Yunanistan'da kriz büyürken 500'den fazla kişi bir deklarasyon yayımladı. İstanbul'da yaşayan akademisyen, imzacı Vangelis Kechriotis, Yunanistan üzerinden şekillenecek yeni Avrupa'yı anlattı

 

PINAR ÖĞÜNÇ / Radikal

 

Yunanistan tarihinin en zor zamanlarından birini yaşıyor, krize karşı tepeden inme acı reçeteler, büyük sermayenin ülkeyi ‘kurtarma paketleri’ sokağın öfkesini daha da harlandırıyor. Üstelik Yunanistan’ın krizi sadece Yunanistan’la ilgili de değil. Euro bölgesinde toptan sert rüzgârlar esiyor. Boğaziçi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkan Yardımcısı Vangelis Kechriotis, 12 yıldır şehri Atina’da değil, İstanbul’da yaşıyor. Kechriotis, geçen hafta bir grup akademisyen ve yazarın yayımladığı bir deklarasyonun imzacılarındandı. Yunanistan’da Eleftherotypia gazetesinde kamuoyuna açıklandıktan sonra beş dile çevrilen deklarasyon, şu anda 500’den fazla farklı meslek grubundan insanın katılımıyla bir sivil toplum hareketine dönüşmüş vaziyette. Avrupa ve değerleri üzerine tekrar düşünmeye çağıran metnin meramını Kechriotis’le konuştuk.

 

Dışarıda, Yunanistan’daki krizin neredeyse sadece Yunanistan’a özgü olduğuna dair bir algı var. İçeride pozisyonlar nasıl?

Baştan beri bu hikâye keskin ikilemler üzerinde algılandı; hem içeride hem dışarıda. İçeride baştan beri bir kamplaşma var. Bir görüşe göre AB’den en azından Euro’dan çıkmamız gerekiyor, diğeri buna karşı çıkıyor. Başka bir görüş “Evet biz hatalar yaptık, reformlar yapmamız lazım” diyor; buna karşı çıkanlar “Hayır hata bizde değil, bu sermayenin bir komplosu” diyor.

 

Kimler daha fazla?

Tam rakam veremem. Ama krizden önce Avrupa’yı, vizyonunu destekleyenlerin oranı yüzde 80’in üzerindeydi. Şu anda yüzde 40’tan fazla değildir. İki yıl içinde, çok dramatik bir değişim bu.

 

Deklarasyonun muhatabı kim?

Akademisyen, yazar girişimi olarak başladı, bir sivil toplum hareketine döndü, imzacılar çeşitlenmeye başladı. Metin Türkçeye çevrildi, beş dile daha çevrilecek. İmzalayanların hedefi toplumsal bir çağrı yapmak. Bu hem Yunanistan’a, bence hem de dışarıya, kamuoyuna bir çağrıdır. İki senedir meselenin Yunanistan’a özgün olarak algılandığını biliyoruz. Öyle bir noktaya geldik ki, Avrupa’nın tekrardan yapılanmasına dair bir egzersiz şu anda yaşananlar. Belki abartılı gelecek ama Batı-Doğu ikileminin de tekrar yapılandırılması süreci… Yunanistan düne kadar Avrupa’ya ait olduğunu düşünüyordu. Eğer ki halk artık Batı’ya ait olmak istemiyorsa, nereye ait olacak? Kimlik üzerine dramatik bir arayış bu. Düne kadar Batı’dan kayan Doğu’ya yaklaşıyordu. Bugün Batı’dan kayanın nereye ait olduğu belli değil. Bugün Brezilya, Yunanistan’dan daha Batılı olabilir.

 

AB ülkelerinden farklı boyutlardaki krizlere baktığımızda aslında Avrupa’nın Batı olmayacağı yeni bir dünya düzeninden mi söz ediyoruz yani?

Aynen. Batı, refah, ekonomi, rekabetçilik üzerinden ya da esnek devlet gibi liberal kavramlarla tanımlanıyorsa, Avrupa dışında daha Batılı ülkeler bulunabilir. AB ve her neyse o Batıcılık projesi artık örtüşmüyor. Bu çağrı Avrupa ve değerleri üzerine tekrar düşünmeye çağırıyor. Bir senedir birçok meslektaşım, ekonomist olmadan bu krize dair nasıl laf edilir üzerine konuşuyordu. Bu deklarasyon ekonomist olmadan, doğrudan Avrupa lehinde ya da aleyhinde pozisyon almadan, birilerinin demokrasi üzerine bir çift laf etmesi gerektiğini gösteriyor. Sadece ekonomi üzerinden konuşamayız.

 

Felsefi ve siyasetler düzeyinde demokrasi kavramını, yeni Batı’yı konuşmak uzun zaman almaz mı? Durum o kadar acil ki, bu çağrı muhtemel bir golü dışarı atmak gibi değil mi? Maç devam ediyor. İmza atanların en kısa vadede Yunanistan için önerdiği somut adım ne?

Sadece ekonominin konuşulduğu bir sahada oynamayı reddediyoruz. Ve topu bildiğimiz sahaya çekiyoruz. Nedir o saha? İşçi hakları, sosyal devlet üzerinden konuşmak. Bu tartışma krizden önce tüm Avrupa’da yapılıyordu. Daha fazla mı devlet istiyoruz, daha az mı üzerinden kuvvetli bir postmodern tartışma vardı. Yapıcı tutumları tekar düşünmemiz lazım. Eleştirsek de sosyal devleti savunalım.

 

Sokağın tepkisini nasıl buluyorsunuz?

İstanbul’da yaşadığım için uzaktan takip ediyorum ama geçen haziranda Anayasa Meydanı’nda olan gösterilere bir akşam katılmıştım ve o ruh beni çok etkilemişti. Bu eylemler hiçbir zaman işe yaramaz değildir. Öfke bir şekilde dışarı çıkmalı. Bugün okudum, devlet televizyonunda bir çalışan işten çıkarıldığı için intihar etmiş. Bireysel tepki verirseniz intihar etmek zorunda kalırsınız, bu tür toplu tepkiler dayanışma getiriyor. Patalojik noktalardan konuşacaksak, evet uzun yıllardır bir dayanışma yoktu Yunanistan’da. Bu gösteriler farklı görüşlerden, kimi apolitik insanları bir araya getirdi ve zayıflayan paylaşma kültürünü hatırlattı. Onlarca, yüzlerce dayanışma ağı kurulmuş. Para istemeden hizmet verme kültürü geri dönüyor. 60’larda var olan bir kültürdü. Sokağın öfkesi şiddete de başvurabiliyor. Ben o çizgide değilim, çok da üzülüyorum.

 

Kriz anları milliyetçiliğin, ırkçılığın, yabancı düşmanlığının arttığı zamanlar olur hep. Günah keçisi bulmak gerekir. Türkiye sınırına kaçak göçmenler için düşünülen duvarı çekme fikri daha önce ortaya atıldıysa da şimdi tekrar ısıtıldı.

Evet, milliyetçilik ve yabancı düşmanlığı var. Milliyetçilik hem sağda hem solda var. Bu deklarasyon bu tür kolay çözümlere de karşı. Derdimizin iç ya da dış düşmanlar olmaması, suçu başkalarına atmamamız lazım. Öyle laflar dolaşıyor; kötü Almanlar, Naziler falan... Aynı zamanda yıllarca faydalandığımız Arnavutluk’tan olsun, Asya’dan olsun dışarıdan gelen muhacirler de hoşumuza gitmiyor. Ama onları refah döneminde biz çalıştırdık. 20 senedir Yunanistan’da yaşayan da kendini Yunan hissediyordur, Yunan’dır. Yunanistan’a da sahip çıkabilir.

 

Türkiye’nin ekonomisinin daha iyi gidişine, iki ülke arasındaki tarihsel gerginlik de eklenince şu anda nispet temelli bir yaklaşım var ‘komşuya’ dair. Yunanlılar yazı sirtakiyle geçiren ağustosböceği muamelesi görüyor. Türkiye’de siyasilerin ve toplumun algısı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu soru için özellikle teşekkür ederim. Yunanistan 30-40 yıl içinde zenginleşti, herkes zengin olmadıysa da yeni bir toplum oluştu. Bunun herkeste yarattığı bir güven duygusu, “Artık Avrupalıyız bize hiçbir şey olamaz” hali vardı. Geldiğimiz nokta ortada. Benzer özgüveni maalesef Türkiye’de de görüyorum. 2001 krizini de yaşadım. Şu anki Türkiye gerçekten çok farklı ama yarın ne olacağı da hiç belli değil. Sermayenin başka tercihleri olduğunda ya da bir siyasi kriz çıktığında iki-üç sene içinde her şey değişebiliyor. Sterotiplerden çok çekmiş halkların yine onlara sığınması çok kötü. Bir yandan anlaşılabilir bir tepki; benden kötü olan benim için tesellidir anlayışı… Öyle işaretler görüyorum, umarım yalancı çıkarım. Sizin başınıza da gelmesini şahsen istemem.

 

DEKLARASYONDAN SATIRBAŞLARI

Yunan toplumu, krizden olduğu kadar, krizle mücadelenin çıkışsız tariflerinden de sınava tabi tutuluyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası Yunanistanı’nda büyük mücadelelerle elde edilmiş pek çok kurum yok edilmeye çalışılıyor: Sosyal güvenlik politikaları, sağlık sistemi, eğitim, ulaşım, doğal ortam ve kent ortamı, güvenli yaşama imkânı, halihazırda eksik ve değersizleşmiş bir sosyal devletin Yunan versiyonunu oluşturan temel unsurlar yerle bir ediliyor. Toplum nefessiz bırakılıyor.

Bu çelişkinin baskısını devamlı olarak yaşamaktayız: Yoksulluk mu, iflas mı? Halbuki söz konusu olan bir çelişki değil, iki olumsuzun bir arada bize önerilmesidir: Hem yoksulluk, hem iflas.

Yaşadığımız, sosyal Avrupa modelinin öngördüğü ve uç ekonomik ve toplumsal eşitsizlikler yaratan, zenginliğin ve iktidarın yeniden dağıtılması girişimidir. Irkçılığı ve yabancı düşmanlığını da içeren güçlü bir milliyetçilik hortlamış durumdadır. Zor görünüyor olsa da, küreselleşmeye yeni bir anlam kazandıracak, tarihsel, ahlaki, siyasal değerleri sunacak sosyal ve demokratik bir Avrupa için çalışmak zorundayız.

Bugün Yunanları küçümsüyorlar, yarın başka halkları küçümseyecekler. Avrupa tarihinde yıkıcı bir andır söz konusu olan. Yunanistan’la dayanışma, ilerici Avrupa’nın tamamı için siyasal bir mücadele alanıdır.