Gündemin flaş konusu HDP'nin Türkiyelileşememe meselesi... Ya da Türkiyelileşememeden ziyade Türkiyelileşmeme meselesi. Tercihini ayrışmadan yana koyması. Bu iddiaların çıkış noktası da malumunuz Kürt Siyasal Hareketinin tüm bileşenleri ile birlikte DTK kongresinde "özerklik" seçeneğini kamuoyunun tartışmasına açması...

Saray iktidarına "kılıç çekilmediği" müddetçe HDP'nin Selahattin Demirtaş'ın sırtını sıvazlayıp, methiyeler dizen, yeri geldiğinde "Kandil ile görüş farklılıklarından dolayı tasfiye edilmek isteniyor" diye ciyaklayanlar, iş Kürtlerin hak arama veya statü talebine evirilince Diktatörün o çok bildik nakaratını dillendirmeye başladılar: "Kandırıldık!"

Anlaşılan o ki, mesele HDP'nin Türkiyelileşmesi meselesi değilmiş. Yüzyıllardır süregelen Kürtleri, "Türkleştirme" harekatının farklı bir versiyonuymuş meğer... Asimilasyonun tam da günümüze indirgenmiş şekli de denebilir. Gide-döne sözün dolaşıp Kürtlerin Türkiyelileşmesine gelmesinin temel esprisi de buymuş. Kürtler de Türkleşme kavline sadakat göstermedikleri için de "hain, ihanet" gibi laflarla birlikte anılır oldu haliyle... Tabi ki "Kürtleri çok seven" köşe yazarları da hasta, gereksiz, zamansız sözlerinin yanında "kandırdın bizi" diyerek koroya eşlik ediyorlar.

Ahmet Altan bir kaç gün önceki yazsısında "Türkiyelileşme Kürtlere verilen ev ödevi mi? Siz neden Türkiyelileşmiyorsunuz?" diye sormuştu. Türkiye'nin bir çok etnisiteden oluştuğu gerçeğinden hareket edersek, esas olarak Kürtlerin Türkleşmesini isteyenlerin Türkiyelileşmedikleri sonucuna varabiliriz. Zira bu ülkenin en yalın gerçeklerinden biri olan Kürtlerin kendi kimlikleri yaşamasına olanak vermeyen bir anlayışın, Türkiye gerçeğini yansıtmadığı dolayısıyla Türkiyelileşmediği önermesi yapılabilir.

Durum bu olunca Kürt cenahından bu gerçekliği dile getiren, Kürtlerin statü talebini dillendiren, mevcut statükoya her karşı çıkan "verilmiş ev ödevini" yapmayan haylaz çocuk gibi "disiplin kuruluna" verilmektedir. Kürtlerden yeteri derecede Türkleştirme devşiremeyen iktidar, disiplin kuruluna "kandırılmışları" da alarak, kendince yeni "demokratik" formüller de üretmekten de geri durmuyor.

İlhamını Hitler'den alan "Başkanlık Sevdalısı" parti kapatmanın söz konusu bile edilmeden, HDP eş başkanlarının dokunulmazlığının kaldırılması gerektiğini ifade ediyor. Bu tam da AKP ve Erdoğan tipi demokrasiye tekabül ediyor zaten. Parti kapatma demokrasiye aykırı, ama dokunulmazlıkların kaldırılması demokrasiye uygun. Bu "demokrasi modeline" şaşırdığımızı söyleyemem.

Çatışmaların gölgesinde, ölüm haberleri arasında Kürtler statü talebini ortaya koyarak "netleşme" süreci içerisine girdiler. Bu iç netleşme, beraberinde "karşıtını" da netleştiriyor. Bu nedenle Kürtlerin kullandığı her anlaşılır cümle, bu süreci iktidar ve devlet cephesinden okuyan çevreleri, Kürtlerle "romantik" bir ilişki kuran herkesi daha temkinli olmaya itiyor.

Hatırlatmakta fayda var. Kürt Siyasal Hareketi, Özerk Kürdistan tartışmasını başlatırken, "ödenecek bedelden" çekinmediklerini ifade etmişti. Bence yayınlanan deklarasyonun en önemli ve dikkate alınması gereken noktası buydu. Bedel ne kadar ağır olursa olsun bundan çekinilmeyecekti.

Şimdi saray sultasının, dokunulmazlıkları kaldırma tehdidi Türkiye demokrasi güçlerini AKP faşizmine karşı ne kadar sindirir bilinmez. Lakin gerçek olan şu ki, bunun geçmişte denendiği ve bunun Kürt Siyasal Hareketini sindiremediği, bilakis büyüttüğü deneyimlerle ortaya çıkan gerçekliğidir. Belki dokunulmazlıklar kalkacaktır, ama dokunulmazlıkları kalkanların, büyük bir onurla anılacakları aşikardır.

Bu vesileyle dokunulmazlıkların kaldırılması, Türkiye demokrasisini derin yaralayacağı gibi, Kürtleri Türkiyelileşme noktasından uzaklaştırıp, "Bağımsızlık ödevini" yapmaya götürecektir.