El Kaide'nin önde gelen liderlerinin A.B.D. topraklarında gerçekleştirdikleri saldırılardan on yıl sonra,11 Eylül 2011'de, kazanımlarını değerlendirdikleri bir tartışma yaptıklarını tasavvur ediyorum. Ne kadar başarılı oldukları konusunda oldukça sanırım iyimserdirler.

Bunu anlamak için, 11 Eylül saldırıları sonucunda elde etmeyi varsaydıkları şeyi düşünmek zorundayız. Zamanında, Osama bin Ladin uzun dönemli amaçlarını net bir şekilde ortaya koymuştu. İslam dünyasının seksen yıldır süren aşağılanmasına son vermeyi arzuladığını söylemişti. Bin Ladin, 1924 yılında (tam olarak 80 yıl değil) Mustafa Kemal Atatürk tarafından halifeliğin kaldırılmasına gönderme yapıyordu. Bin Ladin'in beyan edilmiş hedefi, muhtemelen doğrudan Muhammed'in neslinden gelen ve şeriat yasası ile yönetilen bütün Müslüman dünya için yeni bir halife yaratmaktı.

Bu hedefin önünde 3 temel engel vardı. Birincisi, İslam dünyasını kontrol etmek amacıyla bütün gücünü kullanan Amerika'ydı. İkinci ve üçüncü engel olarak da, bin Ladin'in İslam dünyasında Amerika'ya verilen desteğin iki sac ayağı olarak gördüğü ve "İslam olmamak" olarak nitelediği Suudi Arabistan ve Pakistan hükümetleriydi.

11 Eylül saldırısı bu hedefe ulaşmaya nasıl katkı sağladı? Bin Ladin'in akıl yürütmesini izleyelim. Amerika'nın kendi toprakları üzerindeki bu doğrudan ve görkemli saldırı, Amerika'nın "kağıttan bir kaplan" olduğunu ve Amerikalıların içine fiziksel güvenlikleri ve kolektif gelecekleri konusunda derin korkular yerleştirmeyi hedeflemişti. Daha geçtiğimiz hafta El Kaide, 11 Eylül saldırısının El Kaide'nin değil Amerikalıların işi olduğunu ima eden İran Devlet Başkanı Ahmedinejad'ı açıkça eleştirdi.

Bin Ladin, Amerikalıları sonu olmayan -askeri olarak kısa dönemde kaybetmeseler bile kazanamayacakları- bir savaşa çekeceğini umut etti. Bin Ladin, sonu olmayan savaştan kaynaklanan gerilimin, maddi ve jeopolitik olarak yaratacağı hatırı sayılır bir maliyet nedeniyle muhtemelen Amerika'yı yıpratacağını hayal etti. Eğer bin Ladin'in niyeti buduysa, 2011 yılında, son on yılın da gösterdiği gibi, onun yanıldığını ileri sürmek oldukça güç.

Peki o halde, aynı zamanda Suudi ve Pakistan hükümetlerini devirmeye çalışmanın anlamı ne? Ve nasıl? Bin Ladin'in analizi, söylemlerindeki kavram karmaşası nedeniyle -çürümüş ve İslamî olmayan- her iki hükümetin de yaşayabileceği, hatta gelişebileceği üzerineydi. Her iki hükümet de, ikili bir dil -biri Batı dünyasına, diğeri de ülke içine dönük olmak üzere- kullanarak Batılı materyalist elitler ile İslami hareketlerin desteğini elde etmeye çabaladılar.

Bin Ladin'in stratejisi, onları bu iki retorikten birini seçmeye zorlamak suretiyle bu hükümetlerin iki yüzlülüğünü açıkça ortaya koymaktı. Bunu yaparken, yapmak istediği şeyde ona yardım etmesi için 11 Eylül saldırısının sonucu olarak Amerika'nın uygulayacağı baskıya güvendi. Diğer bir deyimle, Amerika Suudi ve Pakistan rejimlerinin isteksizliğini sonlandırmada onun görevlisi gibi çalıştı.

2011 yılına kadar Pakistan'da olanın bu olduğu oldukça açık. Afganistan'daki askeri durumu giderek güçleşirken, Amerika, Afganistan'da Amerika'ya karşı aktif olarak savaşan değişik grupları -Taliban, Hakkani network ve El Kaide'nin kendisi de dahil- açıkça destekleyen Pakistan'daki rejime -ya da en azından rejimin güçlü bir parçası olan istihbarat örgütü ISI'ye- karşı giderek daha az sabır göstermekte.

Amerikan Kongresi son derece sabırsız ve Pakistan'a olan yardımı kesmek istiyor. Yeni Amerika Savunma Bakanı Leon E. Panetta Pakistan içinde doğrudan askeri müdahale yanlısı. Hatta, şimdiye kadar Pakistan'a karşı daha ihtiyatlı olmakta (Amerikan ordusu içinde diğer bir cephede askeri operasyona karşı yaygın isteksizliği düşünerek) ısrar eden görevden ayrılan Genelkurmay Başkanı Amiral Michael Mullen bile sonuç olarak sabrını yitirerek Pakistan hükümetini şimdi açıktan eleştirmeye başladı.

 Pakistan'ın tepkisi mi? İçişleri Bakanı Rahman Malik, Amerika'nın Pakistan'daki İslamî militanlara karşı tek yanlı saldırılarını şimdilerde açıkça eleştirdi. "Amerika'nın egemenlik haklarına sayı göstermesini" talep etti. Pakistanlılar destek için yakın müttefiklerine baş vurdular. "Egemenlik hakları"nı savunmak için Çin'in devlet başkanı yardımcısının açık desteğini sağladılar. İstihbarat örgütü ISI'nin başkanı da, Amerika'nın baskısına karşı Pakistan-Suudi ortak cephesi geliştirmek için Suudi Arabistan'a gitti.

Pakistan hükümeti içinde bin Ladin'in gizlenmesi için işbirliği içinde olanlarla (dolayısıyla da Amerika'nın operasyonu konusunda bilgilendirilmeyenlerle) bin Ladin'in yerini bulmak için Amerikalılarla işbirliği içinde olanlar arasındaki bölünmeyi gün yüzüne çıkardığı için, El Kaide, Amerika ve Pakistan liderlerinin bu şekilde açık olarak karşı karşıya gelmesini hızlandıran, liderlerinin Amerikan özel birlikleri tarafından öldürülmesi gerçeğinden büyük memnuniyet duyuyor olmalılar. Amerikan eyleminin akabinde, Pakistan kamuoyu Amerikan saldırısını mahkûm etme konusunda hem fikirdi.

Şimdilerde, herkesin hemfikir olduğu üzere, Amerika-Pakistan ittifakı oldukça kırılgan. El Kaide, hiç şüphesiz, bundan memnuniyet duymaktadır. Peki, El Kaide, Suudi rejimini sarsmakta aynı şekilde başarılı mı? Pek de değil. Suudi hükümeti ikili oynamayı belli bir noktaya kadar taşımada başarılı oldu, ancak bunu Arap dünyası içindeki çeşitli eylemlerinde Amerika'yla arasında büyük bir mesafe koyarak sağladı. Suudi rejimi, Amerika'nın Pakistan'la olan ilişkilerinde olan şeyin aynısının kendileri için de olacağından kaygı duymakta.

Suudilerin bu durumu yönetmede yöntem olarak, ülke içinde büyük ölçüde sağlam durmanın yanı sıra, elit unsurlara bazı ek tavizlerde bulunmak (kadınlara oy hakkının tanınması konusundaki çok yeni açıklama), gerekli olduğunda komşu körfez ülkelerinin hükümetlerini desteklemek için doğrudan müdahale (Bahreyn hükümetine yardım için gönderilen askeri birlikleri hatırlayın) ve giderek artan oranda Filistinlilere yapılan ekonomik diplomatik yardımların bir bileşimini kullandı. Rejim için en önemli problem, rastlantısal bir şekilde geniş petrol sahalarının bulunduğu yerde yerleşik olan, baskı altındaki, mücadele eden Şii azınlıkla ilgili sorun. El Kaide'nin, Suudi rejiminin Şii sorununu akıllıca çözmesi konusunda yardımcı olmayacağı ise çok açık.

O halde tüm bu durumu nasıl özetleyeceğiz? El Kaide liderlerinin düzenli olarak Amerikan özel güçleri tarafından öldürüldüğü doğru. Ancak bu onları yavaşlatmış görünmüyor. El Kaide, İslami bir marka oldu ve pratikte bağımsız olarak davransalar bile, bu ismi kullanmaya aday sürekli yeni gruplar türüyor. A.B.D. jeopolitik olarak bugün 2001 yılında olduğundan açıkçası çok daha zayıf. Pakistan rejimi var olmaya çabalıyor. Suudiler ise oldukça kaygılı.

Yeni halife henüz bulunamadı, ancak El Kaide liderleri sabırsızca sabırlılar. Operasyonel olarak sabırsızlar. Stratejik olarak ise oldukça sabırlılar. (1 Ekim 2011).

Kaynak: www.iwallerstein.com

Çeviri: Demokrat Haber