Son yıllarda hiç mübalağasız dozu artan yalanla, kibirle, zorbalıkla, hileyle, yolsuzlukla, rantla anılmaya başlanan; kendine biat etmeyene kelimenin tam anlamıyla yaşam hakkı tanımayan bir siyasî iktidar var. Her demokratik tepkiyi, her eleştiriyi, her karşı fikri bertaraf etmek üzerine hareket ediyor.

Meydanlarda insanların işkenceyle susturulmaya çalışılması, muktedir istediği için öğrencilerin apar topar tutuklanması, absürt iddianameler, uzayan tutukluluk süreleri, hukuksuz davalar, adaletsiz mahkemeler, insan hakkı ihlalleri iktidarın önleyemediği sorunlar olmaktan çok onun düşman ceza hukukunu kullandığının en açık göstergeleri. İnsanların hayatının kolayca mahvedilebildiği hukuk ve vicdan dışı bir alan oluşturuldu.

Şimdi AKP ve Reis’i insanlardan o alana girmesini istiyor bir kez daha. Başka deyişle kitleleri bu kötülüklere ortak etmeyi. Bunu fark eden kendi seçmenini bile münafık olmakla itham edebiliyor. Yakın tarihten örneklerle yalan üzerine yalan üretebiliyor. Örneğin (Erdoğan) rakibi Muharrem İnce’yi camide fotoğrafının olmaması ile suçlarken bir yandan da zamansal hataya düşerek İnce’ye (o henüz daha dünyada yokken) “Menderes asılırken sen ne yaptın?” diye sorabiliyor.

“Reis”, başka bir gün ise yüksek geçiş ücretiyle gündeme gelen yap-işlet-devret modeliyle özel sektöre yaptırılan araç geçiş garantili köprülerden “parası olanlar geçsin” diyerek sahiden de “Beyaz Türk” sıfatını sonuna kadar hak ettiğini gösterebiliyor. Mesela seçim çalışmalarında henüz inşaat hâlindeki havalimanına devlet uçağıyla “ilk iniş”i yapabiliyor. İşsizliğin, özellikle de genç işsizliğin ülkenin en büyük sorunlarından biri olduğu bir ülkede istihdam yaratmak için çalışmak yerine işsiz insanlar çile doldursun diye çaylı kekli kıraathane vadedebiliyor.

Kıraathane vaadinin, siyasî iktidarın, bunca yıldır işsizliği gideremediği; atanamadığı için canına kıyma noktasına gelen öğretmen adayına, Meclis’in önünde kendini yakma girişiminde bulunan işsize, haciz gelen çiftçiye bir gelecek sağlayamayan düzeni semirttiği bir memleket gerçeğinde antipati uyandırdığı açık. Ayrıca bir de kekin yanına internet de ekliyorlar ki, bu ülkede bir yılı aşkın süredir en büyük dijital ansiklopedi Wikipedia’ya erişim yasak! İnsanı anlamaktan, toplumsal müştereklerden, demokratik değerlerden o kadar uzaklaştılar, kibirlendiler ki, artık çürüyen duvar sıva tutmuyor bir türlü.

Büyüsü bozulan AKP ve Reis’inin artık anlatacak bir hikâyesi yok. 3-Y; yani yolsuzluk, yasaklar ve yoksullukla mücadele vaadiyle iktidara gelip de 16 yıl boyunca memleketin insanlarını yoksullaştırmak, yolsuzlukları önlemek bir yana yolsuzluğun öznesi olmak, yasaksız bir gün geçirtmemek de bir “başarı” öyküsüdür. En azından kötüye bakarak ne yapılmaması gerektiği üzerine bir fikir yürütülebilir pekâlâ. Bugün Türkiye’yi yalnız yönetmeye aday olanların değil herkesin nedenleri ve sonuçlarıyla iyi okuması gereken bir öykü.

Bence 24 Haziran (ve ikinci tur: 8 Temmuz) seçimleriyle ülke büyük bir değişimin eşiğinde. 7 Haziran seçimlerinde açıkça ortaya konulan bu değişim talebinin sinyallerini 16 Nisan hileli referandumunun sonuçlarında bile görmek olası. “Dip dalga” diye dillendirilen olgunun değişimi ne derece öteye taşıyacağını kestirmek pek mümkün değil. Yarın öğreneceğiz ama araştırma şirketlerini ciddiye almak mümkün görünmemekle birlikte toplumsal gözlemlerimiz ve elbette siyasal muhalefetin, cumhurbaşkanı adaylarının miting meydanlarından, sosyal medyadan yürütülen kampanyalardan yayılanlar bir veri olabilir belki.  

Bir gözlem: Pek çok miting gördüm ama insanların kadınıyla, genciyle, yaşlısıyla ‘adalet’, ‘barış’, ‘huzur’ ve ‘demokrasi’ talebiyle değişimden yana böylesi ilgi gösterdiği bir mitinge İzmir’de uzun zaman sonra ilk kez tanık oldum. Bahsettiğim 21 Haziran’da Gündoğdu Meydanı’ndaki Muharrem İnce’nin mitingi.

Mitingler genelde miting meydanıyla konuşulur ve fakat canlı yayınlarla, fotoğraflarla sosyal medyadan aktarılan ve bazı TV kanallarında kısmen gösterilen (TRT’nin ise hiç görmediği!) Gündoğdu’nun umudu, muhabbeti miting öncesi ve sonrasıyla sokaklarda, caddelerde de hissedilircesineydi. 2,5 milyon olarak ifade edilen insan topluluğu denizden tekneleriyle, mizah yüklü pankartlarıyla, sloganlarıyla, bayraklarıyla; samimiyetle tebessümle karşılamıştı cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’yi. Keza Gündoğdu’ya benzer görüntüler ertesi gün Ankara Tandoğan’dan geldi.

Gündoğdu Meydanı, 21 Haziran

HDP’nin cezaevinde bulunmasına karşın yeni bir kampanya biçimiyle sosyal medyadan kitlelere ulaşmaya çalışan cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş ise özelikle de gençlerde ve kadınlarda sempati uyandırıyor. Esprili yaklaşımıyla, yazdığı şarkılarla, sesli mesajları ve elbette TRT’deki konuşmasıyla dikkat çeken Demirtaş, cezaevinden avukatları aracılığıyla toplumla iletişim kurmaya çalışan bir aday. Demirtaş sempatisinin yalnız cumhurbaşkanı seçiminde değil HDP’nin anti-demokratik yüzde on barajını geçerek parlamentoda yer alabilmesi açısından da etkili olacağı aşikâr. Muktedirin 7 Haziran’a benzer bir hezimete uğramamak için basına kapalı bir toplantıda baraj altı kalabilmesi için özel çalışma yürütülmesi gerektiğini dikte ettiği HDP’nin barajı geçmesi Meclis’te bugünkü siyasal muhalefetin çoğunluk kazanması anlamına geliyor.

Millet İttifakı’nı oluşturan partiler (CHP-İYİP-SP) ile ittifak dışındaki HDP’nin tek adam rejimine karşı demokratik parlamenter sistemi asgari müşterek olarak kabul ettiklerine ve ilk hedef olarak OHAL’in kaldırılması gerekliliğine dair pek çok emare var. Son olarak Üsküdar’da elektriği kesilen alanda miting yapmak zorunda bırakılan İYİ Parti’nin cumhurbaşkanı adayı Meral Akşener, parlamenter sisteme geçişin yol haritasının hazırlanması için ittifak partilerinin liderlerine çağrı yapmıştı. Önceki gün açıklanan “tutum belgesi” metninde kuvvetler ayrılığı ilkesine ve çoğulcu demokrasinin esaslarına göre rekabetçi demokratik siyasal zeminin tüm gerekleri ile yeniden inşa edileceği vurgulanıyor.               

Şu bir gerçek: AKP ve ittifakı karşısında; artık AKP’den vazgeçenlerin de, farklı sınıfsal ve toplumsal kesimlerin de yönelebileceği alternatifler var hiç olmazsa. Ancak sorun salt parti ve liderle çözülmüyor. Hiçbir parti ve lider tek başına ülkeyi yönetemez/yönetmemeli! Fren mekanizmaları (temsil yetkisi güçlü özgür iradeli bir parlamento, bağımsız mahkemeler, özerk kurumlar, özgür medya vb.) demokratik rejimlerin birincil şartı olmakla birlikte doğrusu o koltuklarda oturanların bir hakem görevi göreceği memleketi ileriye taşıyabilecek bir demokratik sistemin hayata geçirilmesi de önemli.

Demokratik katılımcılık asıl mesele. Halkın yaşadığı il, ilçe ve mahallelerde uygulanacak imar iskân, enerji, yol, köprü, baraj ve benzeri projelerde söz sahibi; farklı kültürlere, inançlara, gelir düzeylerine, yaşam tarzlarına sahip olan toplum kesimlerinin sorunlarının çözümünde insanların yalnız muhatap alındığı değil aktif olarak belirleyici olacağı çoğulcu bir yönetim biçiminin geliştirilmesi çağın gereği.