Venezuela Bolivar Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Hugo Chávez, geçtiğimiz hafta Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-Moon'a yazdığı mektupta Filistin sorununun "Orta Doğu sorunu" değil, sömürgeciliğin ve emperyalizmin damgasını taşıyan bir "Avrupa sorunu" olduğunu dile getirdi. Mektubun tamamı şöyle:

 

Ekselansları Sayın Ban Ki-Moon Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri

Sayın Genel Sekreter:

Dünya halklarının saygıdeğer temsilcileri:

Bugün, bu ortamda, dünya üzerindeki tüm halkların temsilcilerinin bir arada bulunduğu bu büyük forumda, Filistin Hükümeti’nin tanınmasına Venezuela’nın verdiği tam destek hakkındaki sözlerimi Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na ithafen, onlar karşısında vurgulamak için söylüyorum: özgür, egemen ve bağımsız bir ülkeye dönüşmesinin Filistin’in hakkı olduğunu ve onu desteklediğimizi sizlere bildirmek isterim. Bu sözlerim, çok uzun yıllardan beri türlü acıları ve dünyanın tüm cefalarını sırtlamış olan bir halkın tarihi adalet ihtiyacına istinaden yapılmış bir hareketi temsil etmektedir.

Büyük Fransız filozofu Gilles Deleuze, Arafat’ın Büyüklüğü ismindeki o unutulmaz yazısında, “Filistin davası, bu halkın acı çektiği ve çekmeye de devam ettiği ilk ve en önemli adaletsizlikler düzenidir”, diyerek gerçeği tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermiştir. Ve ben, Filistin Davası’nın, aynı zamanda sürekli ve vazgeçilmez bir direnişi temsil ettiğini, bu tavrın şimdiden insanlık durumunun tarihi hafızasına yazıldığını ekleme cesaretini de gösteriyorum. Toprağa duyulan en derin sevgiden doğan bir direniş iradesidir bu. Filistin’in susmayacak seslerinden biri olan Mahmut Derwiş, bize bu duygudan ve bu aşkın yarattığı vicdandan şöyle bahseder:

Hatırlatmaya gerek yok

Carmel Dağı içimizde

Kirpiklerimiz üzerinde uçmakta Galilee'nin tozu toprağı

"Ona doğru bir nehir gibi akarım!" deme

Ülkemiz iliklerimizdedir, ülkemiz canımızın canı.

VAR OLMA HAKKI REDDEDİLİYOR
Filistin Halkı’na yapılanların soykırım olduğunu kabul etmeyen herkese karşı, Deleuze tereddütsüz bir açıklıkla şöyle ifade etmektedir: “Başından sonuna kadar, söz konusu olan, sanki Filistin Halkı hiç var olmamalıymış gibi davranmakla kalmayan, aynı zamanda bu halkın sanki hiçbir zaman var olmadığını öne süren bir tavırdır”. Bu soykırımın özünü temsil eder: bir halkın var olmadığı hükmünü vermek; onların varolma haklarını reddetmek gibi bir şeydir.

Bu açıdan, büyük İspanyol şairi Juan Goytisolo etkili konuşmalarından birinde: “İsrail sağının Judea ve Samaria diye adlandırdıkları Batı Şeria topraklarının İncil’de İsrail Halkı’na vaat edilmiş topraklar olduğu, bu topraklar üzerinde doğmuş ve halihazırda yaşayan insanları tahliye yetkisine sahip oldukları noter huzurunda otoriteler tarafından onaylanmış bir sözleşmede yazılı değildir”, demektedir. Bu sebepten ötürü, Orta Doğu’daki çatışmaları çözmek, Filistin Halkı’na adalet götürmek bir gerekliliktir, hatta şarttır; bu barışı fethetmenin tek yoludur.

Asıl üzücü ve öfke verici olan, tarihte daha önce soykırım acılarının en kötü örneğini yaşamış bir halkın şimdi Filistin Halkı’nın celladı haline gelmiş olmasıdır: asıl acı verici olan Holokost mirasının artık Nakba’ya dönüşmesidir. Siyonizmin, antisemitizmi kendi ihlallerine, suçlarına karşı çıkanlara şantaj yapmak için kullanmaya devam etmesi oldukça rahatsız edici. İsrail, pervasızca ve alçakça kendi kurbanlarının anılarını kullandı ve kullanmaya devam ediyor. Ve Filistin Halkı karşısında şahsi dokunulmazlığını koruyabilmek için bu oyunu oynuyor. Bu bağlamda, anti-semitizmin, Arapların katılmadığı bir batı yani Avrupa sefaleti olduğunu söylemek yersiz olmaz. Ayrıca Sami ırkına mensup Filistin Halkı’nın, sömürgeci İsrail hükümetinin etnik temizliğinden muzdarip olduğunu unutmamamızda fayda var.

Beni doğru anladığınızdan emin olmak istiyorum: anti-semitizmi reddetmenin başka bir şey, barbar siyonizmin Filistin Halkı’na dayattığı apartheid* rejimi pasif kalarak kabul etmek başka bir şey. Etik bir bakış açısıyla ilkini reddedenlerin ikincisini kabul etmeleri gerekiyor.

Burada hatırlatmayı gerekli bulduğum bir konu daha var: siyonizm ve Yahudiliği karıştırmak kötü niyetliliği de içinde barındırır. Yıllar boyunca Albert Einstein ve Erich Fromm gibi sayısı pek de az olmayan Yahudi entelektüeller bizi aydınlatmayı kendilerine görev edinmişlerdi. Ve bugün, İsrail’in içinde bile siyonizme ve onun suç ve terror uygulamalarına karşı olan vatandaşlarının sayısı da gün geçtikçe artmaktadır.

Bunu tüm harfleri heceleyerek söylemekte fayda görüyorum: siyonizm, bir dünya görüşü olarak, tamamen ırkçılıktır. Bu inkar edilemez kanıtlar, Golda Meir tarafından korkunç bir alaycılıkla yazılmış şu sözlerle daha net anlaşılabilir: “işgal edilmiş toprakları nasıl geri verebiliriz? Onları geri verecek kimse yok. Filistin Halkı’na benzer bir şey yok. Bu insanların düşündükleri gibi bir şey değildi, Filistinliler diye adlandırılan insanlar yoktu, kendini Filistinli sanan insanlar var. Biz geldik, onları ülkelerinden attık. Onlar var olmamıştı zaten.”

Şunu hatırlamak çok önemli: 19. yüzyılın sonlarından itibaren, Siyonizm, Yahudi Halkı’nın Filistin’e geri dönüşü ve kendi devletlerini kuruşları olarak algılandı. Bu yaklaşım, önceleri Fransız ve İngiliz sömürgeciliğinin işine geldi daha sonra da Yanki Emperyalizmi’ne yaradı. Batı her zaman Siyonistler’in Filistin’i askeri anlamda işgal etmesini destekledi ve onları bu konuda yüreklendirdi.

1917 tarihinde yayınlanan Balfour Deklarasyonu’nu tekrar tekrar okumanızı öneriyorum: İngiliz Hükümeti, Yahudi Halkı’nın Filistin’de ulusal bir eve sahip olabilmesi için resmi olarak söz verdi, fakat bu şekilde de orada yaşayan ülke sakinlerinin varlığını ve isteklerini de tamamen yok saydı. Ancak şunu da eklemekte fayda var ki, siyonizmin o topraklar üzerinde tam ve özel mülkiyet iddiasına başlayana kadar, Kutsal Topraklar üzerinde Hıristiyanlar ve Müslümanlar barış içerisinde yaşıyorlardı.

XX. yüzyılın ikinci yarısında, Siyonizmin Filistin’i işgali esnasında İngiliz sömürgeciliğinin getirdiği avantajlardan faydalanarak yayılmacı planlarını başarıya ulaştırmaya başladığını da unutmamak gerekir. İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru, ülkelerinden ve aynı zamanda tarih sayfasından çıkartılmalarıyla birlikte Filistin Halkı’nın trajedisi giderek daha da kötüleşti. 1947 yılında, aşağılık ve yasadışı bir BM kararı olan 181, Filistin topraklarına girip orada bir Yahudi Devleti, bir Arap devleti ve Uluslararası kontrol altında bir alan daha (Kudüs ve Belem) kurmayı öneriyordu. Utanç verici olan ise toprakların %56’sında Siyonizm’in kuracağı Devlet garanti altına alınmıştı. Aslında bu karar uluslararası hukuka aykırı ve pervasızca alınmış bir karardı ve o topraklardaki Arap çoğunluğu göz ardı edilmişti: halkın özgür irade hakkı bir ölüm mektubuna dönüştü.

1948 yılından bugüne kadar, Siyonist Devlet, müttefikinden yani ABD’den de destek alarak, kanuna aykırı stratejilerini Filistin halkına uygulamaya devam etti. Bu koşulsuz bağlılığın, İsrail tarafından yönlendirildiği ve ABD'nin Ortadoğu için uluslararası politika geliştirdiği gerçeğini açıkça gözler önüne sermektedir. Bu sebeple de büyük Filistinli ve evrensel bir vicdan olan Edward Said, “ABD’yle ittifak üzerine kurulmuş herhangi bir barış, siyonizmin iktidarına karşı durmaktan çok, onu güçlendiren bir barış olacaktır”, demiştir.

Şimdi İsrail ve ABD’ye karşı transisyonel iletişim kanalları üzerinden tüm dünyayı Filistin’de, – Said’in kelimeleriyle- gerçekte neler olduğuna ve olmaya devam ettiğine inandırmaya çalışıyoruz, ama bu sömürgeci ve emperyalist damgasıyla politik bir çatışma. Orta Doğu’da değil, Avrupa’da başlayan bir çatışma.

Bu mücadelenin özünde ne vardı ve bundan sonra ne olacak?: Filistin göz ardı edilirken yapılan tartışmalar ve görüşmeler İsrail’in güvenliğini ön plana çıkartmaktan ibarettir. Bu son olaylarla bir şey doğrulanmış oldu; İsrail'in Gazze’de gerçekleştirdiği Erimiş Kurşun Operasyonu’yla başlatılan yeni soykırım olayını hatırlamak yeter.

Filistin güvenliği, Filistin Devleti'nin başkenti olarak Doğu Kudüs ile 1967 öncesi sınırları içinde oluşturulması ve ulusal haklar ve kendi kaderini tayin hakkı şartlarını dışarıda bırakarak, küçük bir özerk-yönetimin limitli tanınmışlığıyla sınırlandırılamaz ve Ürdün Nehrinin batı kıyısında ve Gazze Şeridi'nde yabancı ülkelerle kuşatılmış bir bölgede basit bir polis yönetimiyle sağlanamaz; aynı zamanda, 194 No’lu kararda da belirtildiği gibi, o tüm dünyaya dağılmış ve Filistin nüfusunun yüzde ellisini oluşturan Filistinlilerin ülkelerine dönmesi ve zararlarının tazmin edilmesi şartı da yerine getirilmelidir.

2008’in sonları ve 2009’un başlarında Gazze Şeridi’ndeki katliamlar hakkındaki müdafaayı dinlerken, “Varlığını Genel Meclis’in kararına borçlu bir ülkenin (İsrail), Birleşmiş Milletler’den çıkan kararlara karşı bu kadar küçümseyici olması inanılır gibi değil”, dedi baba Miguel D’Escoto.

Sayın Bay Genel Sekreter ve tüm dünya halklarının saygıdeğer temsilcileri:

Birleşmiş Milletler’deki bu krizi görmezden gelmenin mümkünatı yoktur. 2005 yılında, yine benzer bir Genel Meclis esnasında, Birleşmiş Miletler modelinin artık yetersiz kaldığını tartışmıştık. Filistin konusundaki tartışmanın ertelenmesi ve açıkça sabote edilmesi de bu durumun bir göstergesidir.

Birkaç gündür, Washington Güvenlik Konseyi’nde Meclis çoğunluğunun alacağı bir kararı veto edeceğini söylüyor: Filistin’in Birleşmiş Milletler tam üyesi olarak yeniden tanınması kararını. Filistin Devleti’nin Tanınması Bildirisi’nde, Venezuela, Bizim Amerika’mızın Halkları Birliği’ndeki (ALBA) kardeş milletler ile birlikte, böylesine haklı bir talebin bu şekilde bloke edilebileceğini açıklama kararı aldık. Bildiğimiz gibi, bu imparatorluk bu ve buna benzer durumlarda çifte standartlarını empoze etmeye çalışmaktadır: Yankilerin çifte standartları Libya’da Uluslararası Hukuka aykırı davranmakta öte yandan İsrail’in dilediği gibi davranmasına izin vermektedir, böylece siyonist barbarlar tarafından yürütülmekte olan Filistin Soykırımı’nın suç ortağı olmaktadırlar. Eward Said, “İsrail’in ABD’deki çıkarları, ABD’nin Orta Doğu politikasını İsrail merkezli bir hale getirmiştir”, diyerek onların bam tellerine basmıştır.

ONA FİLİSTİN DEMEYE DEVAM EDECEĞİZ
Mahmud Derviş’in unutulmaz şiiriyle sözlerime son vermek istiyorum:

Bu topraklar üzerinde:

Bu topraklar üzerinde yaşamaya değecek bir şeyler var:

Bu topraklar üzerinde Doğa Ana var: tüm başlangıçların anası var:

Tüm sonların anası.

Onun adı Filistin’di.

Ve hala Filistin.

Doğa Ana: ben bunu hak ediyorum, çünkü sen benim kadınımsın, ben yaşamayı hak ediyorum.

Ona Filistin demeye devam edeceğiz: Filistin yaşayacak ve yeneceğiz! Özgür, egemen ve bağımsız Filistin çok yaşa!

Hugo Chávez Frías
Venezuela Bolivar Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı

 

Haberlink.com