Türkiye’de gözler Suriye’nin Afrin bölgesine çevrilmişken, Şam’ın Doğu Guta banliyösünde yaşananlar dünya gündeminin ilk sıralarında.

Uzun zamandır silahlı muhalefetin kontrolünde, Suriye hükümetinin de kuşatması altında olan Guta’da pazar gününden bu yana 300’ü aşkın sivilin öldürüldüğü belirtiliyor.

İngiliz basınının kıdemli Ortadoğu uzmanlarından Robert Fisk, Guta’da yaşananları kaleme aldı.

Fisk, Batı’yı ikiyüzlülükle suçladı; Rusya’nın silahlı isyancılara ateşkes çağrısının, bu isyancıları destekleyen Batı tarafından görmezden gelindiğini, bu sırada sivillerin ölmeye devam ettiğini yazdı.

İngiliz yazar, Guta’daki El Nusra militanlarının da sivil ölümlerine dair haberlerde hiç gösterilmediğini vurguladı.

Gazete Duvar'ın çevirisine göre Fisk’in yazısı şöyle:

“Guta kuşatması hakkındaki bazı acımasız gerçekler şöyle: Onlar gerçek molozların ve kanın, Batı’dan gelen yalandan ve kıyametvari dehşet açıklamalarının altında gömüldü. Kuşatmaya dair ilk ve en önemli boyuta işaret eden açıklama, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un bir yorumuydu. Lavrov pazartesi günü, Moskova ve Suriye hükümetinin Guta’da, ‘Halep’i özgürleştirme deneyimini’ hayata geçirebileceklerini söylüyordu. ‘Halep’ten ders almak’ olarak tercüme edilecek bu açıklamaya kulak asıldıysa bile, Guta’nın yok edileceği yönünde bir uyarı olarak algılandı.

Fakat Ruslar Suriyelilerle birlikte, Halep’in ele geçirilmesinden önce, sivillerin kentin doğusundan tahliye edilmesini ayarlamak için aylar harcadı. Suriye askerlerinin banliyölerde kaydettiği büyük ilerlemelerin ardından, hem masumların hem de rejimin silahlı muhaliflerinin çıkışına izin verildi. Birçoğu silahlı ve üniformalı Rus askeri polisi tarafından Türkiye sınırına götürüldü. Diğerleri de eskort altında İdlib’e gitmeyi tercih etti; İslamcı savaşçılar ve aileleri için büyük ‘çöplük sahası’ haline gelen İdlib de şu an, kaçınılmaz olarak, kuşatma altında.

Lavrov’un aklında olan şey, Guta’daki silahlı isyancılar için benzer bir anlaşma. Hem Rusların hem de Suriyelilerin ‘terörist’ dedikleri bu kişilerle doğrudan teması var ; Humus’ta isyancıların elindeki son bölge üzerindeki kuşatma son bulduğunda, Rus askerlerinin İslib’e gitmesine izin verilen silahlı ve çoğunlukla kapüşonlu İslamcılarla yan yana durmasının nedeni de bu. Bunu kendi gözlerimle gördüm.

‘NUSRA’DAN SÖZ EDEN YOK’

‘İsyancılar’/’teröristler’/’İslamcılar’/’silahlı muhalefet’ -tercihinizi belirlemelisiniz- tabii ki, Guta’daki kan banyosunun ele alınmaması, hakkında konuşulmaması, değinilmemesi, bahsedilmemesi ve hatta kabul edilmemesi gereken öbür ‘gerçeği’. Çünkü Guta’daki Nusra savaşçıları -banliyölerdeki sivillere canlı kalkan olarak kalmaları yönünde baskı yapmış ya da yapmamış olsunlar- Amerika’da 2001’de insanlığa karşı suç işleyen ilk El Kaide hareketinin parçası ve Suriye’de herkesin yok etmek istediği IŞİD’le sık sık işbirliği yapmaya hazırlar. Nusra’nın müttefiki ise bir diğer İslamcı grup olan Ceyşül İslam.

Bu, çok tuhaf bir durum. Kimse Guta’daki katliamın boyutundan şüphe duymamalı. Veya sivillerin çektiği acıdan da. Guta’daki kan banyosu konusunda kuşatma altındaki ‘teröristlerin’ IŞİD lekeli El Kaide İslamcıları olmaları nedeniyle bahaneler uydurursak, İsrail (bugün Ruslarla aynı ‘canlı kalkan’ gerekçesini kullanarak) Gazze’ye saldırdığında öfkeyle sesimizi yükseltemeyiz.

Fakat tuhaf bir biçimde, Guta’daki katliama dair öfkemizi dile getirirken, bu silahlı gruplardan söz edilmiyor. Onlarla konuşan hiç Batılı gazeteci yok – çünkü (bunu genelde söylemesek de) bu kuşatma altındaki banliyöye girmeyi denesek veya buna cüret bile etsek, Guta’nın savunucuları tarafından kafamız kesilir. Ve elimize geçen görüntüler şaşırtıcı bir biçimde tek bir silahlı kişiyi göstermiyor. Bu, yaralıların veya ölü çocukların veya kanlı cesetlerin -ki yüzleri düşünceli televizyon editörlerimiz tarafından ‘buzlanıyor’- gerçek olmadığı veya görüntülerin sahte olduğu anlamına gelmiyor. Fakat görüntülerin gerçeğin tamamını göstermediği açık. Kameralar veya editörler, Guta’da bulunan Nusra savaşçılarını göstermiyor. Göstermeyecekler de.

‘ŞAM’DAKİ SALDIRIYI HAYALETLER Mİ DÜZENLEDİ?’

Kuşatmalara dair eski görüntüler -1944’de Varşova, 1982’de Beyrut, 1992’de Saraybosna- bu kentleri savunan gerçek savaşçıları silahlarıyla gösteriyordu. Fakat Guta’da çekilen görüntüler -Doğu Halep’ten gelen görüntülerin neredeyse tamamı gibi- bu silahlı adamların varolduğuna dair tek bir kare içermiyor. ABD ve Avrupa medyasındaki ‘isyancıların elindeki’ ifadesinin haricinde, Guta’daki sivillerin acısına dair yorumlarda onlara değinildiğini de görmedim. O zaman 24 saat önce, hükümet kontrolündeki Şam’ın merkezinde altı sivili havan topuyla kim öldürdü? (28 kişi de yaralandı). Guta’da ölenlere kıyasla pek tabii ki çok az bir rakam. Ama onları hayaletler mi öldürdü?

Bu önemli bir ihmal – çünkü bu sivilleri öldüren bölgeye son vermenin yolu, silahlı kuşatmacılarla silahlı saldırganlar arasında bir tür acil temas kurmaktan geçer. Lavrov’un son iki gündeki yorumları, Rusların Guta’da tuhaf isimli ‘çatışmasızlık’ bölgesi statüsüne -yani Guta’ya yardım gönderilmesi ve yaralıların çıkarılması için fiili bir ateşkes haline – dönmeyi kabul ettiğini gösteriyor. Fakat – Lavrov’a göre- El Nusra anlaşmayı bozdu.

‘ATEŞKES SAĞLAMAZKEN ŞİKÂYET EDEMEYİZ’

Belki de doğrudur. Bununla birlikte, biz kendimiz Esad’a karşı silahlı muhalefetle muhatap olmazken ve Rus yardımıyla bile kendi ateşkesimizi sağlamayı denemezken, nasıl şikâyet edebiliriz ki? Nihayetinde bu insanları yıllardır biz silahlandırıyoruz. Fakat hayır, böyle bir adım atmayacağız. Dolayısıyla da, ellerimizi giderek artan bir ikiyüzlülükle çırpıyoruz.

Söz gelimi son 48 saatte, ABD, BM, sivil toplum kuruluşları ve Guta’daki hastanelerle temas halinde olan doktorlardan, ‘korkunç boyutlarda savaş suçları’, ‘mahşer günü’, ’21’inci yüzyılın katliamı’, ‘dehşet verici bir şiddet’ gibi ifadeler duyduk. Zavallı BM de, Guta’ya reva görülern şiddetin ‘hayal gücünün ötesinde’, kelimelerin yetmediği’ bir boyutta olduğunu açıkladı.

‘ORANTISIZ BENZETMELER YAPILIYOR’

Şunu yeniden hatırlayalım: Guta halkı Suriye savaşında bulundukları yer nedeniyle, feci, gaddar ve utanç verici bir insani bedel ödüyor ve evet, Rusların ve Suriyelilerin elinden… Ama peki BM bürokrasisinin o absürd azizleri ve Guta kuşatmasını ‘mahşer günü’ diye niteleyenler ne hakkında konuştuklarını gerçekten biliyor mu? Burada bir oran hissi kurmaya çalışalım. Auschwitz, Yahudi Holokostu, Ruanda soykırımı, Ermeni Holokostu ve 20’inci yüzyılım sayısız mezalimi (burada Rusya’nın Hitler’İn elinde verdiği kayıpları da hatırlayabiliriz), Guta’ya kıyasla ‘mahşer günü’ne çok daha yakındı. Bu korkunç kuşatmayı geçtiğimiz yüzyılın insanlığa karşı suçlarıyla kıyaslamak, çok daha kötü suçların milyonlarca masum kurbanına saygısızlık etmek olur.

‘SIRADA İDLİB VAR’

Gerçek şu ki, ‘bizim’ tarafımızdan gelen dehşet ifadeleri sahte. BM niçin savaşın ilk yılında ‘kelimeler yetmiyor’ demedi? Suriyeli mağdurların birçoğu 2012’ye gelindiğinde söyleyecek bir şey bulamıyordu. Kullandığımız istatistikleri burada 400 bin sivilin sıkışıp kaldığını söylüyor. Gerçek sayı ne, belki bunu sorabiliriz. Halep’te 2016’da 250 bin kişinin sıkışıp kaldığı söylenmişti bize ve gerçek sayının 92 bine yakın olduğu ortaya çıktı. Fakat 92 bin de savaş suçu için yeterli. Peki ya Guta’da sadece 200 bin sivil varsa? Fakat bu da kendi başına bir dehşet hikayesi için yeterli.

Gerçek şu ki, Guta kuşatması teslimiyete ve tahliyeye kadar devam edecek. Söyleyeceğimiz hiçbir sözcük bu karanlık senaryoyu engellemeyecek ve bunu biliyoruz. Sahada hiçbir şey değişmeyecek. Ve Guta ‘düştüğünde’ veya kuşatmacıların diyeceği gibi ‘özgürleştirildiğinde’, bu kez İdlib’in yıkımı başlayacak. Ve bu da bir kez daha ‘mahşer günü’ ’21’inci yüzyılın katliamı olacak (muhtemelen Halep ve Guta kuşatmalarını geride bırakacak). Bunu Batı’nın hiçbir kınaması durduramaz. Biz iflas etmişiz; öfkemizi, masumları kurtarmaya dair en ufak bir umut veya niyet olmaksızın haykırıyoruz. Guta’nın, korkarım tarihçiler tarafından kayıtlara geçirilecek üzücü hikayesi bu.”