Batılı parlamenter sistemlerde seçimler her zaman merkezle ilgili oldu. Standard durum, iki partinin –bir tür merkez sağ ve merkez sol- hakim olduğu bir yapıdır. Bu partilerin iktidardayken sürdürdükleri politikalar arasında farklılıklar olsa da büyük ölçüde benzerlikler söz konusudur. Seçimler derin bir politik bölünmeyi yansıtmaktan ziyade, partiler arasında gidip gelmelerdeki eğilim yoklaması olarak düşünülmesi gereken merkezin yeniden kurulmasıyla ilgilidir.

Daha nadir olan merkezin kabul görmediği, dolayısıyla merkezin etrafında konumlanan vaktiyle önde gelen iki partinin reddedilmesi durumudur. Böyle bir durum ulusal politikaları ciddi bir karmaşaya sürükler ve kimi zaman ülke dışında da önemli sonuçlar doğurur.

Fransa ve Yunanistan’daki son seçimler bu iki durumu da tanımlıyor. Sosyalistler, Fransa’da muhafazakâr UMP’yi yenilgiye uğratarak gerçekte merkezi yeniden kurdular. Dünya sisteminin, özellikle de Avrupa Birliği’nin, büyük kaotik ortamında, merkezin Fransa’da yeniden inşası büyük bir etkiye sahip olacaktır. Ancak François Hollande’ın mevcut politikalarının Nicolas Sarkozy’ninkilerden radikal biçimde farklı olacağını da hayal etmeyin.

Yunanistan’da ise bütünüyle tersi gerçekleşti. Merkez dramatik biçimde reddedildi. Önde gelen her iki parti de –muhafazakâr Yeni Demokrasi ve sosyalist PASOK- normal olarak sahip oldukları oyların yarısından fazlasını kaybettiler. Her ikisinin birleşik oyları, toplam oyların üçte ikisinden üçte birine geriledi. Hatta PASOK, genel olarak seçimin büyük kazananı olarak kabul edilen daha solda bulunan partiler koalisyonu olan Syriza’dan daha az oy alarak üçüncü sıraya düştü. Seçimlerin temel konusu dış güçler tarafından, en çok da Almanya tarafından, Yunanistan’a dayatılan kemer sıkma politikalarıydı. Önde gelen iki geleneksel parti hariç bütün partiler tasarruf önlemlerinin reddedilmesi için çağrı yaptılar. Syriza’nın lideri Alexis Tsirpas, seçim sonuçlarının tasarruf tedbirleri konusunda hükümet tarafından verilen taahhüdü “geçersiz ve hükümsüz” kıldığını bildirdi.

Önümüzdeki birkaç ay içinde neler olacak? Yunanistan’da en çok oy olan üç partinin –Yeni Demokrasi, Syriza ve PASOK- hükümeti kurmak için başarısızlığa uğramasından sonra, yeni bir seçime doğru gidiyoruz. Syriza, bir dahaki sefere birinci bile olabilir. Yunan hükümeti daha fazla yardım almayacağı için, hükümet borçlarını ödeyemeyecek. Alman Dışişleri Bakanı onları zaten Euro bölgesi dışına atmakla tehdit etmişti. Bununla birlikte yasal olarak bunu yapmak mümkün değil. Yunan kamuoyu da Euro bölgesinden çıkmanın hiçbir şeyi çözmeyeceğini ve belki de durumu daha da ağırlaştıracağını düşündüğünden, durum tam bir açmaz olacak. Yunanlılar çok acı çekecekler. Ancak, bunun yeterince farkında olmasalar da çoğu Avrupalı bankalar da öyle.

Bu arada Fransa’da parlamento seçimleri yapılacak. Gözlemciler sosyalistlerin güçlü zaferinin yanı sıra Syriza’nın Fransa’daki karşılığı olan Sol Cephe’nin de anlamlı bir varlık göstereceğini ön görüyorlar. Hollande, Avrupa’da büyümenin kemer sıkma üzerinde önceliği olması konusunda –mevcut Alman görüşüne karşı doğrudan bir meydan okuma- net bir pozisyon alıyor. Böylece merkez daha fazla solda şekillenecek.

Almanlar şimdi büyük baskı altındalar. İçeride, Şansölye Merkel’in partisi CDU ile neoliberal koalisyon ortağı FDP’nin seçimleri kaybetmesine varan bir hoşnutsuzluk var. Avrupa’daki diğer sosyal demokrat partiler, Hollande’ın seçim zaferiyle biraz daha sola yönelmek konusunda cesaretlendiler. İtalya’daki iki muhafazakâr partinin her ikisi de Mayıs ayında yapılan yerel seçimlerde ciddi seçim kayıplarına maruz kaldılar. Ayrıca, Amerika, tuhaf fakat dikkat çekecek şekilde Almanya’ya Hollande’ın savunduğu politikalar doğrultusunda davranması için baskı yapmaktalar.

Almanlar -İrlanda referandumunun yapılacağı 31 Mayıs’a kadar- bunların hepsine direnebilirler. İrlanda hükümeti, Sarkozy’nin desteğiyle Merkel hükümetinin ısrar ettiği yeni kemer sıkma anlaşmasını referandum şartıyla imzalayan ilk Euro bölgesi üyesiydi. Kamuoyu yoklamaları sonucun başa baş olduğunu gösterse de, İrlanda hükümeti referandumda Evet’in kazanacağı konusunda kendinden emindi.  Şimdi, Hollande’ın zaferi, oylamanın negatif sonuçlanması için yeterli sayıda seçmeni etkileyebilir, bu durumda kemer sıkma anlaşması da hükmünü kaybeder. Bu, Almanya’nın pozisyonunu Yunanların merkezden uzaklaşmasından çok daha fazla dinamitleyebilir.

O halde şimdi ne olacak? Anahtar, Alman politik hayatında ne olacağıdır. Usta herhangi bir politik lider gibi, Angela Merkel de rüzgârın hangi yönden estiğini görmek istiyor. Bu yüzden, kullandığı dil şimdiden esnemeye başladı. Merkel, dış baskıyla, Almanya’nın kendi dar bakış açısından, mantıklı olan şeyi yapmaya ve (bu arada Alman malları için) Avrupa’nın geri kalanında satın alma gücünü artırmaya gizlice sıcak bakabilir.

Almanya bu doğrultuda hareket ettiği takdirde, Euro ve Avrupa Birliği yaşayacak ve jeopolitik sahnede önemli bir oyuncu olmaya (eğer ıslah olursa) devam edecektir. Bununla birlikte, dünya genelinde, Avrupa’nın bir bütün olarak yeniden merkez olması statükoya teslim olmayacak, tersine kaçınılmaz olan jeopolitik düzenlemeleri hızlandıracaktır. Yine de, Alman merkezli bir Avrupa, yaklaşmakta olan bağımsız fonların ve rezerv para birimi olarak doların çökmesi tehlikesine daha iyi karşı koyabilir.

Bütün dünya oldukça dalgalı sularda yüzüyor. Almanya yakında kaos durumunda nasıl yol almak gerektiğini anlamaya başlayan ülkeler listesine katılabilir. Taviz vermez hükümetlerin en büyük düşmanı kendileridir (15 Mayıs 2012, Commentary no. 329).

Çeviri: Demokrat Haber

Kaynak: www.iwallerstein.com