Londra - Bütün dünya Libya lideri Muammer Kaddafi'nin iktidarı ele geçiren Ulusal Geçiş Konseyi güçlerince yakalanması ve şaibeli şekilde öldürülmesi haberiyle çalkalandı. Libya'daki Kaddafi karşıtları sokaklara dökülerek kutlamalar yaparken dünya liderlerinden de peş peşe açıklamalar geldi. Batılı hükümetler Kaddafi'nin ölümüyle "Libya'da yeni bir dönemin başladığı" şeklindeki açıklamalarla ve özgürlük, barış, demokrasi kelimeleriyle süslü söylemlerle "kutlamaya" katıldılar.

Anaakım medyada yer alan haberlerde politikacıların yaptığı açıklamalar ve Kaddafi'nin Libya halkına karşı işlediği suçlar geniş yer bulurken, yakın geçmişte Batılı hükümetlerin bu suçlara nasıl iştirak ettikleri hakkında pek az bilgiye yer verildi. Oysa diktatörün ölüm haberiyle memnuniyetini gizleyemeyen Batılı hükümetlerin birçoğu özellikle son yıllarda Kaddafi'nin hem yakın dostu hem de başlıca suç ortaklarıydı.

ABD YÖNETİMİ KADDAFİ İLE YAKIN İLİŞKİ İÇİNDEYDİ

ABD yönetimi Kaddafi ile uzun yıllar sorunlu bir ilişki içinde olmuş ve Libya'ya karşı 1993-2003 arasında uygulanan BM yaptırımlarında başrolü oynamıştı. Ancak 2003'ten sonra iki ülke arasındaki ilişkiler süratle iyileşmeye başladı. Libya'nın zengin petrol yataklarını Avrupalı şirketlere kaptırmak istemeyen Amerikan petrol şirketleri yaptırımların sona ermesinin ardından 2005 yılında "ABD-Libya Yatırım Ortaklığı"nı kurarak Libya pazarına hücum etti. Bu girişimlerin sonucu olarak 2003 yılında sıfır düzeyinde olan ABD-Libya ticaret hacmi 2010 yılına gelindiğinde 2,7 milyar dolara ulaştı.

ABD'nin ekonomik girişimlerinin yanısıra gizli servis düzeyinde de Kaddafi ile yakın işbirliği bulunuyordu. Geçtiğimiz ay Amerikan ve İngiliz basınında yayınlanan haberlerde CIA ve İngiliz dış istihbarat servisi MI6'nın, "İslamcı" olarak bilinen bazı önemli isimleri işkence göreceklerini veya öldürüleceklerini bile bile Libya'ya geri gönderdiği, Libya hükümetinin de bu yardımlara karşılık Amerikan ve İngiliz petrol şirketlerinin birçok projede yer almasını sağladığı belgelerle ortaya konulmuştu. Bu ilişkiler o kadar "sistematik" bir hale gelmişti ki Kaddafi, 2004 yılında CIA'ya ülke içinde özel bir temsilcilik açması için izin dahi vermişti.

Ancak Libya coğrafi ve tarihsel olarak ABD'den çok Avrupa emperyalizminin etkisi altındaydı ve İngiltere, İtalya ve Fransa'nın Kaddafi ile çok daha "derin" ilişkileri bulunuyordu.

BLAİR'İN KARANLIK İLİŞKİLERİ

İngiltere ile Libya arasındaki ilişkiler de BM yaptırımlarının kaldırıldığı 2003 yılından sonra hızla gelişmeye başladı. Bu yıllar içinde İngiltere, Libya'nın en fazla petrol ihraç ettiği ülke haline gelirken, 50 milyar dolarlık devasa bir bütçeye sahip olan Libya devletine ait yatırım şirketi Londra'ya şube açarak kontrolündeki petrol dolarlarını dünya finans piyasalarına akıtmaya başladı.

İngiltere'de Tony Blair'in başbakanlık koltuğunda oturduğu yıllarda ilişkiler giderek özel bir boyut kazanmaya da başladı. Libya'daki iç savaş sırasında İngiliz büyükelçiliğinde ele geçirilen ve geçtiğimiz ay İngiliz Sunday Telegraph gazetesi tarafından yayınlanan belgelere göre Blair, 2004 ve 2006 yılları arasında birçok defa Kaddafi ile İngiliz ve Amerikan petrol şirketleri adına gizli toplantılar ve arabuluculuk temasları yaptı. İskoçya'da tutulan Libyalı bir tutsağa karşı BP şirketinin 2008'de Kaddafi yönetimi ile yaptığı 900 milyon dolar değerindeki petrol arama anlaşması bunlardan sadece birisiydi. Bu, BP'nin tarihindeki en geniş kapsamlı petrol arama anlaşmasıydı.

Blair sadece petrol şirketleri için değil JP Morgan gibi finans kurumları için de Kaddafi ile pazarlıklar yürütüyordu. George W. Bush ile birlikte Orta Doğu'yu kana bulayan "teröre karşı savaş" konseptini yaratan Blair'in bu ve benzeri iş ilişkileri ve komisyonlarla 100 milyon doların üzerinde bir servete sahip olduğu sanılıyor. Şu an "Orta Doğu Barış Elçisi" sıfatını taşıyan Blair, Libya'da birçok yatırımı bulunan ABD bankası JP Morgan'dan "danışmanlık" karşılığı yılda 4,5 milyon dolar maaş alıyor.

NATO operasyonunun başlamasının ardından İngiliz bankalarında bulunan Libya'ya ait 20 milyar doları donduran ve bu sayede Libya pazarında ek bir yaptırım gücüne kavuşan İngiltere'nin önümüzdeki dönemde Libya'da işbaşına gelen yeni yönetimle ilişkilerini artırması ve özellikle petrol ve silah sektörlerinde daha fazla pay kapmak için yoğun bir lobi faaliyeti içine girmesi bekleniyor.

BERLUSCONİ İLE KADDAFİ ORTAKTI

Kaddafi ile yakın ilişki içinde olan bir başka Batılı lider de Kaddafi'nin ölüm haberinden "mutluluk" duyduğunu söyleyen İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi'ydi. Hatta Berlusconi, bu ilişkileri daha da ilerleterek bir Libya devlet yatırım şirketinin yüzde 22 hissesini alarak rejime "doğrudan" ortak olmuştu. Kaddafi'ye bağlı devlet şirketleri ve tüzel kişilikler de birçok İtalyan petrol, silah, finans ve telekomünikasyon şirketinde hisse sahibiydi. 2010 yılına gelindiğinde Libya devlet şirketlerinin İtalya'daki yatırımlarının tutarı 49 milyar euro'yu bulmuştu.

Kaddafi'nin 2008'de gerçekleştirdiği İtalya ziyaretiyle iki ülke arasındaki ilişkiler daha da ileri bir noktaya taşındı. Ziyaret sırasında Kaddafi ile Berlusconi hükümeti arasında "dostluk ve işbirliği anlaşması" imzalandı. Anlaşmayla enerji alanındaki ilişkiler ilerletilirken mülteciler konusunda da utanç verici pazarlıklar yapıldı. Bu pazarlıklar sonucunda iki lider arasında varılan ve 25 yıl süresi olan anlaşma ile İtalya, kuzey Afrika'dan İtalya'ya geçmeye çalışan sığınmacıları durdurması ve alıkoyması karşılığında Libya'ya her yıl 250 milyon euro ödemeyi kabul etti.

Kaddafi döneminde Libya'nın Avrupa'daki en büyük ticari ortağı haline gelen İtalya, Libya'da işbaşına gelen yeni hükümetle de yoğun temas içinde bulunuyor ve ENI gibi İtalyan enerji firmalarının Libya'daki çıkarlarını sağlama almanın yollarını arıyor.

SARKOZY’NİN SEÇİM KAMPANYASINI FİNANSE ETMİŞTİ

Fransa’nın ise Kaddafi rejimi ile olan kirli ilişkileri artık bir sır değil. Kaddafi’nin oğlu Sarkozy’nin 2007’daki cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasını finanse ettiğini açıklamıştı. Kaddafi’nin kaçışını sağladığı belirtilen Fransız yapımı zırhlı araç 4×4’ün Sarkozy’nin onayı ile 2008’de Kaddafi’ye satıldığı da belgelenmişti.

Ayrıca Fransa da öteden beri Libya pazarından pay kapma yarışı içindeydi ancak tüm çabalarına rağmen İngiltere ve İtalya'nın gölgesinde kalmaktan kurtulamıyordu. Örneğin Fransız petrol şirketi Total, Libya pazarının ancak yüzde ikisini kontrol edebiliyordu. Bu nedenle Libya'da Kaddafi'ye karşı başlayan isyan hareketi Fransa hükümeti için bulunmaz bir fırsat yarattı. İsyanın başlamasının ardından Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Nato harekatının en ateşli savunucusu olurken Fransa, Kaddafi'nin devrilmesinin ardından Ulusal Geçiş Konseyi'ni tanıyan ilk ülke oldu. Libya halkının özgürlüğü için hükümetin bu kadar azimli olmasının nedeni kısa süre sonra anlaşılacak, Fransız basınında hükümet ile yeni Libya yönetiminin ülke petrollerinin yüzde 35'ini Fransız petrol şirketlerinin kontrol etmesi konusunda daha Nato harekatının başlamasından önce anlaşmaya vardığı haberleri yayınlanacaktı.

ERDOĞAN KADDAFİ İNSAN HAKLARI ÖDÜLÜNÜ ALDI

Türkiye’de AKP iktidarının da Kaddafi ile ilişkileri öylesine bir düzeye ulaşmıştı ki, Kasım 2010’da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Kaddafi İnsan Hakları Ödülü’nün Kaddafi’nin elinden almıştı. Hatta Libya’ya NATO müdahalesini başlarda reddetmiş ancak daha sonra “gerekli” olduğunu söylemişti.

SİLAH SAT, SAVAŞ ÇIKAR, İŞGAL ET

Batılı hükümetlerin Libya ve Kaddafi ile ilişkilerinde ilk sırada petrol geliyorsa ikinci sırada silah ticareti geliyordu. 2003'te Libya üzerinde uygulanan silah ambargosu sona erdirilince Avrupa silah şirketleri hızla Libya'da lobi faaliyetlerine başladı. AB ülkeleri Libya'ya 2005'de 72 milyon euro değerinde silah satarken bu rakam dört yılda yaklaşık beş kat artarak 2009'da 344 milyon euro seviyesine ulaştı. Sırasıyla İtalya, Fransa ve İngiltere, Kaddafi yönetiminin başlıca silah sağlayıcılarıydı. Bu üç ülke, Kaddafi'ye karşı gerçekleştirilen Nato operasyonunun da en ateşli savunucuları olacaktı.

Sadece 2010 yılında İngiltere, Libya'ya suikast silahları da dahil olmak üzere 55 milyon dolar değerinde silah sattı. İsyanın ilk günlerinde Bingazi'de sivillerin üzerine sürülen zırhlı araçlar İngiliz yapımıydı ve acımasızlığıyla bilinen Kaddafi'nin oğlu Khamis'in komutasındaki özel birlikler İngiliz ordusu tarafından eğitilmişti. Aynı Khamis, isyanın başlamasından hemen önce bir Amerikan teknoloji şirketi tarafından verilmiş bursla ABD'de eğitim görüyor ve ABD'nin önde gelen teknoloji, silah ve petrol şirketleriyle ikili görüşmeler yürütüyordu.

Silah şirketleri şimdi aynı hızla yeni Libya yönetimiyle pazarlık yaparak "modernize" edilmesi planlanan Libya silahlı güçlerinin yapacağı silah alımlarında aslan payını kapmaya ve kimbilir hangi savaşta kullanılacak silahları satmaya çalışıyor.

LİBYA: VARLIK İÇİNDE YOKLUK

Açgözlü petrol şirketleri, karanlık silah firmaları, gizli servisler ve çıkarcı politikacılar tarafından kuşatılmış Libya halkı ise adeta varlık içinde yokluk çekiyor. Libya, dünyanın en kaliteli petrol rezervlerine sahip ülkesi olarak gösteriliyor. Ülke ihracatının yüzde 95'ini oluşturan petrol ve doğal gazdan yılda 120 milyar dolar gelir elde ediliyor. Yıllarca petrol gelirleri Kaddafi ve çevresindeki bir avuç elitin ve ülkede fink atan yabancı komisyoncuların cebine giderken ülke yoksulluk batağına saplandı. İsyan öncesinde Libya, yüzde 50'yi bulan genç işsizler oranıyla bu kategoride dünyada ilk sırada geliyordu. Kaddafi'ye karşı isyanın patladığı doğu Libya, daha da yoksuldu.

Kaddafi'nin devrilmesiyle sonuçlanan iç savaş ülkeyi daha da kötü koşullara soktu. Yedi ay süren iç savaşta resmi rakamlara göre yaklaşık 30 bin insan öldü, 50 binden fazla insan yaralandı, 700 bin kişi komşu ülkelere göç etmek zorunda kaldı. Libya'nın zaten zayıf olan altyapısı iç savaş ve Nato bombaları sonucu iyice harabeye döndü.

Eski İngiliz başbakanlarından Lord Palmerston, "Bizim ebedi dostlarımız da ezeli düşmanlarımız da yoktur. Bizim ebedi ve ezeli çıkarlarımız vardır" demişti. Libya'nın yakın tarihi, iç savaş ve Kaddafi'nin başına gelenler belki de en çok Orta Doğu'ya uyan bu sözün soğuk gerçekliğini bir kez daha gösterdi. Orta Doğu halklarının irili ufaklı emperyalist devletlerin hesaplarını bozup kurtuluşa ulaşması, tarihten ve yaşanan acı deneyimlerden ders çıkararak halka dayalı demokratik bir mücadeleyi birlikte yükseltmelerinden geçiyor. Yoksullar birbiriyle savaşmayı bırakıp savaşlardan nemalanan zenginlere karşı birleşince gerçek barışın, özgürlüğün ve eşitliğin de yolu açılmış olacak. (Barış Kınık-ANF)