1950 seçimleri yaklaşıyordu. Halk, büyük bir çoğunlukla DP’nin yanındaydı. CHP’yi kendi yayın organı olan Ulus ve Akşam Gazetesi desteklemekteydi. Halkın büyük bir çoğunluğunun DP’nin yanında olmasına rağmen, seçim döneme girildiği zaman Demokrat Parti’nin kazanabileceğine kimse ihtimal vermiyordu. CHP, gayet kendinden emindi. Seçimi kazanacağını düşünüyordu. Seçim sürecinde muhalefet ekonomi politikası yürütüyor, hayat pahalılığı üzerinde duruyordu. Muhalefet sadece ekonomi değil, aynı zamanda da basın özgürlüğü başta olmak üzere birçok konuda anti-demokratik yasaların ele alınıp değiştireceğini ileri sürüyordu. Kısacası Türkiye’de tek partinin baskılarına artık son verilecekti. Türkiye’de demokrasi adına mücadele veren DP’nin seçim afişinde, dur işareti veren bir el resmî ve altında “Yeter, söz milletindir” cümlesi yer almaktaydı.

Öte yandan iktidar kanadında ise, İnönü, Anayasa’yı çiğneyerek seçim kampanyalarına bizzat katıldı. Oysa, Cumhurbaşkanı Anayasa’ya göre tarafsız, yansız olmalıydı. İnönü’nün birçok şehirde yaptığı konuşmalarını kalabalıklar izliyordu. CHP, bu kalabalık mitinglerden daha da umutlanıyor ve seçimi kazanacağına kesin gözüyle bakıyordu. İktidar, ne kadar kendinden emin olsa dahi muhalefete saldırı pozisyonunda değil, kendisini savunma durumundaydı.

Ta ki, 14 Mayıs 1950 gününe kadar. Halk, sabahın en erken saatinde, hasta, yatalak, yaşlı, genç demeden sandıklarında oy kullanabilmek için sıraya girdi. Katılım oranının yüksek olduğu 1950 seçiminde, devlet imkanını her şekilde kullanan 27 yıllık CHP iktidarı seçimi kaybetti.

(Kaynak: Tevfik Çavdar- Türkiye’nin Demokrasi Tarihi)

Çavdar’ın bu eseri, 1950 seçimlerine tanıklık etmeyenler için geçmişi bugüne taşıyan ve tarihin benzerlikleriyle bizleri şaşırtan eserlerden birisidir. Geçmişe dönüp baktığımızda Türkiye’nin  bugünün şartlarından daha ağır demokratikleşme bedelleri verdiğini biliyoruz. Fakat,  geçmişte demokrasi adına verilen siyasal bedellerden daha da acısı, aradan geçen yarım asır boyunca demokratikleşme adına buğday tanesi kadar ilerleyememiş olmamızdır.

Ne yazık ki, Türkiye’de demokrasi içselleştirilmeden biçimselleştirilmesinden kaynaklı en reformist olduğunu iddia eden iktidarları bile canavara dönüştürmüştür. Buna son olarak AKP iktidarı döneminde tanıklık ettik. AKP, iktidara geldiği ilk yıllarda Türkiye’de demokrasi adına başlattığı reform politikalarının da bir zaman sonra biçimsel olarak kalıp, otokrasiye dönüşmesinin sebebi devlet demokrasinin içselleştirilmemesidir. Devlet, yapı ve kurumlarıyla demokrasiyi içselleştiremese de bana göre halkın çoğunluğunda bunun bir karşılığı yoktur. Niye? Diye soracak olursanız, halk, biçimselleştirilen demokrasinin siyasetçiler tarafından araç olarak kullanıldığının bilincindedir. Bilincinde olmasa, tüm devlet imkanlarını kullanan ve baskı, yasaklarla dolu tek partili bir dönemde 27 yıllık CHP iktidarını (Üstelik CHP kazanacağına kesin gözüyle bakarken) devirip, demokrasi vaadleri veren siyasetçilere şans tanımazdı.

Önümüzdeki 24 Haziran seçimlerinde AKP ve Erdoğan her ne kadar devlet imkanlarını  iktidarı lehine kullanmaya çalışsa da kaybedeceğine tanıklık edeceğiz düşüncesindeyim. Çünkü, AKP iktidarı artık halktan uzaklaşmıştır. Ekonomi adına halka güven verici vaadlerde bulunamıyor, antidemokratik baskı ve yasakçı politikalarıyla her geçen gün seçmen kaybediyor.1950’lilerde halkın sorunlarını görmeyen CHP yönetiminden farksızdır.

Muhalefet ise, AKP iktidarında artan hayat pahalılığına bu seçim kampanyasında özellikle yer verirken, tıpkı 1950 seçimlerindeki gibi demokrasi, özgürlük çığlıklarını halka duyurmayı başarmıştır. Fakat,  14 Mayıs 1950 seçimleri ile 24 Haziran 2018 seçimleri arasında en önemli iki fark bulunmaktadır. Birincisi, seçim ve sistem değişikliği; ikincisi, dönemin iktidarlarının moral ve motivasyonudur. 16 yıllık AKP iktidarı seçime 10 gün kala yenilgiyi kabul etmiş, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından da bizzat seçime hile karıştırma talimatı verilmiştir. 1950 yılında kazanacağına kesin gözüyle bakan, tek partili dönemin, 27 yıllık iktidarı dahi millet iradesinin karşısında devrilmiştir. Bu yüzden 24 Haziran’da dip dalga gelecek söylemlerinde bulunanlara katılmıyorum, çünkü 24 Haziran günü dip dalga değil, Beştepe’de kasırga meydana gelecektir.

Ve son olarak; AKP iktidarının Türkiye’ye bıraktığı enkaz büyük. Türkiye’nin öncelikle normalleşme sürecine ve ardından biçimselleştirilen demokratik kurumların demokrasi ile içselleştirilmesi gerekmektedir. Yoksa bi 15 yıl sonra yine aynı şeyleri tartışır, aynı sorunlarla karşılaşırız.

Tüm İslam Aleminin Ramazan Bayramını kutlarım!