Kürdistan önemli bir süreçten geçiyor. Kim ne derse desin hayati bir dönemeçteyiz. Binlerce yıldır kader birliği yapmış halklar açısından, olası bir yol ayırımının son dönemeci, son kavşağı belki de... Bu nedenle kontrolü ve hızı doğru ayarlamak çok önemli...

Birbiriyle direk bağlantılı iki gelişme ile ilgili bazı okumalar yapacağız bu yazımızda... Bilindiği gibi Kürdistan'ın birçok yerinde büyük direnişler, büyük acılar yaşanıyor. Tarih boyunca en amansız mücadelelere tanıklık etmiş şehirlerde taş üstünde taş kalmadı tabir yerindeyse... Lakin bu yıkım, bu acı, bu ölümler, ölenlerin arkasından yakılıp semayı yırtan ağıtlar, Kürdistan tarihinde eşi görülmemiş düzeyde bir "statü" tartışmasını da başlatmış durumda... Tıpkı atalarımızın dediği gibi: "Heta xera nebe, çê nabe" (Kötü olmadan, iyi olmaz).

Bu çatışmalı ortam, hendeklerin öte yakasında gösterilen görkemli direnişler, öz yönetim ilanları ve ardından AKP iktidarının kentlere, tarihe ve sivil halka uyguladığı amansız şiddet, sokakların kalbine inen tanklar, ilk defa bu kadar geniş kitlelerin gündemine "Kürdistan'a Statü" meselesini sokmuş durumda...

Tüm zamanların en "meşru" tartışması, gündeme olanca ağırlığıyla oturmuşken DTK kendi bileşenlerinin yanı sıra, Türkiye'deki demokrat ve aydınların katılımıyla Olağanüstü Kongre'sini topladı. Kongrenin tek gündemi vardı: "Öz Yönetim veya Özerklik"

Kürt Siyasal Hareketi’nin Türkiye'deki dostlarını da yanına alarak dosta düşmana en yalın şekliyle taleplerini, yaklaşımını, görüşünü deklare ettiği bir gövde gösterisiydi adeta. Üstelik bu fikirleri ortaya koyarken aynı zamanda "Kürtlerin yek vücut" olduğu sinyalini veriyordu. Kararlı bir üslup vardı. Ama tevazu elden bırakılmıyordu. Deklarasyondaki taleplere "mutlak doğru" demeden, "Tartışmaya açtık" diyerek bu tartışmayı zenginleştirmek için destek istediler. Kürdistanî oluşumlara karşı da "üsttenci" bir tavır takınmadan Kürt Birliği için çağrı yaptılar.

Bu işin artık lamı cimi kalmadı. Kürt Silahlı Muhalefetinin başlatmış olduğu bu tartışmaya Kürt Siyasal Hareketi bütün kurum kuruluşları ile tam destek verdi. Hendeklerle başlayan halk direnişini sahiplendi, bu direnişlere daha güçlü katılım çağrısı yaptı. Hiç kuşku yok ki bu önemli bir adımdı. Zira şimdiye kadar AKP ve dalkavukları tarafından "farklı sesler" olduğuna dair iddialar vardı. Kürt Siyasal Hareketinin tüm bileşenleri böylesi bir organizasyonda zerre çelişmeden son derece kararlı olduklarına dair mesajlar verdiler.

Hepimiz gibi onlar da bu işin o kadar kolay olmayacağını biliyorlardı. Devletin işgalci ve katliamcı yüzünü en açık biçimde temsil eden AKP iktidarının statükoya sıkı sıkıya bağlı olduğunun bilincinde olarak haykırdılar taleplerini... Kürdistan'a Özerklik taleplerini dillendirirken bedel ödemeye şimdiden hazır olduklarını söylemekten de çekinmediler.

Şimdi sırça köşklerinden devamlı "Bu Kürtler ne istiyor?" diye soranlara artık açık ve net bir cevabımız var. Kürtler "Kürdistan'a Özerklik" istiyor. Sadece Kürdistan için değil, Türkiye'de "Özerk Bölgeler" oluşturulmasını ve her bölgenin özgün koşullarına göre öz yönetim modelini savunuyor. Bu modelin ayrıntılarının ortaya çıkması elbette Türkiye'deki tüm demokrasi dinamiklerinin tartışmaları sonucu ortaya çıkacak. Bu sürecin baskı, şiddet ve cebir yoluyla engellenmesi "ayrışma" fikrini de beraberinde getirecektir.

Bu ayrışma fikri ya da Bağımsız Kürdistan fikrinin ortaya çıkmasından kaynaklanan bedelden kaçınılmadığına dair mesajlar da verildi. Bağımsızlık için verilecek bedelden de çekinilmediğini ancak bunun şu an Türkiye ve Kürdistan Halklarının çıkarlarına hizmet etmediği için dillendirilmediği verilen ana mesajdı kanımca...

Son tahlilde Kürdistan Halkı kendisi ve Türkiye Halklarıyla ilgili yaşam talebini ortaya koymuştur. Bu talebi dikkate alıp almamak iktidarın tasarrufundadır. Lakin Kürtler alternatifsiz olmadıklarını, çözümsüz olmadıklarını, sadece iktidarın kendilerine bahşettikleriyle yetinmeyeceklerini ortaya koymuşlardır.