DTK Sağlık Meclisi, bölgede artan Covid-19 vakaları ve aşılama oranlarındaki düşüşe dikkat çekerek, “Bu iktidara rağmen Kürdistan toplumu aşı olmalıdır, aşıya güvenmeli, iktidara güvenmemelidir” çağrısı yaptı. 
 
Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Sağlık Meclisi, Kürtlere yönelik ırkçı saldırılar, koronavirüs salgını ve aşılama ile kadına yönelik saldırılara dair yazılı açıklama yaptı.

Kürtlere yönelik ırkçı saldırıların arttığına dikkat çekilen açıklamada, “İzmir’de HDP İl Örgütü’nde Deniz Poyraz’ın katledilmesi, ardından birçok kentte yapılan saldırılar ve son olarak Konya’da Dedeoğulları ailesinin katledilmesi, bu planlı saldırıların hayata geçişidir. Bu saldırılar devletin tabiri ile bireysel öfke sorunları olarak ele alınamaz. Kürt halkına yönelik sindirme politikalarının devlet ve devlete bağlı çeteler tarafından gerçekleştirilen pratik yansımalarıdır. Bunlar saldırıların ortaya çıkan çarpıcı boyutlarıdır. Bunların dışında Kürdistan’da çok uzun yılardır devlet politikası olarak geliştirilen ve temel amacı Kürt gençliğini mücadeleden uzak tutmak olan yaklaşımlar da vardır. Bunların bazıları Kürdistan’da sistematik bir şekilde devlet eliyle yürütülen uyuşturucu, fuhuş, kumardır. Hedeflenen ise Kürdistan gençliğini bu yollarla kapitalist modernitenin yanına alıp özgür yaşam mücadelesinden hem zihinsel hem de fiziksel yönü ile uzak tutmaktır. Ve hatta mümkün kılabildiği takdirde ajanlaştırıp kendi halkına karşı çirkin bir savaşın içine çekmektir. Bu yaklaşımları ve amaçlarını göz önünde bulundurarak, yürütülen kirli savaşın bu boyutlarıyla da savaşmak temel görevlerimizdendir” denildi.
 
EKOLOJİK TAHRİBAT
 
Birçok kentte devam eden orman yangınlarının iktidarın politikalarının sonucu olduğu belirteilen açıklamada, “Kapitalist sistemin çarkından nemalanmaya çalışan AKP iktidarı doğa, canlı, ekoloji, orman demeden sermaye merkezli çalışmalarını sürdürüyor. Türkiye’nin büyük bir bölümünde ve Kürdistan’da çıkan orman yangınları sermaye odaklı ekolojik tahribatların sonuçlarından bazılarıdır. Kürdistan’da çıkan yangınlara toplumun müdahalesine dahi izin verilmezken, Türkiye de çıkan yangınlarla mücadele çok yetersiz kalmış olup bir haftadan fazla bir süredir yeterli müdahale edilemeyip doğanın, canlıların katledilmesine sebebiyet vermiş oldu. Yine aynı şekilde Van’da meydana gelen yaz ayındaki sel felaketi de ekolojik krizin geldiği noktayı göstermektedir” diye kaydedildi. 
 
ÇAY FIRLATMAK
 
Erdoğan’ın felaketlerin yaşandığı bölgelerde halka çay dağıtmasının “Toplumla dalga geçmek” olduğu ifade edilen açıklamada, “Sel sonrası evini, geçim kaynaklarını, yaşam koşullarını yitirmiş topluma oy verdiği parti hatırlatılarak imkan sağlanmaması da, çıkan yangınları uzaktan izlemekle yetinip oradaki insanlara çay fırlatıp toplumun zihniyle dalga geçenin de aynı sistemin ürünü olduğunu görmek gerekir. Çürümüş; topluma, doğaya, hayvanlara, ormanlara, dereye, tepeye bir bütünen bir avuç sermayedar kaymaklı tabaka dışında her şeye zarar veren kapitalist, sermaye odaklı, endüstriyel, ayrıştıran devletli sistem sürdürülemez noktaya gelmiş bulunmaktadır. Bu sisteme karşı mücadele etmenin en büyük ekolojik mücadelenin olmazsa olmazı olduğunu bilerek, mücadeleyi büyütmenin yaşamsal boyutta olduğunu görmek umuduyla” ifadelerine yer verildi. 
 
KADINA YÖNELİK ŞİDDET 
 
Kadına yönelik şiddetin koronavirüs salgını sürecinde ciddi oranda arttığını dikkat çekilen açıklamada, şunlar belirtildi: “Eril egemen sistemin tahakkümünü artırmak için fırsat bildiği Covid-19 sürecinde; daha da artan kadına yönelik şiddet, son günlerde de maalesef organize bir şekilde devam ediyor. Kadın mücadelesinin birikimi olan İstanbul Sözleşmesi’ni bir günde fesheden, kadın katillerini koruyan AKP iktidarı, bütün bu cinayetlerin primer sorumlusu konumundadır. Yaşama enerji verecek bağları kopararak savaşa sürükleyen, ırkçı saldırıları tetikleyen, kadınların katiline göz yuman hatta teşvik eden ataerkil tahakkümcü sistemin toplum tarafından kabulü kalmamış olup; bütün bunlara karşı toplumsal, kadın mücadelesini büyüterek cevap verilmesi gerekmektedir. Asıl olan kadınların kendi toplumsal sözleşmesini kendisinin yaratmasıdır.”
 
KORONAVİRÜS 
 
İktidarın pandemi sürecini yönetemediğini, yeniden gidilen “normalleşme” süreciyle ölüm ve vaka sayılarının yeniden artışa geçtiği belirtilen açıklamada, “Pandemi devam ediyor Temmuz sonu itibariyle vaka sayısı 200 milyona yaklaşırken, can kaybı 4 milyon 232 binin üzerine çıktı. Türkiye’de 1 Temmuz itibariyle tekrar normalleşmeye geçildi, yeterli aşılama olmadan turizm ve ticaret kaygılarıyla atılan adımla tekrar vaka ölüm sayılarının artmasıyla sonuçlanıyor. Nisan haziran boyunca azalış trendine giren virüs Temmuz ayında tekrar yükselişe girdi. Aşılamanın yetersiz oluşu, Delta varyantının hızla yayılması ve artan toplumsal hareketlilikle vaka sayıları 45 binlere yükselerek bazı bölgelerde sağlık sistemini tıkayacak noktaya ulaşmış durumda” denildi.
 
SAĞLIK HAKKI 
 
Sağlık hizmetlerinde temel önceliğin halk sağlığı olması gerektiği vurgulanan açıklamanın devamında şunlar kaydedildi: “Şu an içinde bulunduğumuz tabloda, ne yazık ki halk sağlığının önünde kâr odaklı sağlık politikaları yer alıyor. Her gün yüzlerce insan aşı temin edilemediği ve eşit şekilde dağıtılamadığı için önlenebilir bir hastalıktan hayatını kaybediyor. Sağlık hakkı şirketlerin insafına terk edilemez. Patentler kaldırılmalı, aşılar tüm insanlığın ortak mirası olarak kabul edilmeli, aşıda adil ve eşit dağıtım sağlanmalıdır. Bu konuda uluslararası iş birlikleri gerçekleştirilmelidir. Ancak unutulmamalıdır ki neoliberal politikalardan vazgeçilmedikçe, bütün bu öneriler geçici çözümler oluşturacaktır.
 
ANA DİLDE SAĞLIK HİZMETİ
 
Kürdistan’da ise aşılama oranında düşüklük olduğu bilinmektedir. Aşı tereddütlünün nedeni mevcut iktidar ve Kürdistan’da uyguladığı politikalardır. Pandeminin başından bu yana şeffaf olmayan, gerçek verileri açıklamayan, toplum sağlığını öncelemeyen yönetim tarzlarıyla toplumu ikna edememektedir. Bunlar yetemezmiş gibi demokratik kitle örgütlerini ve kurumları en başından itibaren sürecin dışında tutmuştur. Ayrıca yerel yönetimlere atanan kayyımlar aşı süreçlerine dahil olamamış çağrıları toplumda karşılık bulmamıştır. Eğer belediyelerde halkın kendi seçtiği yöneticiler olmuş olsaydı, ne pandemi bu kadar yakıcı geçerdi nede aşılamada bu kadar geç kalınırdı. Kayyımlar ve diğer tüm anti-demokratik politikalar toplum sağlığını olumsuz yönde etkilemekte ve toplumun sağlık süreçlerine katılımının önünde engel oluşturmaktadır. Yine anadilde sağlık hizmet sunumunun yapılmaması da aşı tereddütlünün bir diğer nedenidir.
 
AŞI ÇAĞRISI 
 
Bu iktidara rağmen Kürdistan toplumu aşı olmalıdır, aşıya güvenmeli, iktidara güvenmemelidir. Aşı toplumun öz savunmasıdır. Bu gerçeklikle toplum sağlığını düşünen tüm demokratik kitle örgüt ve kurumların ortak hareket ederek toplumla buluşması gerekir. Kapitalist modernite ve devletli uygarlığın krizinin sağlıktaki olumsuz sonuçlarından olan pandemi gerçekliği yeni yaşam mücadelesinin ne kadar elzem olduğunu da ortaya koyuyor. Salgından korunmak ne kadar toplumsal bir örgütlenme ile başarılacaksa aşı olmak, aşıya ikna olmak da bir o kadar toplumsal örgütlenmeyle gelişecektir.”

Kaynak: MA