20-27 Haziran 2012 tarihleri arasında Yunanistan'da bulunan Marksist antropolog David Harvey, Radikal Sol Koalisyon/SYRIZA'nın günlük yayın organı olan Avghi ile bir söyleşi gerçekleştirdi. Harvey, söyleşide Yunanistan'daki seçim sonuçlarını ve kent ile taşra arasında görülen oy dağılımındaki farklılıkların olası nedenlerini değerlendirdi.

 

- 17 Haziran seçimlerinde SYRIZA, Yunanistan genelinde ikinci parti oldu, ancak nüfusun neredeyse yarısını barındıran Atina’da birinci partiydi. Sağ zengin mahallerde epey önde çıkarken, merkez partilerin de ara tabaka olarak çöktüğü olgusunu göz önünde bulundurursanız, bu sonucu nasıl açıklarsınız? Marksist coğrafya, daha mı çok kullanılmalı?
- Evet, kesinlikle daha çok Marksist coğrafyaya ihtiyacımız var. Nüfus faktörlerine dair bir genel bakışa sahip değilim, ancak durumun mevcut dinamikleri göz önünde bulundurulduğunda, kent bölgelerinin krizden, gıda anlamında kendine yetmenin daha olanaklı olduğu taşraya oranla daha fazla etkilenmiş olması muhtemel.

- Yunanistan taşrasında işsizlik oranı çok yüksek.
- Evet, fakat insanların çoğu kez kendilerine çalıştıkları, hayatın daha ucuz olduğu bu bölgelerin sosyal yapıları, nüfusun halihazırda kapanmış olan sosyal hizmetlere daha az bağımlı olması anlamına geliyor. Daha önce belirttiğim gibi, muhtemelen bu seçmenler SYRIZA’nın evlerine el koymasından endişelendi. Durumun değerlendirmek için elimde veri yok, bu nedenle 2000’lerin başında işsizliğin temel olarak büyük şehirleri etkilediği Arjantin’de ne olduğu üzerinden gerekçelendiriyorum. Arjantin’de taşra daha az etkilenmişti. Krizin sonuçları, genelde daha çok kent sakinlerini etkilemiştir. Yunanistan’da seçim sonuçları haritasına baktığımızda, SYRIZA’nın en iyi sonuçları büyük şehirlerde, Selanik’te, Pire’de, Atina’nın işçi sınıfı mahallelerinde elde ettiğini görürüz. Krizin etkilerinin bu dengesiz mekânsal dağılımı katiyen anormal değil, ancak daha kesin yanıtlar verebilmemiz için daha fazla veriye ihtiyacımız var.

- Radikal sol, krizin sistemik olduğuna inanıyor. Sizin fikriniz de bu mu? Yunanistan krizi, ne ölçüde özgül niteliklere sahip? Neo-liberallere göre tamamen kamu sektörünün büyüklüğü ve yapısından kaynaklanıyor.
- Kesinlikle Yunanistan’a özgü özellikler mevcut; vergi sistemi, eşitsizlik düzeyi ve yıllardan beri gizlenen borç gibi. Tüm bu etkenler krizi kötüleştirmiştir, fakat ne olursa olsun bunların sebep olduğunu söylemeyeceğim. Kriz sistemik, bundan şüphe yok. Şokun çok şiddetli olmasının ve krizin ülke genelinde çok eşitsiz yansımasının nedeni, hepsi kapitalist sistemin işleyişi ile ilişkili olan sebeplerin çeşitliliği.

Dünyanın bazı kısımları, krizden ciddi anlamda etkilenmiş değil. Krizin, Latin Amerika’yı Avrupa ile aynı şekilde vurmamasına sebep olan bir döngü mevcut. Latin Amerika, krizin darbesini 2001-2002 yıllarında yedi ve olan şu ki, krizin geçmesinin ardından sorunun farkına vardılar. Örneğin Arjantin, borç sorununu çözdü ve Almanya’nın borcu gayri safi yurtiçi hasılasının yüzde 80’ine denk iken, Arjantin’inki sadece yüzde 7’si kadar. O dönemlerde, döviz rezervi olmayan çeşitli ülkeler, örneğin Güneydoğu Asya’dakiler daha fazla etkilendi.

Daha geniş bir düzeyde, konut krizi olarak başlayan şey, bankacılık kriziyle bağlantılıydı. Nasıl ki bankalar kurtarılmaya başlandı, kriz, kamu borcu krizi haline geldi, sermaye fazlası olmayan ve başka sorunlarla karşı karşıya olan ülkeler kendilerini hemen zor bir durumda buldular. Ama bir kez daha, her vaka kendine mahsustur.

Örneğin İspanya’da gayrimenkul krizinden kaynaklanıyor; Yunanistan’da olduğu gibi kamu borcunun finansmanı krizinden değil. Bununla birlikte, Yunanistan’da devlet harcamalarının aynı zamanda gayrimenkulle, kamu çalışmalarıyla ve arsa spekülasyonuyla ilişkili olduğunu dikkate alınız. Borç, 2004 Olimpiyat Oyunları’nın hazırlık sürecinde önemli derecede kabardı. Şu anda, olimpiyat organizasyonunun ardından harabeye dönmüş şehirlerin ve hatta ülkelerin uzun bir tarihçesine sahibiz. Bu nedenle krizin sistemik olduğu, fakat krizin şeklini şemalını belirleyen başka faktörlerin etkili olduğu hükmüne varabiliriz.

- Atina’da verdiğiniz bir konferansın konusu “direniş ve umut mekânları olarak şehirler” idi. Yunanistan sağının seçimlerdeki ana sloganlarından biri “şehrimizi geri alalım”, göçmenleri, protestocuları vb. kovalım şeklindeydi. Şehrin nihai sahibi kim?
- Her bireyin veya grubun hakkı; şehir bir iktidar ilişkileri konusudur. Çeşitli gruplar hakkını istiyor: gayrimenkul spekülatörleri, borsa tacirleri, girişimciler… Ve tabii ki iş güvenliğe geldiğinde, durumdan avantaj sağlamaya çalışan çeşitli popülist girişimler, düzenin yeniden sağlanması ve “şehirlerin yeniden fethi” sözü veriyor. Bu girişimlerin farklı biçimleri var. Sağın kullandığı biçimler var, ancak dünya genelinde feminist hareket gibi ya da gece gezinme hakkı talebinde bulunanlar gibi (geceyi kurtarma) toplumsal hareketlerin kullandığı biçimler de var. Bu hak, her zaman iktidar ilişkilerinin pazarlık konusu olmuştur.

Sorun, kimi destekleyeceğimize karar verme hakkı. Kendi adıma, alt gelir grubunun kente hükmetme hakkını desteklerim. Bu kesim, şehrin işleyişinin nasıl görünmesi gerektiğine ve bunun şehrin zorluğunu nasıl katlanılabilir yapacağına karar verme hakkına sahip.

Çöpçü, dükkan sahibi, bir fincan koyu kahve servis edecek garson, burjuvanın çocuğuna bakan kadın; tüm bu grupların kararlara katılım hakları yok ve buna rağmen yetersiz ulaşım ve barınma seçenekleriyle, şehrin tüm dezavantajlarından olumsuz etkilenirler. Şehri temsil etme iddiası olan ve tüm iktisadi gücü elinde tutan, fakat karar hakkı olmayanları ötekileştirecek güçlü bir hareket görmeyi istiyorum.

- Avrupa’nın bir gün neo-liberal politikaların pençesinden kurtulabileceğini düşünüyor musunuz? Avrupa halkları, Avrupalı egemenlerce uygulanan özelleştirme, finansallaştırma ve kriz yönetimi yolundan sapacak yeni bir sistem talep etmeye hazır mı? Euro bölgesi ve Avrupa Birliği sürdürülebilir mi?
- Çok önemli sorular! Neo-liberalizm açısından yanıt, onun nasıl tanımlandığına bağlı. Bana göre neo-liberalizm; serveti finansallaştırma ve bahsini ettiğiniz diğer yöntemlerle çok dar bir tabakanın ellerinde toplamak için hazırlanmış bir sınıf tasarımıdır. Bu, esas olarak 1970’lerden beri neo-liberalizmin tanımıdır ve Uluslararası Para Fonu (IMF) tarafından uygulanan daimi yapısal uyum programları, her zaman finansal kuruluşları halkın zararına bir şekilde kurtarmayı amaçladı.

Keynes’in dünyasında, son 30 yılda olduğu gibi zenginlerin lehine değil, yoksullara yönelik yeniden bölüşümden bahsedilmişti. Ve bu süreç, kriz tarafından etkilenmemiştir. Son beş yıllık küresel kriz süresince zenginler büyümeye devam etmiştir. Yunanistan’da vuku bulan yapısal uyum programı, 1982’de de Meksika’da gerçekleşti. Sorumluluğu halka yüklerken, ödeyecek hiçbir şeyi olmayan borç senedi sahiplerine karşılığını ödüyorsun.

Bu, neo-liberalizmin sonu değil, onun vahşice imkânlarla devamıdır. Bu yapıyı tersine çevirme ihtiyacına dair bilinç olmadıkça dinamiklerin değiştirileceğini düşünmüyorum. Bu bilinç sadece daha geniş çapta bir şeyin başlangıcıdır. Şili'de öğrenci hareketi, Pinochet ölmüş olsa bile "Pinochetcilik"in hâlâ yürürlükte olduğunun farkına vardı ve bu yüzden konuşmalıyız. İngilizler Thatcher'dan kurtuldu, ama Thatcherizm'den kurtulmadı.

Yunanistan'da SYRIZA'nın, çözümün sorundan daha fazla sorundan neo-liberal model aracılığıyla kurtulmak demek değil, neo-liberal modelin kendinden kurtulmak olduğunu anlayan bir siyasi güç olduğunu düşünüyorum. SYRIZA'nın Avrupa genelinde simgesel bir hareket olmasının nedeni bu. Gerçekten de Avrupa sokaklarında birçok gösteri gördük; İspanya'da "öfkeliler", Yunanistan'da meydanlardaki hareket, ancak bunun istikamet sunabilen bir siyasi güçten doğduğunu ilk kez görüyoruz. Bunu tüm Avrupa'ya yaymaya ihtiyacımız var.

Bu türden bir şey, bir dereceye kadar Şili'de öğrenci hareketiyle ortaya çıktı ve son yapılan kamuoyu yoklaması nüfusun yüzde 70'inin hareketi desteklediğini gösterdi. İktidara yaklaşan ve siyasi deneyim kazanan bir parti olarak SYRIZA, neo-liberal modele alternatif bir söylem formüle edebilir. SYRIZA'nın atılımında umut verici olan, böylesi bir şeyin Avrupa'da ilk kez gerçekleşmesi.

Fransa'daki Sosyalist Parti gibi yumuşak hareket eden, İngiliz İşçi Partisi gibi hakim modelden uzaklaşmak doğrultusunda çok korkakça davranan sosyalist veya geleneksel sosyal demokat partiler gördük. Bütün bunlar olumlu olsa da, söz konusu cenahta kimse neo-liberalizme kararlılıkla uzakta değil.


http://www.contretemps.eu/fr/interviews/syriza-est-mouvement-emblématique-toute-leurope-entretien-david-harvey-3 adresinde yayımlanan söyleşiden çevrilmiştir.

Çeviri: Erkan Çınar / Gerçeğin Günlüğü