Sam Heller ve Aaron Stein’in Dünya'dan Çeviri'de Serap Güneş’in çevirisiyle yayınlanan Ahrar el-Şam: Türkiye’nin Suriye’deki favori İslamcıları” başlıklı yazısı:

Türkiye’nin Selefi bir isyancı hareket olan Ahrar el Şam ile yakın ilişkisi ABD çıkarlarına ters ve Ankara’nın Suriye’de neyi amaçladığı konusunda ciddi sorulara neden oluyor

Nisan 2012’de Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Türkiye’nin Arap Baharı doktrinine temel oluşturacak bir makale kaleme aldı: sallantıdaki bir bölge için “değerlere dayalı bir dış politika”. Davutoğlu, Türkiye’nin daha büyük bölgesel entegrasyon yöneliminde olacağı ve temsili demokrasiyi teşvik edeceği müdahaleci bir yaklaşım ortaya koydu. Stratejik Derinlik kitabının merkezi bir temasını da tekrarlayarak Türkiye’nin bölgede özellikle de mezhepsel ve siyasi hatlarda “yeni gerilim ve kutuplaşmalardan” kaçınacağını vaat etti.

Üç yıl sonra, Davutoğlu’nun manifestosunun pozitif vizyonu, en çok da komşu Suriye için tersine dönmüş görünüyor. Türkiye muhtaç durumdaki Suriyeli sivillere yardım konusunda kendisini inanılmaz zorladı ve Suriye muhalefetindeki bir dizi siyasi ve askeri aktörle bağlar geliştirdi. Ancak Türkiye hem demokrasiyi reddeden hem de aşırı mezhepçiliği benimseyen isyancı müttefiklere de çok büyük yatırım yaptı. Özel olarak ise Suriye’ye odaklanan ancak küresel cihatta da kökleri olan ve El Kaide’nin Suriye kolu Nusra Cephesi ile yakın ilişkiler sürdüren Selefi bir isyancı hareket olan Ahrar el Şam’la yakın ilişkiler geliştirdi. Suriye’de İslam Devleti dışındaki tek güçlü isyancı grup artık Ahrar. Türkiye’nin Ahrar’ın desteklenmesindeki rolü, Suriye’deki hırslı politik hedeflerinden nasıl taviz verdiğini gösteriyor ve Ankara’nın haberlere yansıyan, Suriye ile sınırı boyunca bir “güvenli bölge” oluşturma amaçlı Halep’e yönelik müdahale planı konusunda soru işaretlerine neden oluyor.

Türkiye, Suriye’deki çatışmaya dönük yaklaşımını 2011 sonunda, Beşar Esad’ın iktidarda kalma ihtimalinin azaldığı ve düşmesinin an meselesi olduğu değerlendirmesi ile değiştirdi. Ankara o zamana dek, Suriye ile artan ticari ilişkileri nedeniyle ve Suriye hükümetinin çöküşünün Suriye’deki en güçlü Kürt siyasi grup olan Demokratik Birlik Partisi’ni (PYD) güçlendireceği ve Türkiye’ye milyonlarca mülteci akınına neden olacağı endişesiyle, henüz tomurcuklanma aşamasındaki ayaklanmaya karşı ihtiyatlı bir yaklaşım benimsemişti. PYD, ABD ve Türkiye tarafından terör örgütü olarak kabul edilen ve Türkiye Kürtleri için daha fazla özerklik elde etme umuduyla Türk devletine karşı 1984’ten bu yana direnişini sürdüren Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile bağlantılı.

Türkiye ilk başta Esad’a, başlangıç aşamasındaki Suriye protesto hareketini memnun edecek siyasi düzenlemeler yapması için baskı yapma yolunu seçti ancak artan devlet şiddeti Ankara’yı Eylül 2011’de Şam’la ilişkilerini koparmaya yöneltti. Türkiye, iki yönlü bir politika üzerinden Esad’ın devrilmesini hızlandırmak için çalışmaya başladı: Ankara, siyasi olarak, sürgündeki Suriye siyasi muhalefetini ve özellikle de Suriye Müslüman Kardeşler’ini güçlendirme yoluna gitti; askeri olarak ise Suriyeli muhalifleri desteklemek üzere Katar – ve daha sınırlı kapsamda diğer Körfez ülkeleri – ile işbirliği yaptı. Türkiye’nin bu politikasından en fazla faydalanan Ahrar oldu ve çatışma boyunca silah ve siyasi destek aldı. Ankara, bu grubun Türkiye topraklarında yerleşmesine ve ülkenin en büyük iki şehri İstanbul ve Ankara’da serbestçe hareket etmesine izin verdi.

Suriye’nin kırsal kuzeybatısından birkaç düzine adamdan oluşan Ahrar, ülke çapında bir harekete evrildi. Ahrar’ın faaliyetlerinin kapsamı – askeri birlikler, siyasi ofisler ve yardım operasyonları dâhil – grubun net şekilde tanımlanmasını zorlaştırıyor. Küresel cihat içinde büyümüş ve aslında cihadı hiç terk etmemiş sert komutanların ve ideologların yanı sıra Batı’yla memnuniyetle iletişim kuran İngilizce konuşan siyasi görevlileri var. Bir Ahrar savaşçısı gerçek bir inanan olabileceği gibi sırf kuzenleri katıldı diye gitmiş muhafazakâr bir dağ köylüsü de olabilir. Suriyeli siviller Ahrar üyelerini çoğunlukla dinci ama kendilerini başkalarına dayatmaktan geri duran insanlar olarak tanımlıyorlar. Liderlik, diğer isyancılardan siyasi olarak daha idrakli yani ilişki kurulup müzakere edilebilecek bir grup olarak biliniyor. Bu da Ankara’nın gruba desteğini açıklayan bir nokta olabilir.

Yine de, Ahrar’ın beyan ettiği siyasi proje belirli: Esad rejiminin devrilmesi ve Suriye’de bir İslam devletinin kurulması. Grup daha geniş bir siyasi katılıma, örneğin İslami anayasayı uygulayacak bir yasama organına açık olduğunu ifade ediyor. Ancak masada olmayan demokrasi ve devletin (Sünni) İslamcı karakterinin müzakereye açık olmaması dâhil, temel ilkelerinden taviz vermeye isteksiz olduğu kolayca çıkarılabilir.

ABD, küresel cihat hareketi, özel olarak da Nusra ile olan bağları nedeniyle grupla ilişki geliştirme veya destek verme konusunda geri durdu. Ahrar, Nusra ile ilişkisini, birçok Nusra savaşçısının IŞİD’in kurulması ardından bu örgüte katıldığı ve Nusra’nın üslerini ve malzemelerini de birlikte götürdüğü Nisan 2013 sonrasında Nusra’ya maddi destek sağlamaya kadar götürdü. Daha yakın tarihli olarak ise, kuzeydeki İslamcı ve cihatçı isyancıların bir koalisyonu olan Fetih Ordusu’nun çifte çekirdeğini oluşturan Ahrar ve Nusra oldu. Türk desteği ile Fetih Ordusu yakın zamanda rejim ordusunu, Türkiye’ye bitişik ve rejimin sahildeki güçlü bölgelerine yakın, dağlık, çoğunlukla kırsal bir şehir olan, kuzeybatı Suriye’nin İdlib bölgesindeki çoğu mevziinden sürdü.

Özellikle Türkiye sayesinde, İdlib artık neredeyse Esad rejiminden tamamen bağımsız ve şehir bu haliyle kuzeydeki isyancı hükümet ve Türkiye’nin Suriye politikası için bir sınama noktası. İdlib’deki yönetimin, isyancıların elindeki diğer bölgeler gibi, birçok zorlukla karşı karşıya olduğunu söylemek gerek. Bunların başında rejimin dur durak bilmeyen ve normal yaşamın sürdürülmesini engelleyen sürekli bir rastgele ölüm tehdidi teşkil eden hava bombardımanları bulunuyor. Bazı sivil yardım çalışanları ve yerel yönetim çalışanları yine de insani yardım sağlamaya devam ediyorlar ve kasaba toplantıları düzenleme, elektrik hatlarını onarma ve su pompalarını çalışır durumda tutma gibi, başka bir durumda işten bile sayılmayacak olan vazifeleri kahramanca bir çabayla sürdürüyorlar.

Ancak İdlib’deki gerçek iktidar, çoğunlukla yasa ve adaletle meşgul olan isyancı ve cihatçı fraksiyonlarda: güvenliği sağlamak ve kesişen yetki alanlarına sahip iki rakip İslami mahkeme sistemini desteklemek. İdlib’deki çok taraflı İslami Komisyon’un arkasında Ahrar ve diğer isyancılar var. Nusra Cephesi ve onun ultra aşırılıkçı unsuru Cund el Aksa ise adliye anlamına gelen “Darül Kada”yı yani Adalet Evi’ni destekliyor. İslami Komisyon şeriat yasalarını uyguluyor ama el kesme cezası gibi bazı aşırı yönlerinden kaçınıyor. Nusra’nın Darül Kada mahkemeleri ise sert, tepki uyandıran hükümleri ile biliniyor: örneğin kadınların fahişelik suçlaması ile sokak ortasında idam edilmesi. Ancak bu mahkemeler İslami Komisyon mahkemelerinin sahip olmadığı ölçüde gerçek bir hükme sahip çünkü onlar için daima öldürmeye hazır Nusra ve Cund üyeleri var.

Ahrar üyeleri artık İdlib’deki görece ılımlılar durumundalar. Bunun sebebi kısmen daha milliyetçi isyancı grupların dağıtılmış veya cihatçıların komutasına geçmiş olması. Ahrar’ın Suriyeli üyeleri, dost ve komşularına İslam’ın yabancı bir versiyonunu empoze ederek işlerine burunlarını sokanları görmekten çoğunlukla mutlu olmuyorlar. Aynı zamanda Ahrar, sivillerin onları cihatçı aşırılıklardan koruyacağına inandığı bir grup.

Yine de ipini koparmış bu cihatçıların bazı suçlarının vebali Ahrar’ın üzerinde. Örneğin, Ahrar’ın Suriye cihadına yabancı cihatçıları davet etmede kilit rol oynadığı bildiriliyor. Ve en dramatik aşırılıklar genellikle Ahrar’ın kendisinden değil, grupla yan yana savaşan kontrolden çıkmış cihatçı müttefiklerden geliyor. İsyancılar Ermeni Hıristiyan sınır kasabası Kessab’ı ele geçirdiğinde (kamuoyuna yansıyan bilgilere göre Türkiye’nin onlara Suriye rejimine üstünlük sağlamaları için topraklarını kullanma izni vermesinin ardından), haçları parçalayıp kiliselerin kutsallığına saldıran Ahrar değil Nusra ve diğer cihatçılar gibi görünüyor. Daha yakın zamanda, Fetih Ordusu, Ahrar ve Nusra öncülüğündeki koalisyon İdlib şehrine saldırdığında da benzer bir dinamik işbaşındaydı. Fetih Ordusu Türkiye tarafından destekleniyor ve aynı zamanda görece ılımlı İslamcıları da içeriyor ancak üyeleri büyük oranda psikopat IŞİD sempatizanlarından oluşuyor gibi görünen Cund el Aksa grubunu da kendisi ile birlikte getirdi.

Ahrar’ın görece ılımlı olarak görülebilmesi için gruba neredeyse tamamen Sünni Arap bir bakış açısından bakılması gerekiyor. Aslında Ahrar Suriye’deki mezhepsel ve etnik kutuplaşmada kilit bir rol oynayarak Esad’ın dini ve etnik azınlıklar arasında desteğini korumasına yardımcı oldu. Ahrar, Suriye devrimini bir mezhep savaşına dönüştüren ilk isyancı gruplardan biri ve bu konuda hiç de pişmanlık göstermiyor: Şimdi hayatta olmayan eski Ahrar şefi Hasan Abbud, 2013’teki ilk El Cezire mülakatında, savaşı yalnızca “Şii Hilali”ne karşı değil aynı zamanda “Safevi hançerine” karşı da yürütülen bölgesel bir mezhep çatışması olarak tanımlamıştı.

Ve Suriye’nin doğusunda, PYD milisi olan Kürt Halk Savunma Birlikleri’ne (YPG) karşı savaşan çok başlı bir tür cihatçı canavar oluşturanlar da Ahrar ve Nusra idi (sonrasında Ahrar, Nusra ve IŞİD). Suriye’nin Kürt azınlığını siyasi temsil konusunda PYD ve korunma konusunda YPG etrafında birleştiren, Arap cihatçılara yönelik bu korku oldu. Ankara Ahrar’ı ve dolaylı olarak da onun cihatçı müttefiklerini, Türkiye’nin ciddi bir Kürt terör tehdidi olarak gördüğü PYD/YPG’yi birkaç bağlantısız kantonda kontrol altında tutan siyasi ve askeri bir karşı güç olarak kullanmış gibi görünüyor. Ancak bu stratejinin Türkiye’nin marjinalleştirmek istediği grubu güçlendirmekten başka bir işe yaramadığı şimdi anlaşılıyor.

Yakın zamanda Kürtler – Batı’nın hava desteği ile – bu kantonların dışına çıkabildiler ve Suriye’nin kuzeyinin büyük bölümünde, Kürt olmayan veya karma olarak değerlendirilen alanlarda kontrol sağladılar. Ankara şimdi Kürtlerin Fırat boyunca batıya doğru IŞİD’in kontrolündeki doğu Halep’e ilerlemesinin önüne geçme peşinde. Çünkü bu olursa YPG kuzeybatı Halep’in Kürt bölgesi Afrin’e varacak ve Türkiye’nin Suriye sınırının büyük kısmı boyunca bir Kürt devletçiği kurabilecek.

Ankara buna karşı, IŞİD’i bu alandan Kürt olmayan isyancıların – yine Amerikan hava saldırılarının desteği ile – püskürtmesi için bastırıyor. Türkiye ısrarla ABD’yi Suriye üzerinde uçuşa yasak bölgeye ikna etmeye uğraşıyor ve talepleri karşılanana dek ABD’nin İncirlik Hava Üssü’ne erişimini kabul etmiyordu. Dokuz ay süren ve Türkiye’nin Suruç kasabasına IŞİD bağlantılı dramatik bir intihar saldırısı ile ivme kazanan ABD-Türkiye pazarlığının ardından, iki ülke Amerikan savaş uçaklarının Türkiye’de üslenmesi konusunda anlaşmaya vardı. Ankara’nın ayrıca doğu Halep “de facto güvenli bölge”si konusunda da aşama kaydettiği bildiriliyor: Örtülü Türk gücü tehdidinin etkili bir uçuşa yasak bölgeye dönüşeceği bir bölge. Bu alan IŞİD’in Türkiye ile son kara sınırını ortadan kaldıracak ve Suriyeli mültecilerin bombardıman korkusu olmadan geri dönebilmesini sağlayacak. Ve ayrıca Türkiye ile ittifak halindeki isyancı güçlerin PYD/YPG bölgesinin batısına yerleşmesine imkân vererek “tesadüfen” YPG’nin daha da batıya ilerlemesini engelleyecek.

ABD ile Türkiye arasında bu “doğu Halep güvenli bölgesi” konusunda varılan (varsa) anlaşmanın içeriği ve Ahrar’a ne tür bir rol biçildiği konusunda çelişkili haberler var. Bazı kaynaklar ABD ve Türkiye’nin hem Ahrar’ı hem de Nusra’yı bölge dışında tutma konusunda anlaştığını söylerken diğer kaynaklar tam zıddını, Ahrar’a bir rol biçildiğini ve Türkiye’nin sahadaki lider isyancı partneri olabileceğini bile söylüyor. ABD resmi kaynakları ise doğu Halep’te nasıl bir güç bulundurulacağının Türkiye ile halen müzakere halinde olduğunu belirtiyorlar.

Ancak şimdilik Ahrar işin içinde ve bölgedeki rolünü artırmaya hazır görünüyor. Nusra, IŞİD hattı boyunca kuzey Halep’teki pozisyonlarını daha ılımlı isyancılara teslim etmiş gibi görünürken, Ahrar kuzey Halep kırsalında IŞİD’in karşısındaki yerini koruyor. Dolayısıyla Ahrar, Türkiye destekli bir saldırının yanı sıra, doğuya doğru konumlanmış durumda. Ahrar hem Türkiye’yi hem de güvenli bölgeyi coşkuyla selamladı ve hâlihazırda bölgedeki IŞİD pozisyonlarına karşı yeni bir saldırının sinyallerini veriyor.

Ahrar’a önemli bir rol verilmesi, Amerika’nın tercihleri ile çelişir bir görüntü verecek ve aynı zamanda da Ankara’nın sınırlarını boyunca teşvik ettiği Suriye muhalif proto devleti konusunda soru işaretlerine sebep olacaktır. Ahrar doğu Halep’te askeri liderliği üstlenirse, bu onun isyan hükümetinin şartlarını da belirleyeceği anlamına gelir mi? Ne de olsa Ahrar IŞİD ele geçirmeden önce bölgede derin köklere sahipti. (Şu anki komutanı Haşim el Şeyh, Halep’in doğusundaki Meskene kasabasından.) Dahası, Ahrar doğuya ilerlerse, Nusra gerçekten de mesafesini süresiz olarak koruyacak mı? Yoksa Ahrar’ı izlemeden önce fırsat mı kollayacak?

ABD önümüzdeki aylarda Ahrar ile gizli diyalog başlatmak istiyor olabilir ancak Ahrar’ın nihai amaçları temelde Amerikan hedefleri ile uyumsuz olmaya devam ediyor. Türkiye içinse, Ahrar halen çekici bir partner: güçlü, etkili ve siyasi kapasiteye sahip. Ankara Ahrar’la, grubu yalnızca savaş gücü olarak değil, aynı zamanda siyasi aktör olarak da güçlendiren ve Ahrar’ın siyasi projesi üzerinde hak iddia edebilecek ölçüde yakın bir çalışma içinde oldu. Suriye’deki rolünde ciddi bir artışa hazırlanan Türkiye’nin doğu Halep’teki partneri olarak Ahrar’a dayanıp dayanmayacağını, eğer durum bu olursa Ahrar’ın tam gaz cihatçıları Türkiye’nin yeni güvenli bölgesinden uzak tutup tutamayacağını zaman gösterecek. Aksi halde, Türkiye istemeden İdlib’e epey benzeyen bir Halep inşa ediyor olabilir.

Kaynak: dunyadanceviri.wordpress.com