Sabah erken saatte uyanıp gecenin geç saatine kadar haberleri takip eden annem gibiyim bu aralar. Neyi izlediğini niye izlediğini anlam veremezdim ‘ajans’ı aç seyredeyim derdi. Saatlerce izlerdi…

‘Ajans’ ları takip ediyorum. Bugün bir ölüm haberi daha almayalım diye tüm Kürdistan’da yaşayanlar gibi ben de Kürtler mevzubahis olduğunda ortadan kaybolan tanrıya bilmediğim dilde dualar ediyorum.

Bu sabahta ölüm haberleri var. Devlet aklı tüm barbarlığını ortaya koymuş durumda. Öldürülen kadınlar çocuklar bir sayı olarak ekranın alt kısmında geçiyor. Yetişemiyorsunuz…

Evden sokağa çıktığınızda normalleşeceğinizi düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Yanınızdan geçen adamlara kadınlara baktığınızda yüzlerindeki ifadeler her şeyi anlatıyor. Burada anlatmanın lüzumu yok. Zaten bilen biliyor.. Gören görüyor.. Her şey tüm çıplaklığıyla ortada. Göremeyenlerde çıkıp gelebilirler. Amed eskiden olduğu gibi tüm misafirperverliği ile herkesi kucaklamaya hazır. Ama yok ‘’biz buradan bakıyoruz yerimiz iyi ‘’diyorsanız. O da sizin vicdanınızın borcu olsun. Hani savaş biter bir gün çıkar gelirseniz. Suriçi’ne gitmek isteyeceksiniz mutlaka. Yaşananların kalıntılarını görmek isteyecek belki bir şeyler yazıp çizmek isteyeceksiniz. Yazacaksınız da. Sonra yorulup Fiskaya’da sırtınızı Surlara dayayıp bir kaçak bir çay içmek isteyeceksiniz.

Peki, oturabilecek misiniz? Ya ağzı var dili yok Diyarbekir Kalesi bir anda dile gelirse ve yüzünüze fısıldarsa ’neredeydin ?’ diye.

Vicdanınızın dayanılmaz ağırlığını hissedip kaçmak isteyeceksiniz belki buralardan.

Yani demem o ki; her insan yanlış olduğunu bildiği bir şeyi zaman zaman yapar. Bunu yaparken de kendince haklı bir neden bulur mutlaka. Sizin de vardır ’ama’ larınız. Aksi takdirde insan kendisinden nefret etmeye başlayabilir. Bu yüzden vicdanını çeşitli telkinlerle avutur.

Edebiyatta da vicdan muhasebesi çokça karşımıza çıkar. İlk akla gelen örneği “Suç ve Ceza”da işlendiği gibi insanlar vicdanlarını susturabildikleri ölçüde ZALİM olabilirler.

Devam edersiniz yürümeye yürüdükçe, sokaklarda dilinize bir mısra takılır. Ahmed Arif üstadın dediği gibi:

 “Kurdun, kuşun bileceği hal değil,

 Sormayın hiç

 Laaaaal...”

Hevsel Bahçeleri her gün tarumar olurken bebeklerin ninnisi yerine ağıtlar yükselirken Sur’dan Cizre’den Silopi’den Bir şeyler yapmanın üç maymunu oynamaktan vazgeçip vicdan denen o kişisel adaletimizi dinlememiz gerekmiyor mu?