim. Uzattıkça okuma şevkiniz kırılabilir. Hayat hızlı hepimiz için, detaylara vakit ayırmak ayrı bir uğraş ama detaylar hayatın inceliği bir yandan da.

Bu 3. yıldaki destekçilerimden biraz söz edeyim. Bugüne kadar elini taşın altına koyan 48 tane insanın her birinin ayrı hikayesi var buraya bağlanan.

Sayıyla 48, okununca iki heceden oluşan ama içinde barındırdığı anlam itibari ile sayıyla ifade edilemeyecek bir deneyim ve benim için yol alma hikayesi aslında.

Bu destekçilerin içinde 3 yıldır destek veren insanlar var. Kadınlar var, kadınlar var diye belirtme ihtiyacı duyuyorum çünkü 48 insan içinde sadece 7 tane hayatı dert edinen erkek birey var. Kadınların içinde kendini feminist olarak tanımlayan 25 kadını ayrıca belirtmem gerek, nedeni mütemadiyen “Feministler” diye başlayıp kötülükle biten cümleler. Feministler napıyordu derlerse “Feministler öğrenciler için eğitim bursuna destek oluyordu” denilebilir burada.

Bazı destekler için buraya yazacağım cümleler eksik, anlamsız, boş kalabilir ama kaydetmek önemli. Mesela KHK ile kapatılmış bir yayın organından şuan işsiz bir gazeteci arkadaşım, barış için imza atıp KHK ile işinden olan akademisyen arkadaşım ve yine aynı nedenle imzacı olan hekim arkadaşımın destekleri dayanışmanın inceliğine dair desteklerdi. Onlar işi, ekmeği hayatı elinden alınıp köşeye sıkıştırılmış olsa bile hikayenin hayatta kalmaya dair tarafında duranlardı. Destekler geldikçe her bir desteğe tek tek dönüp teşekkür ederken çokça cümle kurduk destek olan dostlarla karşılıklı ve çokça gözyaşı döktüm o cümlelerin sonunda, var olmaya dair, varlıklarına minnet duyarak.

Bir de internet üzerinden bağış kampanyası açıp bekleme hali var. Bağış geldikçe gözlerde kalp halini alan TL işaretleri. Tüm ilişkileri yeni baştan kuran o “çıkar“ ama kendimiz için olmayan çıkar ilişkisi hali. Son 3 maraton ve doğalında kampanyaya dair tüm gönüllü koşucular ilişkilerimizi kurduğumuz yerlerde daha sağlam adımlar atıyoruz. Örnek vereyim Facebook'ta 1150 arkadaşım var, hepsi 5 lira destek olsa şuan da 5750 TL ile aşağı yukarı 2 öğrencinin 2 yıllık bursunu karşılayabilirdik. En basit dayanışma hali buydu aslında. Olamadığını ilk başladığım yıl öğrendim diğer gönüllülerle birlikte. Sosyal medyada yapacağız, edeceğiz deyip ve en derin dayanışma cümlelerini kuranların aslında sadece söylediğini görüp, eylemeye gelince hiç bir şey yapmadıklarını gördük. En yakın çevremizdeki en iyi olduğunu düşündüğümüz, her gün bilmem hangi kafeden, hangi meyhaneden check in yapan insanların bir kahve, bir bira meblağı kadar bile destek vermediğini gördük. Bunlar her birimiz için iyi oldu. Kiminle yola çıkıp devam edebileceğimiz anlamında yol açtı bizlere. Mütemadiyen her mecrada Gezi güzellemesi yapan herkesi de gördük yol alırken. Onlar bizim için önemliydi ama sadece söyleyip eyleme kısmına gelince toz bulutuna dönüşmelerine şaşırmadım kendi adıma, aynı Gezi'de olan gibiydi. Öyle olmasaydı başka türlü olurdu her şey.

Çok uzattım. Buraya kadar okuyan varsa sabırlı insan diye ayrı bir teşekkür edeyim sabrına. Daha çok detay var da artık boğmayayım kimseyi detaylarla.

Bu son maratonunun özelinde diğer maratonlara selam ederek bitireyim.

Maraton sabahı ALİKEV'le koşacak her yaştan cinsiyeti, cinsel yönelimi, ırkı fark etmeksizin 200'den fazla belki daha fazla insan, çoğumuz birbirimizi tanımıyoruz, sabahın 06:00'sında yollara düşüyoruz. Son iki yıldır Kadıköy'den topluca buluşup cümbür cemaat Boğaziçi Köprüsü başlangıcındaki koşu start noktasına ulaşıyoruz. O sabahın köründeki buluşmaya geceden hazırlanma heyecanı, buluşma, toplaşma halleri başlı başına hikaye aslında.

Sonra işte koşu öncesi fotoğraflar, maraton koşacakları yolcu etmeler filan derken koşu başlıyor. Sonrası başka bir dünya. Sayfalarca yazsam da anlamı yok. Sadece orada, içinde olunca olan bir şey. Düşlere güç vermek için koşuyoruz, yürüyoruz, birlikte var oluyoruz.

O tıp öğrencisi ve daha nicelerinin düşüne dair koşuyoruz…

Koşu sabahı çekilen aile fotoğrafı bizim için mühim. Aile, o bize dayatılan, erkeğin reis olduğu, bildiğimiz bir aile değil. Başka bir aile burada bahsi geçen. Kan bağından, soyadından bağımsız, acının bağladığı görünmez iplerle bağlı ve düşlerin peşinde koşan koskocaman ve her yıl daha da büyüyen bir aile.

Bu kocaman ailenin parçası olmak umut etmeye ve yaşamaya dair güç veriyor bana. Daha çok şey vardı buna dair söyleyeceğim ama şimdilik bu kadar.

Son bir detay o ilk Hatay'a gidişimden sonra Nuh'la buluştuğumuzda vakıf için, Ali İsmail için ne yapabiliriz diye konuşmuştuk, hatta vakfın kartını o gün verdiğim haliyle cüzdanında duruyor.

O gün ne yapacağımızı konuşmamız, Emel anne ile ilk karşılaşma ve devam eden can dostluğumuz zaten yolu açtı bizim için. Nuhcum için, zamandan ve mekandan bağımsız aşkın yolunda, Ali İsmail’in düşlerine güç vermek için koşmaya devam edeceğim.

***

Not: Koşu bitti ama ALİKEV'in eğitim bursu kampanyası 25 Kasım'a kadar devam edecek. Emel annenin adımlarına destek olsanıza. Emel Korkmaz destek linki:

https://fonzip.com/alikev/kampanya/ali-i-smail-icin--o-nun-duslerinin-pesinde-kosuyorum-