Cumhuriyet gazetesi Ankara temsilcisi Erdem Gül ile birlikte tutuklanan Can Dündar, Silivri'den yazdı.<br /> <br /> İşte Dündar'ın <strong>"Bizim Saray" </strong>başlıklı yazısı:<br /> <br /> Aralık ayazı ağır demir kapının aralığından soğuk nefesini üflemeye başladı. <div>Alafranga tuvaletin deliği, konuştukça kötü kokular yayan bir gardiyan ağzı gibi, bu toplama kampının içinde biriken pisliği yayıyor etrafa... </div> <div>Kalın beton duvarların ardından bekçi düdükleri işitiliyor; içerde florasanın biteviye ıslığı... </div> <div>Soğuk. </div> <div>Gündüz güneşi bile avluya uğramadan geçiyor; bina öylesine itici... </div> <div>Havalandırmanın ışığı, pencerenin kahverengi parmaklılıklarında parçalanıp soluk gölgeler halinde hücremin zeminine vuruyor. </div> <div>Asık suratlı çıplak duvar, sarışın bir kuyu sanki... </div> <div>Duyduğu tüm sesleri büyütüyor: </div> <div>Su, çağlayan gibi çınlıyor; kapı çarpması, gök gürültüsü... </div> <div>Yalnızlık da çoğalıyor o kuyuda, özlem de... </div> <div>Umudu yitirirsen, kapana kıstırılmış bir sıçan gibi içine kapanıp orada ufalanman işten bile değil... </div> <div>Hele adaletsizliğin tesellisini imanda arayanlardan değilsen... </div> <div>İyi ki hayal kurmayı öğretmişsin kendine... </div> <div>Havalandırma lambasından ay ışığı, florasan ıslığından yavuklu soluğu yapmayı biliyorsun. </div> <div>Ayazı, kokuyu, tecridi unutup semada aniden peydahlanan kuş sürüsüyle kanat çırpabiliyorsun. </div> <div>Ve üşüdüğünde haklılığınla ısınabiliyorsun. </div> <div>Asıl saray burası işte... İçinde haram yok. </div> <div>Odalar küçük, yürekler büyük...</div> <br /> <div>Gündüz </div> <div>Değerli Yalnızlık </div> <div>Sabah 08.00... </div> <div>Hücremin gri hoparlörü her sabahki buyurgan sesiyle haykırıyor: </div> <div>“Tutuklu ve hükümlülerin dikkatine... Sabah sayımı yapılacaktır, sayım düzeni alınız.”</div> <div>Bu, Silivri’nin geleneksel kalk borusu... </div> <div>Az sonra bir infaz koruma mangası gelip kaçıp kaçmadığımı kontrol ediyor. Gayet kibarlar... Avluya açılan kapıyı açıp “Allah kurtarsın” diyerek gidiyorlar. </div> <div>Şimdi oda büyüklüğündeki havalandırmada, 9 adıma 5 adımlık gökyüzünün altında volta atabilirsin. </div> <div>Tabii yine tek başına...</div> <br /> <div>***</div> <br /> <div>Yıllar önce “Yalnızlığa Alışmalı” diye bir yazı yazmıştım. Ondan beridir alıştırdım kendimi, yalnızlığı severim. Ama buradaki, tecrit; hem de ağır bir tecrit... </div> <div>24 saat hücremizde tek başımızayız. </div> <div>Erdem, hemen yanımdaki hücrede yatıyor. Kapısı kol mesafesinde.. Ama görüşmemiz yasak. Tecrit o kadar sıkı ki avukat görüşüne giderken bile, karşılaşmayalım diye önce birimizi içeri alıp sonra diğerimizi götürüyorlar. </div> <div>Dar koridora açılan demir kapının üstünde cep telefonu büyüklüğünde bir gözetleme deliği var. Ayak parmaklarının üzerinde yükselip birkaç saniye el sallamak mümkün oluyor ancak... </div> <div>Gardiyanlarımız ve avukatlarımız dışında kimseyi görmememiz isteniyor anlaşılan. Peşinen cezalandırma... </div> <div>Okuduğum tutsak hatıralarını geçiriyorum aklımdan: Hiçbirinde böyle ağır bir tecritten bahsedildiğini hatırlamıyorum. </div> <div>Belki Guantanamo’da vardır.</div> <br /> <div>***</div> <br /> <div>Vakit bol ya; falımı okudum sabah: </div> <div>“Sosyal ortamlara gireceksiniz” diyor. “Değişik organizasyonlar devrede” olacakmış. “Farklı arkadaş grupları hayata bakış açımı genişletecek”miş. </div> <div>Bunu okurken demir kapının göğüs hizasındaki bölmesi açılıyor. Sevimli bir görevli “ekmek” diye sesleniyor. Bir ekmek geçecek büyüklükteki bölmeye eğilerek giriyorum “sosyal ortamlara”... </div> <div>Hayata bambaşka bir açıdan bakıyorum. </div> <div>15 yıl önce F-Tipi cezaevleri inşa edilirken ölüm orucuna yatan devrimci tutsakları anımsıyorum. Bir grup aydınla birlikte Bayrampaşa’ya arabuluculuğa gitmiştik. Son nefesini vermeye hazırlananları yaşamaya ikna etme derdindeydik. Kalabalık koğuşlarda kalıyorlardı. Devlet onları 1-3 kişilik hücrelerde tutmak istiyordu. Direniyorlardı. “Tecrit, yaşarken ölmektir” diyorlardı. </div> <div>O direniş, katliamla bastırıldı. Ve tecrit zindanları açıldı. </div> <div>İnsana dokunmanın, toprağa basmanın, yorgana sarılmanın yasak olduğu tutsakların çıplak pencerelerden sürekli gözetim altında tutulduğu bu toplama kampının beton duvarlarında o direnişin sloganı kazılı adeta: </div> <div>“Tecrit ölümdür!”</div> <br /> <div>***</div> <br /> <div>Fakat neyse ki üç kadim dost refakat ediyor bana yalnızlığımda: </div> <div>Tanışma sırasıyla, kalem, kitap ve televizyon... </div> <div>Yazıyor, okuyor, izliyorsun. </div> <div>Sabah gazeteler geliyor; dost kalemlerin satırları su serpiyor yüzüne, yüreğine... </div> <div>Ekranda, sevdiklerin seni savunuyor; coşuyor, avunuyorsun. </div> <div>Yürekli milletvekilleri, cesur avukatlar gelip koluna giriyor. Diriliyorsun. </div> <div>Dışarıda umut nöbetinde yoldaşların var; </div> <div>Sıcaklıkları vuruyor zindana, ısınıyorsun. </div> <div>Kapalı görüş günü eşin, oğlun, kalın camın ardından gururlu gözlerle bakıyor, umudun dilinde konuşuyor; tuzla buz oluyor cam, hasretin hararetinden; canlanıyorsun. </div> <div>Ve ekmeğin geldiği bölme yeniden açıldığında “Can Dündar”... Mektubun var” müjdesini işitiyorsun. </div> <div>Yok, telefon faturası filan değil... Mektupsuz geçmiş yılların acısını çıkarırcasına, onlarca mektup yığılıyor odaya... Onlarca sarıyor, kucaklıyor, öpüyor seni...</div> <div>Her gelen dost, yazılan her satır, her konuşan dil, aynı sırrı fısıldıyor: </div> <div>“Yalnız değilsin.” </div> <div>Soğuk tecrit, sevginin harında eriyor. </div> <div>“İşte” diyorsun; “İşte.. Asıl bu, değerli yalnızlık...”</div>