Türkiye’de bazı şeyler hiç değişmiyor, hiçbir zaman ve hiçbir koşul altında değişmiyor ve değişemiyor. Adeta 5-10-20 yıllık döngüler etrafında dolaşıyoruz, milim ilerlemiyor ve hep aynı kâbusu yaşayıp duruyoruz… Bundan vaz geçmiyoruz... Dün Ekrem İmamoğlu’nu TRT Haber Canlı Yayınında izlerken, oluşan atmosfer, sorulan sorular ve verilen cevaplar bende bir “dejavu” etkisi yarattı. ‘Neyi hatırladım ben böyle?’ diye düşünmeye başladım. Sonra buldum. 15 Temmuz sürecinden önce ve dershaneler krizi patladıktan hemen sonra, ülkemizdeki genel vaziyet neredeyse aynen bu şekildeydi. Açıkçası dünkü program bana Fetö yayın organlarının dönemin Başbakanını (Erdoğan) tuhaf ve tamamen yanlı sorularla sıkıştırmaya çalışırken, "bağımsız medya" kalkanı arkasına saklanarak sırıtmalarını anımsattı. O zamanlar ancak cemaat/örgüt mensupları Zaman gazetesi veya STV televizyon kanalının sunucu ve programcılarının acayip usul ve suallerini sempatik buluyorlardı. Geri kalanlar, Ak parti militanı ve taraftarı olmasalar bile, olan bitenin gayet güzel farkındaydılar. Sorulan soruların mahiyet itibariyle hiçbir önemi yoktu, tek amaç sıkıştırmaktı. Verilen cevaplar da yine mecburen verilen yanıtlardan ibaretti, açıklama ve aydınlatma maksadı taşımıyordu.

Bugün Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Yargının vereceği karar İmamoğlu’nun önünü kesebilir” açıklaması bir şey daha hatırlattı bizlere. Eski Türkiye’de Erdoğan için “muhtar bile olamaz!” diyorlardı, şimdi ise eskinin mağduru ve günümüzün zalimi Erdoğan kendine rakip olarak gördüğü kişiye hitaben “o koltukta oturamaz!” diyebiliyor. Bunun aleni bir yenilgi teyidi olduğunu bir kenara bırakalım, bazen bir “özür koşulunu” tesis ediyor ve bazen ise yönlendirilmiş bir yargı kararı veya kayyum ataması yoluyla İmamoğlu’nun makamından tekrar alınabileceğini ima ediyor. Doğu ve Güneydoğu bölgemizde pek çok seçilmiş belediye başkanı görevden alınırken ve yerlerine parti mensubu birtakım kayyumlar atanırken Batı dünyası doğrusu pek ses çıkarmamıştı. Peki, aynı şey dünyanın en önemli şehirlerinden biri olan İstanbul’un çifte seçilmiş belediye başkanı İmamoğlu’nun başına geldiğinde de, Batı sessiz kalmaya devam edecek mi? Üzerinde düşünülmesi gereken zor bir soru...

Taksim’deki The Marmara otel kamera görüntülerinin otel görevlileri tarafından sızdırılması, daha da doğrusu yandaş medyaya (belki de emniyet mensupları yoluyla) servis edilmesi bambaşka bir garabet. Bu durum özel hayatın korunmasına ilişkin kanunların ve temel hak ve özgürlüklerin açık ihlali niteliğinde bulunmaktadır. Söz konusu otel, özellikle kalitesi ve merkezi konumundan dolayı, yayıncıların, gazetecilerin, iş adamlarının ve sanatçıların vs günlük görüşmelerini yapmak için sıklıkla tercih ettiği bir oteldir. Fakat bundan sonra kim bu otele ve otelin yönetimine güvenebilir?

Diğer yandan güzel ve güzide ülkemizin belli başlı fetva makamlarından Prof. Hayrettin Karaman “düşmanı sevindirmek için doğruları söylemeyin” şeklinde fetva verdi. Prof. Hoca ancak geri zekâlıların anlayamayacağı basit ve çocuksu bir üslup kullanarak, “yalan söyleyin!” diyor. Karşı tarafı, yani muhalif taraftaki siyasi partileri, “düşman” olarak nitelendiriyor. Aynı zamanda, Ak Partinin bir nevi “cihat” yapmakta olduğuna değiniyor. İŞİD, El-Kaide gibi terör örgütlerinin Kuran ve hadislerdeki “cihat ayetlerini” temel alarak ideolojilerini oluşturmaları gibi, Karaman da CHP, İyi Parti ve hatta Saadet Partisi gibi “karşı” taraftaki partilere karşı iğrenç ve alçak bir kışkırtmada bulunuyor, milletin iç huzursuzluğunun oluşması ve bütünlüğünün bozulması noktasında aktif bir rol üstleniyor. Bırakın İslam’ı, Hıristiyanlık, Yahudilik, Hinduizm, Zerdüştlük ve bütün diğer saymadığımız ve aşina olmadığımız dinlerde, bu kadar ahlak dışı bir ve genel kurallara ihtilaf oluşturan bir talimat, emir veya yönlendirme verilemez. İlahiyat hocası Karaman aynı zamanda İslam’ı hiç hak etmediği şekilde, ölçüde ve derecede “iğrençleştiriyor”. Hayrettin Karaman adlı şarlatanın önceki (yolsuzluk yapmanın caiz olduğu gibi) sözde “fetvalarını” da hatırladığımız için, bu konu üzerinde daha fazla durma gereği duymuyor ve Yüce Allah’a havale ediyoruz...

Murat Meriç’in ifadesiyle, “hakiki felaketler ile yapay umutlar arasına sıkıştık kaldık”. Durum budur. Ne yazık ki Pazar gün yapılacak olan seçimlerde İmamoğlu yenilse de, rakibine fark atsa da, önümüzde aydınlık ve umut dolu günler göremiyoruz. Türkiye çoktandır bu kadere ve karamsar ruha teslim edildi...