İktidar her ne kadar ''kriz yaşamıyoruz, kriz yoktur, bunlar bizim güçlenmemizi, kalkınmamızı istemeyenlerin manipülasyonudur. Dış güçlerin oyunu ve saldırısı altındayız'' dese de, Türkiye ekonomisi şu an olağanüstü bir kriz içerisindedir. Şirketlerin art arda konkordato ilan ettiği herkesin malumu. İşçiler işten çıkarılmakta, özellikle imalat sektörü üretime ara vermekte ve azımsanmayacak kadar, irili ufaklı işyerleri kapısına kilit vurmuş durumdadır. En sıradan, sokaktaki insanların bile inkar edemeyeceği bir bunalım, yaşamı dayanılmaz hale getirmekte, kısacası işsizlik, hayat pahalılığı, beraberinde yoksulluk şu anki ülke yaşamının en olağan durumunu yansıtmaktadır.

'Dış güçler oyunu' söylemi siyasi bunalım içindeki, başka bir deyişle yönetim zafiyeti gösteren tüm iktidarların en çok başvurduğu bir argümandır. AKP iktidarının yönetim zafiyeti gösterdiği ve en büyük bahanesi olarak dillendirdiği şu 'dış güçler' söylemine biraz yakından bakalım.

Kim bu dış güçler? Amerika mı? Papaz Brunson'un tahliyesi ve ardından yapılan karşılıklı 'dost iki ülke' mealindeki açıklamalar ve benzeri daha birçok şey, ABD'yi düşman kampta görebilmemiz için yeterli bir neden olmadığını ortaya koyuyor. Almanya veya diğer Avrupa Birliği ülkeleri ihtimali de pek mümkün değil. Zira, damat bakanın İngiltere ve Almanya'dan yüksek oranda (% 7,5 gibi) kredi temin etmeye çalıştığı, ABD ile sorun yaşandığı her zamanda Avrupa ülkeleri ile sıkı dostluk mesajlarının gündeme geldiğini yeterince biliyoruz.

Acaba Rusya mı bu dış düşman güçler diye düşündüğümüzde, maalesef buna da olumlu cevap vermekte zorlanıyoruz. Çünkü, Suriye sorunu hakkında Türkiye'nin konjonktürel olarak Rusya'nın ve hatta ABD'nin olurunu almadan tek başına adım atamayacağı gün gibi, güneş gibi ortadadır. Geriye bir tek İran kalıyor ki, ABD'nin son zamanlarda dillendirdiği İran'a yapacağı ambargodan dolayı İran'ın Türkiye'ye, Türkiye'nin de İran'a en fazla ihtiyaç duyduğu koşullarda bu ihtimali de çok rahatlıkla eleyebiliriz.

Lafı uzatmadan söyleyeceksek, AKP iktidarı ülkeyi artık yönetemez hale gelmiştir. Ekonomik kriz ile birlikte siyasi kriz de gittikçe derinleşmektedir. Hükümet de bu durumun farkındadır. Çünkü kendi açıkladığı enflasyonla mücadele programını sekteye uğratma pahasına da olsa, bazı vergi indirimleri ile tüketimi teşvik etmeye çalışmak gibi palyatif adımlarla piyasayı canlandırmak istemektedir. Ancak herhangi bir olumlu sonucun şimdiye kadar alınmadığını, alınamayacağını görmek için ekonomist veya siyaset uzmanı olmaya gerek yoktur.

İşte tam da bu gelişmeleri iyi tahlil eden, kitlelerin nabzını tutan ve gelecek güzel günlerin hiç de uzak olmadığını, önüne koyacağı mücadele programıyla umut olabilecek, kitlelerin geri bilinç düzeyine hitap eden sağ söylemlerle değil, aksine demokrasi ve özgürlüğü hedefine koyan sol özgürlükçü birleşik direniş hareketi, ülkeyi ekonomik ve siyasi krizin tüm sıkıntılarından uzaklaştırabilecek çıkış yolunu açabilecektir. Bunun için özgürlükçü, kitlesel sol muhalefet, mevcut düzenden memnun olmayan milyonları etkileyebilecek meşru mücadele alternatiflerini yaratmak zorundadır. Yaşadığımız objektif koşullar demokrasi ve özgürlük güçlerine her zamankinden daha fazla sınıf temelli siyasi mücadele zeminini yaratmış durumdadır.

Hiçbir şey için geç kalınmış değildir.