Bazı kamu kurumların yönetimi diğerlerine göre daha bağımsız olmalıdır. Bazıları da hükümet ile tam bir ahenk içinde olmasında sorun yoktur. Bu reel bir durumdur. Diyelim ki Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu; “Arkadaş ben Cumhurbaşkanı ile değil, kafama göre çalışırım” derse abes olur. Elbette bu kurum cumhurbaşkanlığı kurumu ile tam ahenk içinde olmalıdır.

Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğüne politika karışırsa ne olur? Çocuklar veya yakınları iktidara yakın uzak diye ayrılırsa ne kadar tepki ve vebal alır bir düşünelim. Kulağa ne kadar kötü geliyor değil mi, bu kuruma politika karışması.

(Doğrusu demokratik devletin tüm kurumları halka eşit uzaklıkta olmalıdır. Devlet ile hükümet ayrıdır. Lakin Türkiye’den konuşuyoruz. Daha o günlere çok var.)

Uzun zamandır Diyanet işleri başkanları ve kurumun kendisi politik tartışmaların bir parçasıdır. Bütçesi, başkanlarının söz ve eylemleri, kurumun fetvaları her dönem Türkiye gündeminde olumsuz yönde popüler olmayı başarmıştır.

Diyanet işleri kurumundan ağır başlı, mütevazı, uzlaştırıcı söz ve eylemler beklenir. Dinsel bir kurum sonuçta, fakat bu kurum aşırı politize ve sansasyonel, iktidarın gönüllü kulluğuna dönüşmüş durumda, dolayısıyla asli işlerini yapamıyor. Bence FETÖ ve diğer cemaatlerin bu denli güçlenmesinin bir sorumlusu da bu kurumdur. İktidara çalışmak adına, esas görevlerini ertelemişlerdir. Dolayısıyla kamuyu tehdit edecek grupların varlığı ile teolojik, felsefi ve teorik alanda mücadele edememişlerdir.

Ayrıca kurumun dünden bugüne getirdiği sorunlar vardır. Bunlar ontolojiktir. Dolayısıyla cerrahi müdahale gerekir.

Bu kurum ortalama Türk, Sünni, Hanefi varlığını Anadolu topraklarına dayatmaktadır. Şafi Hanbeli, Alevi, Hıristiyan, Yahudi, Bahai olmak üzere hiçbir din ve mezhep bu kurumla aidiyet kurmuyor.

Hanefi Sünniler bile mesafeli. Eğer bu kurumla aidiyet kursalardı acaba tarikatlar bu kadar yaygınlaşır mıydı?

Bu ülkede musluk suyunun yüzde 18, pet şişe suyun yüzde 8 vergisi vardır. Dolayısıyla herkes devlete ödeme yapıyor. Bu ödemeler sonucunda da devlet kurumları devamlılığını sağlıyor.

5018 sayılı Kamu mali yönetimi ve kontrol kanunu, Türkiye devletinin bürokrasisinin nasıl işleyeceğini anlatır.

Demokrasilerde devlet kurumları halka eşit mesafede durur.

Devlet kurumları hükümetin arka bahçesi olmaz, keyfi kadrolaşma yapmaz.

Devlet kurumları egemenin gönüllü kulluğuna dönmez ve onların propagandasını yapmaz.

Çünkü devlet kurumları halkın vergileri ile devamlılığını sağlar.

Mesele açık ve anlaşılır durumda.

Peki bir kurum bu mevzuatın dışına çıkarsa, halk ne yapmalı?

Partiler, sivil toplum kuruluşları ve yurttaşlar kurumu bağımsız davranmaya çağırabilir, öteki adım ise itibarı sarsılan kurumların başkanlarını değiştirmeyi talep edebilir.

Bu hem ahlaki, hem de hukukidir.

Bugün Diyanet İşleri Başkanlığı kurumuna itibarlı bir başkan talebi güncel bir çözüm olabilir.

Bu kuruma güvenilir bir başkan gerekmektedir. Yoksa bu kurum politik tartışmaların bir parçası olmaya devam edecektir.

Prof.Dr. Mehmet Hayri Kırbaşoğlu güvenilir bir ilahiyatçıdır. Kurumun bunalımını çözebilecek yegâne insandır. Yetkindir, entelektüeldir, cesurdur.

2010’lu yıllarda, herkesin FETÖ kapılarında el pençe durduğu yıllarda şöyle demiştir;

“Fetullah Gülen cemati ile cepheden açık bir mücadele başlatmamız gerekir. Bunlar karanlık bir organizasyondur. Devleti ele geçirmekteler, hem hükümeti uyarmalıyız hem de vatandaşları. Bu mücadele ülke içinde kalmamalı uluslar arası alanda da verilmelidir.”

Türkiye’nin tüm din ve mezhep gruplarının ve inanmayanların dahi saygı duyduğu Kırbaşoğlu’nu Diyanet İşleri Başkanı olarak görmek istiyoruz.

Bu demokratik talebi ve hakkı tüm yurttaşlar dile getirmeli ve sahiplenmelidir.

Eğer başarırsak kurum için büyük, demokrasi için küçük ve sağlam adım atmış oluruz.

Not: Diyanet İşleri Başkanlığı dağıtılmalıdır tezi gerçekçi bir tez değildir. Hele FETÖ darbe girişimi sonrası ve cemaatlerin bu denli güçlü olduğu bir dönemde bu talep makul değildir. Bu konuda reel uygulanabilir ve sürdürülebilir bir tezi olan varsa yazsın okuyalım.