İsviçre’de yasal bir kılıfa büründürülen ‘yabancı düşmanlığı’ giderek artıyor. Ülke ekonomisinin kalkınmasında hayati role sahip göçmenler siyasetçiler tarafından ‘suçlu’ ve ‘asalak’ ilan edilerek politik rekabete kurban ediliyor. Göçmen politikasının ülkeyi felakete götürdüğünü belirten sendikacılar ve hukukçular ise, göçmenlerin ülkede yaratılan “Modern köleliği“ birbirleriyle dayanışarak ortadan kaldırabileceği görüşünde.

Giderek muhafazakârlaşan Avrupa’da yabancılara yönelik ayrımcı uygulamalar da artış gösteriyor. Siyasetçiler yaşanan ekonomik krizin faturasını yabancılara çıkarırken, gelinen nokta insan hakları konusunda kaygı verici boyutlara ulaşmış durumda. Avrupa’nın en demokratik ülkelerinden biri olarak tabir edilen İsviçre ise özellikle son yıllarda yabancılara yönelik uygulamalarından dolayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde mahkûm olmakla beraber, uluslararası İnsan hakları kuruluşlarının izlediği ülkeler arasına girdi.

Son olarak geçtiğimiz yıl, Ulusal Parlamento tarafından kabul gören ve Yabancılar Yasasında ‘sert’ değişiklikler öngören yasanın kabulünden sonra, İsviçre’nin aşırı sağcı partisi İsviçre Halk Partisi ( SVP- UDC), yabancılara yönelik uygulamaların daha da sertleşmesini istiyor. SVP, yabancıların içinde bulundukları mülteci kamplarından kent merkezlerine girişlerinin yasaklanması veya izne tabi tutulması, oturum hakkı kazanmış mültecilerin sosyal haklarının daha da kısıtlanması için çalışma başlattı. Seçim kampanyalarını yabancı düşmanlığı üzerinden yürüten sağcı partilerin kullandığı argümanlar aslında çok da gerçeği yansıtmasa da, basın aracılığıyla yürütülen manipülasyon sonuç almalarını sağlıyor. Sağcı partiler, ülkede işlenen suçların büyük bir kısmının yabancılar tarafından işlendiğini ve yabancıların çalışmayarak devletten geçindiğini ileri sürse de, İsviçre İstatistik Kurumu’nun verileri tablonun böyle olmadığını gösteriyor.

EKONOMİK KALKINMADA GÖÇMENLERİN PAYI YÜZDE 27

İsviçre İstatistik Kurumu’nun 2012 yılı verilerine göre 8 milyon 14 bin nüfusa sahip olan ülkede 1 milyon 853 bin 400 göçmen yaşıyor. Kurumun en son 2010 yılı verileri ve veri analizine göre son yüzyılın ikinci yarısında ülkeye gelen ‘yabancılar’, ülke ekonomisin yükselişinde hayati bir rol oynadılar. Kurumun verilerine göre göçmenlerin ekonomik kalkınmadaki payı yüzde 27 oranında. Bu verilere göre yabancıların yüzde 37’si endüstri alanlarında yüzde 25’i ise diğer kamusal alanlarda çalışıyor. İstatistik kurumunun 2012 yılının son çeyreğinde yaptığı diğer bir çalışmaya göre 15-64 yaş arası ülke nüfusunun yüzde 79,8’i çalışıyor. Aynı yaş ortalamasına sahip İsviçrelilerin yüzde 80,9’u çalışıyor iken bu oran göçmenler için yüzde 76,7. Tabii ki söz konusu verilerde İsviçre vatandaşı olmuş mülteciler de İsviçreli olarak kabul ediliyor. Bu verilere göre aslında ülkedeki işsizler veya devletten geçinenlerin büyük bir kısmı aslında İsviçreli.

KİM DAHA ÇOK SUÇ İŞLİYOR?

Sağcı partilerin sıkça kullandığı “yabancılar suç işliyor” argümanı da İstatistik kurumunun verilerine göre hiç de gerçekçi değil. Kurumun 2011 verilerine göre ülkede 94 bin 561 suç davası görülmüş. Bu suç davalarının yüzde 44’ü İsviçreliler, yüzde 56’sı ise ‘yabancılar’ tarafından işlenmiş. Fakat işlenen suçlara bakıldığında bunun neden böyle olduğu daha net anlaşılıyor. Kurumun verilerine göre, hırsızlık, cinayet, adam yaralama vb. ceza yaşlarının ihlali yüzde 32,8, Narkotik yasaya muhalefet yüzde 5, yabancılar yasasına muhalefet yüzde 14,9, trafik yasasına muhalefet ise yüzde 54,5 oranında. Sadece göçmenler için geçerli olan ‘yabancı yasası’nın da bu istatistiklere girmesi doğal olarak yabancıların daha çok suç işlediği gibi bir yanılsamayı ortaya çıkarıyor.

MÜLTECİLER KÖTÜ KOŞULLARDA YAŞIYOR

İstatistikî veriler böyleyken, ülkede bulunan mülteciler hangi koşullarda yaşıyor? İnsan Hakları Kuruluşlarının sıklıkla gündeme getirdiği yabancıların yaşam koşulları çok ağır. İsviçre’de “Asgari Ücret uygulaması” yok. Ama bir kişinin normal koşullarda yaşaması, yani vergilerini verip, asgari koşullarda yaşaması için gerekli olan ücret aylık 3 bin 400 Frank civarında. Fakat özellikle mülteci koşullarında yaşayan binlerce insan aylık 300-450 Frank ile yaşamak zorunda kalıyor. Bir ekmeğin 3,5 Frank olduğu İsviçre’de bu ücretle yaşamak neredeyse imkansız gibi. Son İltica yasasındaki revizyonla bu ücret ayda 240 Franka indirildi.

Oturum hakkı almış olanlar içinde durum çok farklı değil. “B” veya “F” statüsünde oturum hakkına sahip bir yabancının aylık aldığı ücret kira, sağlık sigortası, günlük yeme içme vb ihtiyaçlar dahil bin 600 ile 2 bin 200 Frank arası değişiyor. Mültecilerin oturum hakkı elde edene kadar yıllarca, geçmişte sığınak olarak kullanılan yer altı kamplarında, 8 ile 24 kişilik odalarda kalmak zorunda kalıyor. Birçok kantonda “N kimliği” statüsünde olan ilticacıların çalışma izni yok. Fakat yaşadıkları belediyelerde ormanda ağaç kesmek, temizlik, inşaat vb. ağır iş sektörlerinde saati 3 ile 7 frank olan bir ücretle çalışmaya zorlanıyor. Fakat bu ücret bile kendilerine verilmeyerek, zaten kendilerine verilen aylık ücretin karşılığı olarak kabul ediliyor. Bütün bunların yanı sıra bir de ülkede “Kağıtsızlar” olarak kabul edilen büyük bir yabancı kitlesi var. Bunlar resmi olarak ülkede değiller. Hiçbir sağlık veya iş güvenceleri yok. Varlıkları devlet tarafından bilinse de herhangi resmi bir belgeye sahip olmadıkları için, gayri resmi olarak çok düşük ücrete çalışmak zorundalar.

‘EĞİTİMSİZ İNSANLAR YABANCI DÜŞMANLIĞI YAPIYOR’

İsviçre’nin mültecilere yönelik politikasına ilişkin ANF’ye konuşan İsviçre Basın Sendikası Syndicom’da Göçmen komisyonu Başkanı olan Salvatore Pittà, ülkedeki yabancı düşmanlığının bir eğitim sorunu olduğunu söyledi. Eğitimli ve yabancılarla diyalogu olan insanların yabancı düşmanlığı yapma ihtimalinin daha düşük olduğunu ileri süren Pittà, özellikle kriz zamanlarında yabancıların günah keçisi yapılarak basit çözümler üretilmesine sebep olduğunu belirtti. Pittà, son iltica revizyonunun da diğer yabancı karşıtı yasa tasarıları gibi İsviçre’nin yabancılar için cazibe merkezi olmaktan çıkarmak amaçlı yapıldığını, bu nedenle insanların geldikleri koşullardan daha kötü koşullarda tutulduğunu ama yine de bu göç dalgasının önüne geçilemediğini söyledi. Yabancıların kuru yaprak toplamada, kar ve otobüs temizlemede, Mensa vb. sözleşmeli bir şekilde çalıştırıldığını bunun da çalışan insanların yaşamlarını olumsuz etkilediğini kaydeden Pittà, buna karşı 90’lı yıllardan beri hem birey olarak hem de sendika olarak mücadele ettikleri söyledi.

ENTEGRASYON ZORUNLU BİR GÖREV DEĞİLDİR

Entegrasyon terimini sosyal hizmet alanında yanlış bir kavram olarak gördüğünü dile getiren Pittà, “Entegrasyon bir iç ve dışın varlığını şart koşar. İsviçre bunu ulusal sınırların içi ve dışı olarak tanımlıyor. Oysaki dünya çok daha karmaşıktır. İç içe birçok iç ve dış vardır. Örneğin: aile bağları, dinsel ve kültürel ve diğer topluluklar da dâhil olmak üzere sınırları tanımaz. İsviçre’nin entegrasyon politikasını eleştirebilmek için sadece yabancılar yasasının yeni revizyonuna bakmak yeterli. Yeni yürürlüğe konulan kanun tasarısındaki entegrasyon anlaşmaları, topluma dâhil edilecekler için bir hak değil, aksine entegrasyonu zorunlu bir görev sayan, yeni bir kontrol mekanizmasından başka bir şey değildir“ dedi. Pittà, ille de entegrasyon deniyorsa, o zaman bunun bir hak olarak algılanması gerektiğini belirterek, bu konuda Syndicom'un parasız dil kursları olduğunu, çalışanların hem kurslara katıldığını hem de yarım aylık bile aldıklarını söyledi. Kendisinin 20 yıldır Gazetecilik ve sendikacılıkla beraber kâğıtsızların hakları için mücadele ettiğini kaydeden Pittà, ülkedeki yabancı algısının değişmesi için daha aktif bir çalışmanın şart olduğunu belirtti.

‘YABANCI’ TANIMI YANLIŞ

“Öncelikle yabancı tanımlamasını ret etmek gerekiyor“ diyen Hukukçu Hüsnü Yılmaz ise göçmenlerin bu ülkede bir İsviçreli ile kendini eşit görüp eşit muamele ve eşit haklar talep etmeleri gerektiğini söyledi. İsviçre kamu hukukunu genel olarak yabancı olanlar ve olmayanlar hukuku diye ikiye ayırmanın yanlış olmayacağına dikkat çeken Yılmaz, “Bu anlamda kendi bünyesinde milli aidat üzerinden hukuk sistemi inşa eden ve bunu yasallaştırıp yabancılara karşı bir meşru devlet şiddetine dönüştüren bir hukuk mantığından bahsediyoruz“ dedi. Belli suçları işlemiş yabancıların otomatik olarak yollanması konusunda ise bu durumun pozitivist totaliter bir hukuk mantığından kaynaklandığını ifade eden Yılmaz, “A suçunu işleyeni yollayacağız demek kanı İsviçre kanından değil, değersiz, ailesinin olması, bu ülkede doğup büyümüş olması, siyasi mülteci olması bizi alakadar etmez demeye geliyor. Uluslar arası hukukta aile bütünlüğünü koruma ilkesi, siyasi mültecileri yada iltica talebinde bulunanları geldikleri ülkeye geri iade etmeme ilkesi mevcut. Bunlar İsviçre’de de anayasal güvence altına alınmış haklar fakat belli suçları işlemiş göçmenler için tasarı bu temel hakları hiçe sayıyor“ şeklinde konuştu.

GETİR KULLAN, ÇALIŞAMAZ HALE GELİRSE GERİ YOLLA!

İsviçre’nin gelecek 10 yıl içerisinde göçmenlere istisna yasaları uygulayan bir ülke olmaktan ziyade uluslararası hukukun temel antlaşmalarının da içeriğinin boşaltılması konusunda ciddi bir rol oynayacağını belirten Yılmaz, şu anda sağ partilerin hazırladığı projelerin bu anlamda ülke içerisindeki ‘insan stokunu’ idare etme konusunda devlete ciddi bir dayanak yarattığını söyledi. Bu konuda sol partilerin aslında çok da şikayetçi olmadığına vurgu yapan Yılmaz, “Aslında ifade edilmek istenen fakat uluslar arası hukuktan kaynaklı zorunluluklardan dolayı yapılamayan şey şu: Biz artık ülkemizde iltica ve mülteci istemiyoruz. Bu mekanizmalar insanlara belli hakları beraberinde getiriyor fakat yabancılar hukukunda hele ki kağıtsızlar meselesinde böylesi bir durum söz konusu değil. Asıl hedef aslında getir, kullan, işin bitince, çalışamaz hale gelirse memleketine geri yolla! Bu anlamda iltica yasasında gelecek sene de ciddi değişiklikler öngörülüyor ve 2020’lerde iltica yasası sadece var olan ama uygulama alanı neredeyse kalmamış bir tarihi belge olarak kalacak“ dedi.

GÖÇMENLER BEDAVA İŞ GÜCÜ

İsviçre’de işçilerin çok büyük bir kısmı asgari ücretten yoksun olduğunu ve çok kısıtlı bir yasal çerçevede çalışmaya mahkum edildiklerini ifade eden Yılmaz, “İsviçre devletinin ilticalara karnınızı doyuruyoruz biraz çalışsanız ne olur demek istiyor. Verilen 3 ila 7 frank arası ücretler kişi iş arası yemek yemeye kalksa borçlu eve döneceği bir gerçekliğe tekabül ediyor. Fakat bu sadece ilticaları ilgilendiren bir durum değil. Balkan ülkelerinden bazı ajanslar üzeri gündeliği 10 ila 20 frank arası ücret karşılığında tarım alanına bedava iş gücü sağlanılmasına izin veriliyor. Aynı şekilde ev ekonomisi denilen, ev hizmetinde çalışanlar arasında ciddi bir kesim kağıtsız ve illegal olarak ülkede kalmaya mahkum edilmişler. Bu alanda ciddi bir bedava iş gücü ve suiistimal söz konusu. Diğer taraftan özürlüleri meşgul etme programları adı altında saat ücreti yine 3 ila 5 frank arası değişen atölyeler var ve buralarda serbest ekonomiye ciddi bir ucuz üretim ve hizmet sektörü oluşturuldu. Tamamıyla iş sosyolojisi literatüründe ‘teylorize edilmiş iş organizasyonu’ olarak adlandırılan bir mantıkla işletilen bu atölyelerde şirketler serbest piyasada 10’a mal edeceği ürünü, emek üzerinden kendisine sağlanan kâr ile, 3’e mal edebiliyor. Tabii burada devletin ciddi bir finansmanı gerekiyor bu çarkın işleyebilmesi için. Bütün bu anlattıklarımı ‘zorla çalıştırma’ olarak nitelendirmekte mümkün aslında” diye konuştu.

GÖÇMENLER NİTELİKSİZ İŞÇİ OLMAYA ZORLANIYOR

İsviçre’de denklik prosedüründeki ciddi sorunlar nedeniyle kendi ülkelerinde diploma sahiplerine yeniden üniversite kapılarının gösterildiğini belirten Yılmaz, ekonomik sorunlar ve aile sorumluluğu olan insanlar için tek çare niteliksiz işçi olarak çalışmak olduğunu söyledi. Buradaki sorunun hukuksalmış gibi lanse edilse de aslında politik ve ekonomik kaygılardan ibaret olduğunu ifade eden Yılmaz, dışarıdan gelenlere ekonomi alanında kendi meslek dallarında çalışmanın koşullarını kapatıldığını belirtti.

ŞİDDET İHALELERİ SAĞCILARA VERİLDİ

Son on yıldır ‘yabancılara’ yönelik aşırı sağ partilerin saldırgan ve şiddet içerikli kampanyalar yürüttüğüne dikkat çeken Yılmaz, “İsviçre’de siyasetçilerin savaş yürüteceği, üzerinden politik projelerini gerçekleştirebileceği ve asıl sorunları saklayabileceği kurbanlar olarak göçmenler keşfedildi. Politik arenada bu ihale sağa verildi. Devlet sadece gözlemciymiş gibi bir tarafsızlık edası ile yürütmeci konumuna girdi. İsviçre bir kontrol, kurallar ve polis devleti. Burada sosyal sistemden yararlanmak, onu suiistimal etmek devletin göz yummadığı durumlar dışında mümkün değil. Yapanlar bunu kendi öz becerileri olarak algılayabilirler ama bu basit bir saflıktan ibaret“ dedi.

YENİ HEDEF UZUN SÜREDİR İSVİÇRE’DE OLAN GÖÇMENLER

Geri gönderilmek istenen ‘suçlu göçmen’ kategorisinde haksız sosyal yardım almış olanların olduğuna dikkat çeken Yılmaz, “Bu madde ile özellikle uzun yıllardır burada kalanlar hedefleniyor. Çok ciddi aile dramlarına hazırlıklı olmalıyız. Önümüzdeki yıllarda yürütülen bu göçmen karşıtı politik arenanın hukuk mekanizması aracılığı ile deklare ettiği savaş, kendini şiddet eylemleri üzerinden somutlaştıracaktır. İsviçre solu bu siyasete retorik olarak muhalefet edecektir ama somutta kılını dahi kıpırdatmayacaktır. Tek direnç mekanizması yine göçmenlerden ve onlara samimi destek veren tekil kişilerden gelecektir. Ülkenin aslında en dinamik kesimi göçmenler ve ciddi bir ekonomik gücü ellerinde bulunduruyorlar. Bu konuda göçmenlerin kendi içlerinde örgütlenmeleri şart“ diye konuştu. (Rüştü Demirkaya - ANF / Bern)