İzninizle ve zorunlu olarak, gene net üzerinden yol bulmaya çalışacağız. Yalpalayarak da olsa anason kokusuna gider ve çevreyi kolaçan etmesini biliriz…

Cumhuriyet Meyhanesi

Samatya’dan Yedikule’ye giderken yol üzerinde solda “Safa” meyhanesi işte zamanımıza Osmanlı’nın son döneminden, meyhane yapı şekli ve iç düzenlemesiyle kalmış, yegâne meyhane olarak hâlâ faaliyetini sürdürmektedir.

Tütün ve kahve yasağıyla birlikte içki yasağının da en şiddetli uygulandığı dönemin IV. Murat dönemi olduğunu biliyoruz. Gariptir ki, bu padişahın kendisi de tarihimizin namlı içkicilerinden biriydi; ayyaşların piri sayılan Yorgancı Ahmet Efendi’nin oğlu Bekri Mustafa da aynı dönemde yaşadı. Bu dönemde anlatılan ve günümüze kadar gelen fıkraların çoğunda ikisinin adının geçmesi yalnızca rastlantı olmasa gerek !..

Söz gelimi, yine ikisinin arasında geçen sandallı fıkra, hem içkinin etkilerini, hem de dönemin havasını yansıtması bakımından oldukça çarpıcı:

IV. Murat koyduğu yasaklara uyulup uyulmadığını bizzat kendisi kontrol etmeye meraklı bir padişah olduğu için, yine bir gün kıyafet değiştirerek bir sandala biner. Amacı sahil şeridinde içki içilip içilmediğini kontrol etmektir. IV. Murat’ı tanımayan sandalcı arada bir cebinden bir şişe çıkartıp yudumlamaya başlayınca, padişah sorar:
– “Nedir o içtiğin ? ”
Sandalcı Bekri Mustafa’nın ta kendisidir; kendini kolay ele vermez.
– “Kuvvet şurubu” der. “Ben bundan iki yudum çekince kendimi aslan gibi hissediyorum. Kürek çekmek vız geliyor”.
– Padişah tadına bakmak isteyince, Bekri Mustafa,
nasılsa denizin ortasındayız, bizi kim yakalayacak, diye düşünüp şişeyi uzatır.
Padişah iki yudum alır almaz, kükrer :
– “Bre zındık ! Bu şarap. Şarap içmeyi yasakladığımı bilmiyor musun ?
Bekri Mustafa şaşırır :
– “Sen kimsin ki, içkiyi yasaklıyorsun ?” der.
– “Ben IV. Murat’ım !..” yanıtını alınca, Bekri Mustafa küreği kaptığı gibi ayağa fırlar.
– “Şimdi atarım seni denize, daha iki yudum aldın, kendini IV. Murat sanmaya başladın. İki yudum daha alsan, Dünyayı ben yarattım diyeceksin”.

İstanbul… Türkiye’nin kültür, sanat ve eğlence başkenti…

Ve eğlence hayatı denilince de ilk akla gelen elbette meyhaneler olmakta. Şimdi sizlerle İstanbul’da meyhanelerin tarihine kısa bir yolculuğa çıkacağız…

Öncelikle “meyhane” sözcüğünün Farsça’dan geldiğini ve “şarap içilen yer” anlamına geldiğini belirterek başlayalım söze.
İstanbul’da meyhanelerin tarihi Bizans’a kadar dayanmakta. Bizans döneminde şehrin çeşitli semtlerinde meyhaneler bulunmaktaymış. Şarap içilen bu meyhaneler Osmanlı döneminde giderek çoğalmış. Osmanlı padişahlarının çeşitli dönemlerde koydukları “içki yasakları”na rağmen, “inadına” yaşayan mekânlar olmuş, meyhaneler.

Osmanlı döneminde, Kanuni Sultan Süleyman, I.Ahmet, IV.Murad ve III. Selim tarafından içki yasağı konulmuşsa da meyhanelerin azalması bir türlü mümkün olmamış. Reşat Ekrem Koçu içki yasağını şöyle anlatır:
“Memleketimizde devir devir konulmuş, şiddetle takip edilmiş, göz yumulup unutulmuş, sonra tekrar konulmuş ve son zamanlara kadar devam etmiş yasaklardan biri alkollü içkiler yasağıdır. Hattâ Cumhuriyet devrinde bile, 1946 ve 1950 bir dereceli mebus seçimi günlerinde yirmi dört saat için içki yasağı konulmuştur.”

İçki yasağı bahsini IV.Murad döneminde geçen bir fıkra ile noktalayalım. Reşat Ekrem Koçu’dan aktarıyoruz:
“İçki yasağının en amansız devri, IV.Murad zamanı olmuştu. Ne kadar garip bir tesadüftür ki ayyaşların piri Bekri Mustafa da o devirde yaşamıştır.
(…) Mustafa Üsküdar iskelesinde kayıkçılık yaparken, bir gün Sultan Murad ile Sadrazam Bayram Paşa tebdil gelirler ve mahsus koca ayyaşın kayığına binerler, sahilden bir hayli açılınca, kayıkçı rakı destisini dikip birkaç yudum içer.
Sultan Murad:
– Baba destiyi uzat, bir yudum su da ben içeyim! der.
Mustafa, güler:
– Sen içemezsin oğul, içindeki su değil, rakı! der…
Padişah:
– Niye içemeyelim? deyince
-Tahammül edemezsiniz, belli olur, hem kendinizi hem beni yakarsınız!.,
der. Beriki ısrar edince destiyi uzatır…
Yol aladursunlar, desti elden ele dolaşır…
Bir ara Sultan Murad:
– Baba, sen Padişah yasağından korkmaz mısın?., diye sorar…
Bekri Mustafa:
-Korkarım, amma Padişah beni burada nerden görecek? der.
Padişah:
– Ya ben haber verirsem? deyince
– Veremezsin, sen de içtin, kellelerimiz beraber düşer! cevabını verir.
Bunun üzerine çakır keyf olan hükümdar:
– Ya ben Padişah, bu adam da Sadrazam Bayram Paşa ise!.,
deyince, Bekri Mustafa kürekleri bırakıp kahkahayı atar:
– Seni köftehor… Ben demedim mi tahammül edemezsin diye!. Şunun şurasında iki yudum rakı içtiniz, biriniz Padişah, biriniz vezir olmağa kalktınız!, der!”

Osmanlı’da meyhane denilince Galata gelirmiş akla… Eski Galata meyhanelerini Orhan Türker’in Galatadan Karaköy’e isimli kitabının “Galata Meyhaneleri” bölümden birlikte okuyalım:
“Reşat Ekrem Koçu, Galata meyhaneleri için şunları yazmıştır:
Yakın zamana kadar halkın çoğunluğu Rumlarla Frenklerin teşkil ettiği Galata, İstanbul’un fethinden bu yana yüzyıllar boyunca meyhanelerin çokluğu, büyüklüğü hepsi Rum milletinden meyhanecilerinin de işret erbabının keyfine uygun hizmetleri pek iyi bilmeleri ile meşhurdu!’ (…)

I.N.Karavia’nın 1933 yılında İstanbul’da Rumca olarak basılan “Allote Ke Tora” isimli kitabında Galata meyhanelerinden şu şekilde söz edilmektedir: “Eski Galata’da çok sayıda meyhane vardı.

Meyhanelerin egemenliği tabiatıyla akşam saatlerinde başlardı. Meyhaneler o zamanın kanunlarına göre alaturka saatle 1.30’a kadar açık kalabilirlerdi. Bu saat aşılırsa ağır cezalar vardı. Ancak meyhanecinin açgözlülüğü ya da müşterilerin bir türlü gitmek istememelerinden dolayı kanuni süre çok zaman aşılırdı. Bu meyhanelerde çok miktarda duziko (rakı) ve mastika (sakız rakısı) tüketilirdi. Kapanma saatine yakın meyhaneci son mezeleri getirip hesapları toplardı. Bu son meze genellikle pastırma veya sahanda kaşar peyniri olurdu. Son mezenin servisi müşteriye kibarca gitme vaktinin geldiğini hatırlatırdı.”

TARİHTEN NOTLAR

Bir rivayete göre rakı küplerinin üzerinde bulunan arslan kabartmalarından esinlenerek rakıya arslan sütü adı verilmiştir.

Yüreğine, bileğine, silahına ve kesesine güvenenlerin gidebildiği balozlarda da içki içilirdi. Özellikle gedikli meyhaneler bir ustanın idaresinde işletilir, bu ustaya meyhaneci ustası denirdi. Zamanla meyhane ustalarına İtalyanca sakallı dede anlamına gelen Barba denmeye başlandı. Barbaların kalendermeşrep, hoşgörü sahibi, bununla birlikte gereğinde otoriter ve sert kişiler oldukları görüldü.