Mısırlı aktivist ve siyaset bilimci Rabab El-Mahdi ile buluşup Hrant Dink'i, Arap ayaklanmalarını, sosyal medyayı, Mısır'da kadın hareketini ve meşhur "Türkiye modelini" konuştuk.

Çiçek Tahaoğlu / BİA


Boğaziçi Üniversitesi Hrant Dink İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Konferansı'nın bu seneki konuk konuşmacısı Mısırlı aktivist ve siyaset bilimci Rabab El-Mahdi ile buluşup Hrant Dink'i, Arap ayaklanmalarını, sosyal medyayı, Mısır'da kadın hareketini ve meşhur "Türkiye modelini" konuştuk.

Kahire Amerikan Üniversitesi'nde yardımcı doçent olan Rabab El-Mahdi, islami partiler, kadın hakları dernekleri, gençlik grupları, bloggerlar gibi farklı grupların Arap dünyasındaki değişimin ivmelenmesindeki rolü üzerine araştırmalar yapıyor.

Kefaya Demokrasi Hareketi, Demokrasi ve Toplumsal Adalet için Ulusal Cephe, Demokrasi için Kadınlar gibi muhalif grupların eş kurucusu ve üyesi olan El-Mahdi, Orta Doğu ile Latin Amerika'daki devlet-sivil toplum ilişkileri, sosyal politikalar ve toplumsal hareketler konularında çalışmalarıyla da tanınıyor.

Hrant Dink'in öldürülmesinin ardından Türkiye'deki mobilizasyonu, sivil toplumun tepkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dink'in öldürülmesi çok mühim bir olaydı. Mısırlı bir aktivist olarak, bu cinayetin ardından gelen sivil tepki ve hareketlenmeyi bir dönüm noktası, bazı fikirleri ve kuruluşları kökten değiştiren bir olay olarak değerlendiriyorum.

Bazı insanlar ve bazı olaylar tek başlarına korku bariyerlerini yıkacak kadar güçlü ve önemlidir. O noktadan sonra öncesi ve sonrası asla aynı olmaz. Bence Dink cinayeti, Türkiye için o dönüm noktasıydı.

Bu cinayet arkasından gelen hareketlilik bağlamında, Halid Said'in Kahire'de öldürülmesine benziyor. Onun polis şiddetinden ölmesi, birçok genç Mısırlı için rejime karşı çıkmaya, seslerini yükseltmeye karar vermeleri için bir dönüm noktası oldu.

Hrant Dink de bir gazeteciydi ve öldürüldü. Şu anda da 100'e yakın gazeteci hapishanelerde. Mısır'daki meslektaşlarımız ne durumda? Haber yaparken ne kadar özgürler?

Mübarek Şubat'ta koltuğunu bıraktığından beri 15 binden fazla Mısırlı, askeri hapishanelere konuldu. Biz "Askeri Yargıya Hayır" diye büyük bir hareket başlattık. Mısır'da ifade özgürlüğünde bir sınırlama var. Bu sınırlar Arap Devrimi'nden önce de vardı, hala var.

Gazetecilere bir özgürlük tanındığını söyleyemeyiz. Ama insanlar risk alıyor ve yazmaya devam ediyor. Bazı gazetecileri bloggerlar yazdıklarından dolayı mahkemelere çağırılıyorlar tabi ki ama gerçekleşmekte olan bir devrimin ortasındayız. İnsanlar susmayacaktır.

Bir siyaset bilimci, bir kadın ve bir Mısırlı olarak Arap ayaklanmaları sizin için ne ifade ediyor?

Öncelikle Arap Baharı denmesinden nefret ediyorum. Arap ayaklanmalarından, gerçekleşmekte olan Arap Devriminden bahsedilebilir. Ama Arap Baharı, çok "yabancı" ve oryantalist bir tanım.

Arap ayaklanmalarının özü insanlara haysiyetlerinin geri verilmesine dayanıyor; kadınlara, azınlıklara, ekonomik krizde olan emekçilere itibarlarının haklarının verilmesi. Kısaca Arap Ayaklanmaları benim için "insan haysiyetinin kapsamlı bir biçimde tanımlanması" anlamına geliyor.

Sosyal medyanın ayaklanmalardaki rolü neydi? Birçok kişi ayaklanmaların başarısını sosyal medyanın etkili kullanımına bağlıyor. Sizce bu doğru mu?

Sosyal medyanın rolü kesinlikle abartılıyor, ve yine oryantalist bir yaklaşımla karşı karşıyayız. Sanki Batı bu araçları üretmiş; biz de o araçları kullanacak kabiliyete ulaşıp kendimizi onların araçları sayesinde özgürleştirmişiz.

Hayır, hikaye bu değil.

İnsanların gözden kaçırdığı şu; örneğin Tunus'ta internet kullanımının önünde birçok sınırlama var. Mısır'da devrimin başladığı zaman Facebook'a ulaşımı olan en fazla bir milyon insan vardı.

Facebook üzerinden yapılan çağrılarla birkaç bin insan biraraya geliyordu. Ama ne zamanki kitlesel yürüyüşler yaptık ve fiziksel olarak sokaklarda kendimizi gösterdik, o zaman sayımız milyonları buldu. Sadece sosyal medyayı kullanarak örgütlemeye çalıştığımız gösteriler bir hayal kırıklığıydı.

Bu sosyal medya teorisi aynı zamanda sanki ayaklanmalar geçen kış başlamış gibi bir sonuç ortaya çıkarıyor. Ancak bu da yanlış.

Ayaklanmalar çok önce, yaklaşık on sene önce başlamıştı. Ayaklanma Filistin intifadası ile başladı, Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD)  Irak işgaliyle başladı. Tüm Arap dünyasında insanlar işte o zaman sokakları geri aldı.

Geçen kış başlayan isyanlar, uzun süredir devam eden bir sürecin bir halkası, bir perdesiydi. Bu sosyal medyayla değil, emek direnişiyle, insanların barınma hakları, ekonomik hakları, sosyal hakları için mücadelesiyle bağlantılı. Tüm bunları görmezden gelip, devrimin başarısını sosyal medyaya indirgemek yanlış ve aşağılayıcı bir tutum.

Sosyal medya meselesi çok duyuldu, çünkü bu anaakım medya için oldukça seksi bir hikaye; "Klavyelerinin Arkasından Dünyayı Değiştiriyorlar", "Küçük Bill Gates'ler" gibi.

Kadınların Arap Devrimindeki rolü nedir?

Bu soruda aslında bir önyargı var. Avusturya'da bir gösteri olduğunda hiçbir gazeteci burada kadınların rolünü sormuyor. Çünkü oradaki kadınların zaten özgürleşmiş ve hareketin bir parçası oldukları addediliyor.

Ama Arap Devrimindeki kadınların rolü, "Arap/müslüman" kadınların şimdiye kadar evde oturdukları ve bir anda özgürleştikleri fikrinden yola çıkarak irdeleniyor.

Kadınlar, devrim başlamadan üç sene önce işçi eylemlerini başlattı. Aktivist kadınlar Filistin intifadası ve savaş karşıtı eylemlerde; öğrenci kadınlar kampüs eylemlerinde aktif rol aldı.  Müslüman Kardeşler'in yarısı kadınlardan oluşuyor. Ortaya koydukları politikalar ne olursa olsun, kadınlar burada aktif olmayı seçti.

Şimdi oryantalist bir yaklaşımla "kadınlar mağaralarından çıktı" yorumları yapılıyor.

O zaman biz Mısır'daki kadın hareketinden bahsedelim.

Mısır'da feminist bir hareketten değil, kadın hareketinden, hatta kadın hareketlerinden bahsedebiliriz.

Mısır'da kadınlar liberal, feminist, batılı idealler için mücadele etmiyor. Örneğin işçi kadınlar, emek hareketlerinde kadın hakları, annelik, anaokulları gibi şeyler için mücadele ediyor. Birçok genç kadın "Askeri Yargıya Hayır" hareketinde aktif rol alıyor. Bu hareketler feminist olarak tanımlanamaz, ama kadınlar tarafından gerçekleştiriliyor.

Aralıkta Başbakanlık ofisi önünde bir kadın askerler tarafından dövüldü ve kadının gömleği sıyrılmış yarı çıplak olduğu o ünlü görüntü ortaya çıktı. Bunun hemen ardından kadınlara bunu protesto etmek için bir çağrıda bulunduk. Kendini feminist olarak tanımlamayan binlerce kadın sokaklara döküldü.

Mısır'da ayaklanmaların iki sembolü var: Halid Said ve Mina Daniel'in anneleri. Geleneksel Mısırlı anneler olan bu iki ikon, bize orduya karşı mücadelemizde güç veriyor.

Önemli olan bu farkındalık ve kadın dayanışmasıdır. Bana göre, kadın hareketinin özü budur. Kadın hareketi bir kitaptan değil, içinde bulunduğu durumdan organik bir şekilde ortaya çıkar.

Bahsettiğiniz o büyük yürüyüşün ardından da Askeri Konsey özür dilemek zorunda kaldı.

Evet! Bu bir ilkti. Erkekler böyle birşeyi hiçbir zaman başaramadı. Sadece özür dilemekle kalmadılar, "bize ne istediğinizi söyleyin. Oturup konuşalım" dediler.

Bazı Arap gazeteciler, yeni rejimde Mısırlı kadınların önceden edindikleri kazanımları da kaybedeceklerinden endişelendiklerini söylüyor.  Siz ne düşünüyorsunuz?

Bu meşru bir endişe aslında. Problem, bu kazanımların başbakanın karısı tarafından verilmesi. Muhafazakar gruplar, bu kazanımların antidemokratik yasalarla verildiğini söyleyerek, geri alınmasını talep ettiklerinde kısmen bir inandırıcılık ve meşruluk kazandılar.

Ama Askeri Konseyi tutumunu değiştirip ve özür dilemesini sağladıysak, bir grup muhafazakara da karşı çıkıp, haklarımızı geri almamasını sağlayabiliriz. Buna inanıyorum.

Arap ayaklanmalarının ardından dünyanın birçok yerinde insanlar sokağa çıktı, küresel bir "işgal" hareketi başladı. Siz de Arap ayaklanmalarının bir domino etkisi yarattığını düşünüyor musunuz?

Aslında taleplerin içerikleri farklı olabilir ama tüm bu hareketlerin çıkış noktaları bağlantılı. Hepsi eşitsizliklere, adaletsizliğe başkaldırıyor.

Bence insanların başarılı bir ayaklanma örneği görmesi onlara ilham verdi. Kollektif bir mücadele verildiğinde başarıya ulaşılabileceğini farkettiler. "Onlar yapabiliyorsa, biz de yapabiliriz" dediler.

Bunun gerçekleşebilmesi için belirli anlar var. Örneğin ABD ekonomik bir krizin ortasındaydı. Mısır'da senelerdir demokrasinin olmadığı politik bir krizin içindeydik.

Siz ise Türkiye'de yeni bir model geliştirdiniz. Henüz bunun vadesi dolmadı. Bu modelin kendini tüketmesi için biraz zaman gerekiyor. O zaman insanlar bazı şeyleri farkedecek.

Hiç kimse Mısır veya diğer ülkelerde bir devrim olacağını tahmin edemezdi.

Türkiye'nin diğer müslüman ülkeler için bir model olduğu ya da olabileceği söyleniyor. En azından biz buradan böyle duyuyoruz. Mısır'dan baktığınızda bu söylenenler ne kadar gerçekçi?

Sokaktaki sıradan Araplar ve Mısırlılar, Türkiye modelinin ne olduğunu bilmiyorlar bile. Umursamıyorlar da. Ama siyasi çevrelerde, Türkiye modeli farklı gruplar tarafından farklı gerekçelerle destekleniyor.

İslamcılar, Adalet ve kalkınma Partisi'ne (AKP) özeniyor. Ilımlı bir yaklaşımı olduğunu ve ekonomik gelişme getireceğini düşünüyorlar.

Müslüman olmayanlar ise başka bir Türkiye, seküler bir Türkiye görüyor. Ve diğer müslüman ülkelerde de seküler bir devlet oluşabilmesi gerekli bazı şeyleri impoze etmeye çalışıyorlar.

Bence iki tutum da aynı oranda budalaca. Türkiye'nin kendi gelişim sürecinden kaynaklanan sorunları var. Ki bunlar bizimkilerden tamamen farklı.

Ayrıca AKP'yi, peşinden gitmemiz gereken bir başarı hikayesi olarak görmüyorum. Eğer Türkiye ya da AKP'yi bir model olarak alırsanız, hapishanelerdeki yüzlerce insanı, Kürtlerin, Ermenilerin sorunları görmezden gelmiş olursunuz.

Bu, benim kafamdaki demokrasi anlayışına uymuyor. Devrim yapıp böyle bir demokrasi anlayışı ortaya koyamazsınız.

Biz mücadelemiz için büyük bedeller ödedik. Ve yarım ya da alt bir demokrasiyle yetinmemeliyiz.

Gelecek için iyimser misin? Gerçekleşmekte olan bu sosyal değişimle ilgili öngörülerin var mı?

Kesinlikle çok iyimser ve umutluyum. Çünkü şu anda bir tarih yazılıyor ve bu sefer tarihin nasıl şekilleneceği halkın elinde. Artık tarihi tepedekiler yazmıyor.

Bu durum beni ne kadar umutlandırsa da, kitaplardan okuduğumuz hesaplanabilir siyasi bir süreç yaşanmıyor. Binlerce, milyonlarca insan bu sürecin bir parçası. Belirli bir yol, belirli limitler yok. Dolayısıyla herşey olabilir.

Ama ben inanıyorum ki kolektif olarak hareket ettiğimizde, o müzakere edilen geçiş süreçlerinden daha iyi bir iş ortaya koyabiliriz.

Bu uzun bir süreç. Birkaç ay içinde sona ermeyecek, seneler sürecek. Fransız Devrimi'ni hatırlayın.

Nihayet tarihin akışını kendi ellerimize aldık. Üzücü zamanlar olacak, daha çok kan görüceğiz. Ama sona erdiğinde başladığımız noktadan çok daha iyi bir yerde olacağız.