Domino etkisi devam ediyor; Ortadoğu ve Arap coğrafyasının diktatörleri, sıranın ne zaman kendilerine geleceğinin korkusu içinde yaşıyorlar. Bu dalga Suudi Arabistan’a eriştiğinde ise diktatörler için sığınacak başka bir durak da kalmayacak.

Son Nobel Edebiyat ödülünün sahibi, Mario Vargas Llosa, “Teke Şenliği” romanında bir diktatörlükte yaşamanın ne menem bir şey olduğunu, oldukça sürükleyici ve etkileyici bir dille anlatır.

Diktatörün ülkesini nasıl bir kapalı cezaevine dönüştürdüğü, nasıl insanların beyninin içine yerleştiği ve onları kontrol ettiği, güçlü ve etkili bir biçimde yansıtılır.

Diktatör, ülkenin babasıdır; her şey ona tabidir. Diktatörün yönetenleriyle yaptığı haftalık rutin yürüyüşlerde, herkesin diktatörün kendisiyle konuşması için can attığını, konuşulmadığında ise bunun gözden düşmekle eşanlamlı olduğunu düşünerek bunalıma düştüklerini, yazar, gerçek ve roman arasında bir üslupla anlatır.

Diktatörün ruhu her yerdedir.

Korku da.

Korkuyu kıracak, insanları harekete geçirecek bir kıvılcımdır diktatörden kurtulmak için gerekli olan. Bir momentum.

Böyle bir momentum ortaya çıkıp da diktatörün gideceği ufukta belirdiğinde, okuyucunun yüreğini, beynini,  bir coşku ve heyecan dalgası sarar;  insanlık denen duygu sonunda geri gelmiştir. Romanın sahiciliği, olayların hem gerçek bir mekân ve kişilikler üzerinden anlatılması, hem de yazarın bu tür diktatörlüklerin oldukça yaygın olduğu Latin Amerika gözlemlerinin zenginliğinden olsa gerek.

Bu tür diktatörlükler, 20. yüzyılda, üçüncü dünyada yüzümüzü çevirdiğimiz her yerde, mevcuttu. Arap dünyasında diktatoryal rejimler altında yaşamak, bir istisna değil, kuraldı. 20. yüzyıl bize gösterdi ki, diktatörler uluslararası bağlantıları olmadan mevcut olamazlar. Arap örneğinde, bu diktatörler, geçtiğimiz yüzyılın dengeleri üzerine kurdukları halkını zapt-u rapt altında tutan düzenlerini, emperyalist merkezler ve kar odaklarıyla işbirliği olmasaydı, günümüze kadar sürdürme becerisini gösteremezlerdi.

Bu diktatörlerin en sıra dışı ve acımasız olanlarından biri daha bu günlerde gitmek üzere.

Ancak, diktatörünün acımasızlığı ve çılgınlığı bu gidişi daha şimdiden dramatik bir hale dönüştürmüş durumda. Böyle bir diktatörden kurtulacak olmanın inanılmaz coşkusu her yerde.

EN BÜYÜK ORTAKLARI PETROL VE SİLAH ŞİRKETLERİ

Bu diktatörün ülkesine yerleşmiş olan uluslararası petrol şirketlerinin varlığı, Libya halkının ayaklanmasıyla birlikte, bu düzenin nasıl bir uluslararası ittifaklar sonucunda var olduğunu bir kez daha bütün çıplaklığıyla gözler önüne serdi.

Kaddafi, herkes tarafından bilinen bir psikopat, burası sır değil. Ancak en büyük ortakları Avrupa’nın anlı şanlı petrol ve silah şirketleri.

İtalyan enerji firması Eni, Libya petrolünün %20’sini işletiyor. İsviçre, ham petrol ihtiyacının %20’sini bu ülkeden karşılıyor. Karşılığında da herhalde Kaddafi ailesinin paraları İsviçre bankalarında tutuluyor olsa gerek.

İtalya ham petrol ve doğalgaz ihtiyacının önemli bir kısmı Libya’dan karşılanıyor. Bunun karşılığında da Kaddafi Roma’da el üstünde tutuluyor, Roma meydanında çadırlar kuruluyor, İtalyan kadınlarına hitap ettiğinde onları aşağılamasına izin veriliyor. Bu paraların belli bir oranı da silah şirketlerine aktarılıyor.

Her şey tamam, ancak sistemden Libya halkı tasfiye edilmiş. Kirli para ve ilişkiler ortalığa saçılmasına rağmen yapılacak fazla bir şey yok. İşte böyle bir düzendir söz konusu olan. Rüşvete, ranta, sus payına dayanan bir düzen. Ta ki, halkın birikmiş öfkesini ve nefretini ateşleyecek o momentum ortaya çıkana kadar.

HER RENKTEN VE DÜŞÜNCEDEN İNSANLARIN BİR BAŞKALDIRISI

O momentum bir kere ortaya çıktı ve dalga dalga yayılıyor. Hiçbir devrim cesur insanlar ve şans olmadan başarıya ulaşamıyor. Bunların her ikisi de Libya örneğinde mevcut. Bu sadece, Libya halkının ayaklanması değil, onun nezdinde diktatörlükler altında geleceği karartılmış bütün Arap halklarının ve bu kokuşmuş, sürdürülemez düzenin farkında olan dünyadaki her renkten ve düşünceden insanların da bir başkaldırısı. Libya halkının kendi onurunu kurtarma mücadelesi, yıllardır aşağılanan, küçümsenen ve despotik düzenlere kurban edilen Arap halklarının onurunu kazanma mücadelesi de aynı zamanda. Bu yüzden, her kes gözünü Libya’ya dikmiş, bu ülkeden gelecek iyi haberleri bekliyor.

Bazı çevrelerde ise kaygı ve endişe hâkim. Kaddafi’nin yerini neyin alacağı endişesi; tatlı karların devam edip etmeyeceği, bir ülkenin kaynaklarının bir avuç çevre tarafından talan edilip edilemeyeceği endişesi. Yıllarca sindirilmiş ve kişiliksizleştirilmiş insanların kendi gelecekleri üzerinde söz ve karar sahibi olmak istemelerine karşı duyulan korku ve endişe. Hiçbir düzen şu anda Libya’da mevcut olandan daha kötü olamaz. İflah olmaz, paranoyak bir diktatör daha tarihin mezarlığına gömülmek üzere.

Domino etkisi devam ediyor; Ortadoğu ve Arap coğrafyasının diktatörleri, sıranın ne zaman kendilerine geleceğinin korkusu içinde yaşıyorlar. Bu dalga Suudi Arabistan’a eriştiğinde ise diktatörler için sığınacak başka bir durak da kalmayacak.

DEMOKRAT HABER / FERHAT İYİDOĞAN