8 yıl önce gazetesinin önünde öldürülen Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink her sene ölüm yıl dönümü 19 Ocak'ta anılıyor. Dink için çok şey yazıldı, çok şey söylendi. Ama hiçbiri ailesinin söylediği kadar etkili olmadı. Kim bilir belki de, Türkiye'nin bu günahının bıraktığı acıyı omuzlarında sadece bir gün değil, 365 gün taşıdıkları için...

Serdar Korucu'nun CNN Türk'teki haberi:

19 Ocak 2007'de suikaste uğrayan Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink için ailesinin kameralar karşısına ilk geçişi, 24 Ocak'taki cenaze töreninden önceydi. Osmanbey Halaskargazi'yi dolduran kalabalığın karşısına saat 11:00'de, çocukları Arat, Delal, Sera ve geliniyle otobüsün üstünde çıkan Rakel Dink, eşi için kaleme aldığı "Sevgiliye Mektup"u okumaya başladı. O an Türkiye sustu. Herkes eşini kaybetmiş, daha doğrusu eşi katledilmiş bir kadının mesajını dinledi.

RAKEL DİNK "ÇUTAĞINA" YANİ KEMANINA SESLENDİ

Kendi ifadesiyle "çok acılı ve onurlu"ydu Rakel Dink, aşk mektubu kıvamındaki metni okurken. Önce eşine yanık bir sesle "Ah sevgilim" diye seslendi. Ardındansa ona taktığı lakapla "Çutağım" yani "Kemanım" diye hitap etti.

"Bugün derinliklerin ışığa yükseldiği günün başlangıcıdır" diyen Rakel Dink, metanetle devam etti konuşmasına, İncil'den alıntılar yaptı, "Hiç kimsede, insanın dostları uğruna canını vermesinden daha büyük bir sevgi yoktur" sözünü hatırlattı.

"BİR BEBEKTEN KATİL YARATAN KARANLIK..."

Dink konuşmasında sadece vicdanlara seslendi. Öyle ki eşini vurduğunda 18 yaşın altında olan, tetikçi Ogün Samat için de mesajı vardı.

"Yaşı kaç olursa olsun, 17 veya 27, katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduklarını biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim."

"ONUNLA MANŞETLER, KONUŞMALAR, YASAKLAR DEĞİŞTİ"

Rakel Dink, eşinin hayatını kaybettiği caddede ölümden değil sonsuz yaşamdan, cehennemden değil cennetten, nefretten değil sevgiden söz etti. Yaşadığı derin acıya rağmen tek bir isteği vardı: Eşinin ödediği bedelin ardından sevginin kazanması...

"O bugün Türkiye'de milat yaptı. Sizler de mührü oldunuz. Onunla manşetler, onunla konuşmalar, onunla yasaklar değişti. Onun için dokunulmazlar veya tabular yoktu. Kelamda dediği gibi yüreğinden taştı. Büyük bir bedel ödedi.

Bedellerin ödendiği gelecekler Hrantları severek, Hrantlara inanarak olur. Nefretle, hakaretle, kanı kandan üstün tutarak olmaz. Bu yükseliş karşısındakini kendin gibi görerek, kendin gibi sayarak olur." 

"Gözleri daha yorulmadan, bedeni daha yaşlanmadan, daha hasta olmadan, sevdiklerine doymadan kanat açtırdılar göksel cennete. Biz de geleceğiz sevgilim. Biz de geleceğiz o eşsiz cennete. Oraya yalnız ve yalnız sevgi girer."

"KUCAĞIMDAN AYRILDIN, ÜLKENDEN AYRILMADIN"

Konuşmasının sonunda bir kez daha seslendi eşine. Konuşmasının satır aralarında Hrant Dink'in "Evet, biz Ermenilerin bu topraklarda gözümüz var. Var, çünkü kökümüz burada. Ama merak etmeyin. Bu toprakları alıp gitmek için değil. Bu toprakların gelip dibine gömülmek için..." sözlerine atıf vardı.

"Yaptıklarını, konuştuklarını kim unutabilir sevgilim? Hangi karanlık unutturabilir sevgilim? Olmuşları, olanları kim unutturabilir? Korku unutturabilir mi sevgilim? Yaşam mı? Zulüm mü? Dünyanın zevkü sefası mı sevgilim? Yoksa ölüm mü unutturacak sevgilim? Hayır, hiçbir karanlık unutturamaz.

Ben de sana yazdım aşk mektubunu sevgilim. Bana da ağır oldu bedeli sevgilim. Bunları yazabilmeyi Hisus'a (Mesih İsa) borçluyum sevgilim. Herkesin hakkını herkese geri verelim sevgilim."

"Sevdiklerinden ayrıldın, çocuklarından, torunlarından ayrıldın, burada seni uğurlayanlardan ayrıldın. Kucağımdan ayrıldın. Ülkenden ayrılmadın..."

İÇTEN BİR AMCA - YEĞEN KONUŞMASINDAN ÜÇ AY SONRA...

Hrant Dink'in ayrı düştüğü ailesinden ona seslenen bir diğer isim, 3 ay sonra yeğeni Maral Dink oluyordu. Agos Gazetesi'ne yazdığı yazısına, suikast öncesinde amcasıyla yaptığı samimi konuşmayı aktararak başlıyordu. En içten, en yalın haliyle...

"Yıl 2006, aylardan Kasım. Okuldan eve dönerken yüzün geliyor gözlerimin önüne.

Seni çok özlüyorum. Eve varınca telefonu elime alıp arıyorum seni. Nasıl olduğunu soruyorum önce. "İyiyim canım yavrum sen nasılsın?" diyorsun her zamanki içtenliğinle. Söylemeyi başarabileceğimden hâlâ emin değilim o an, ama birden dökülüveriyor duygularım dilimden: "Seni çok özledim ve sadece sesini duymak istedim amca." Şaşırıyorsun. Duygulanıyorsun. Kısa bir sessizlik geliyor ardından. Sarılıyoruz birbirimize o sessizlikte. Vedalaşıyoruz belki bilmeden. Aramızdaki en dolu ve en özel konuşmayı yapıyoruz beş dakika içerisinde. O akşam Rakel yengeme bunu anlattığını, ne kadar mutlu olduğunu sonradan öğreniyorum. Telefonu kapatırken huzur doluyor içim.

"MUTLU BİR AİLEYDİK O ZAMANLAR"

"Mutlu bir aileydik o zamanlar. Masallarda rastlanabilecek bir mutluluk bizimkisi. Birbirimize olan sevgimiz ise bize özel. Ondan yok hiçbir yerde.

Telefonu kapadıktan sonra mırıldanıyorum: "Bir de seni çok seviyorum amca." Duymuyorsun..."

"ÖLEN BENİM AMCAM DEĞİL, BEN DE BEN DEĞİLİM O AN..."

Maral Dink, ardındansa kendisi 2007'ye kadar hiçbir anlamı olmayan o günde, "19 Ocak"ta amcasını ziyarete gidişini anlatıyordu. Ve o gün kendisine ulaşan acı haberi...

"Yıl 2007, Ocak 19. Okuldan erken çıkıp Osmanbey'e geçiyorum. Özlemişim seni gene. 'Seni görmeye geldim amca' diyeceğim, sarılacağız birbirimize ve uzun uzun sohbet edeceğiz o gün. Saat 15.30'da telefonum çalıyor. Eve gitmem gerektiğini söylüyor bir arkadaşım. Kapatıp annemi arıyorum. Annem kendinde değil. Çığlıkları geliyor kulağıma. Ne olduğunu söylemesi için yalvarıyorum. 'Hrant amcanı öldürdüler' diye haykırıyor bir ses. Annem değil telefonun diğer ucundaki. Ölen benim amcam değil. Ben de ben değilim o an... Bilinçsizce koşuyorum sokaklarda bir süre. Kendimi topladıktan sonra eve gidiyorum doğruca. Ev kalabalık. Ben buz gibiyim. Televizyonun olduğu odaya geçiyorum. Sen olduğunu söyledikleri adama bakıyorum amca. Bu bir açık oturum değil. Söyleşi değil. Bizim için olağan hale gelen 301 davalarının konu edildiği bir program da değil. Neden televizyondasın o halde? 'Hrant Dink öldürüldü.' Yerde kan var... Yüzünü göremiyorum amca... Ellerini görüyorum... Elini tutmak istiyorum sadece... Uzun uzun ve sıkıca... Ve haykırıyorum: "Gitme amca..." Duymuyorsun..."

"BİRİLERİNİN 'SÖZDE HİKAYELERİNE YENİSİ EKLENİYOR"

Amcasının katli için 100 yıl önceki katliamı, 1915'i hatırlatıyordu Maral Dink yazısının devamında. Konuşulmayan, yüzleşilmeyen, sessiz kalınan. Failleri bir türlü cezalandırılmayan...

"Şimdi uzun bir güvercin masalımız var Nare'ye anlatacağımız. Bizim gerçekten doğma hikâyemiz yazılırken, birilerinin de gerçekten bozma 'sözde' hikâyelerine bir yenisi daha ekleniyor. Şimdi 90 yıl önce hastalıktan ölen birkaç bin Ermeni'den bahsedilirken, bundan 90 yıl sonra ayağı kayıp düşmüş ölmüş Ermeni bir gazeteciden söz edebilir de birileri! (Biz arşivimizi yaptık, ne olur ne olmaz.) Dünyanın gözü önünde olması değiştirmiyor bir şeyi çünkü, yıllar önce de dünya izlemiş ve engelleyememişti yaşananları."

"YÜZBİNLERCE KİŞİ "ERMENİYİM" DİYE BAĞIRIYOR! AH BE AMCA DUYMUYORSUN"

"Beni heyecanlandıran, cenazendeki o kalabalık oluyor asıl. "Hepimiz Hrant'ız, Hepimiz Ermeni'yiz" diyerek seni anladıklarını gösteren yüzbinlerce kişi (gerçi birilerine göre hepimiz pankartız!) bu ülkede hala bir arada yaşayabileceğimize dair umutlarımızı besliyor. Bir zamanlar "Ermeni'yim" demenin korkulduğu, karşıdakinin bunu küfür olarak algıladığı bu ülkede, yüzbinlerce kişi ardından "Ermeni'yim" diye bağırıyor! Ah be amca... Duymuyorsun...

"BEN ÜŞÜYORUM ARTIK HER MEVSİM BU ÜLKEDE"

"Paramparça zamanlarda görüyorum kendimi artık. Geçmişim, bugünüm, geleceğim iç içe. Seninle dolu günlerim canlanıyor şimdi gözümde. Sonra yavaş yavaş uzaklaşıyor sesler, kayboluyor görüntüler. Ve ben üşüyorum artık her mevsim bu ülkede. En çok da güneşin kendini gösterdiği günlerde."

"Birilerinin bir yerlerde balık tutuyor olması acıtıyor canımı. Senin büyük bir keyifle tutmadığın balığı da yemek istemiyorum artık. Seni yaşatmayan bu ülkede, insanların 'sözde' öldürüldüğü bu ülkede, ben de 'sözde' yaşıyorum bu aralar anlayacağın. Sana elinde haritayla gelenlere asıl zenginliğin bu toprakların üstünde olduğunu hatırlattığın geliyor aklıma. Benim sahip olduğum en değerli hazine artık bu toprakların altında amca. Şimdi yapacak çok işimiz, anlatacak çok şeyimiz var. Yapacağız. Anlatacağız. Yaşayacağız. Ve bundan böyle bizim için yaşamak, öncelikle seni yaşatmak... Aklının, kalbinin ve hayallerinin ışığında koşmak... Başka türlüsü sadece nefes almak..."

"GEÇEN SADECE ZAMAN, AKAN ACI KAN MI?"

Maral Dink'in yazısından iki ay, suikastten 5 ay sonra 22 Haziran 2007'de bir diğer yeğen alıyordu kalemi eline. Lusin Dink anlatıyor bu kez zamansız kaybettiği amcasını...

"Günler geçmek mi bilmiyor? Ya da herşey öylesine akıyor mu? Yoksa geçen sadece zaman, akan ise acı kan mı?

Uzaktayım çok uzaklarda... İstanbul dışında, ailemden uzakta... Kendimden zaten 19 Ocak'tan beri uzaktayım... Sen ise bizden artık uzaktan da ötesin. Neyi nasıl anlatsam, nereden başlasam inan bilmiyorum amca..."

"CANLAN İSTİYORUM AMCA... ÖTESİ YOK..."

"İş için çıktım şehir dışına... Dağlarda çekim yaparken o kadar uçsuz bucaksız ki her yer... Koşsam diyorum bazen, belki ulaşabilirim sana... Sonra babam geliyor aklıma amca... Ama artık babam gelince aklıma sonsuz hüzün doluyor içime... Sonra seni, babamı ve Hosrof amcamı düşünüyorum yanyana... Bu resim hiç çıkmasın istiyorum aklımdan... Birden gerçeğe dönüşüversin aklımın oyunu ve canlansın istiyorum... Canlan istiyorum amca... Ötesi yok... Canlan istiyorum... Sonra kızıyorum kendime, ne canlanması... Amcam hala hayatta. İstanbul'a gidince beni bekliyor olacak herkes "eksiksiz", diyorum... Ama sonra yerde yatan bedenin geliyor gözümün önüne... Ve o an dağ başındaki çorak toprağa dönüşüyorum amca..."

"SANA BUNU YAPANLARA BEDDUA EDEMİYORUM"

Hrant Dink'e "Seni bu ülkede isteyerek öldürdüler... Niyesini nedenini ben çözemedim amca!!! Maral'ımın dediği gibi Topladım, çıkardım, böldüm, çarptım ama ben çözemedim amca" diye seslenen Lusin Dink, yazısında amcasının Babalar Günü'nü kutluyordu. Sokakları dolduranların "Hepimiz Hrant Dink'iz" sloganlarını hatırlatarak...

"Siz bizi o kadar insan yetiştirmişsiniz ki amca, sana bunu yapanlara beddua edemiyorum... Yine de Tanrı onların neslini korusun diyorum dualarımda....

Onlar bizden bir can aldılar ama Tanrı onların çocuklarını bağışlasın amca... "

...

"Pazar günü Babalar Günü'ydü amca... Babalar Günün kutlu olsun...

Babalar Günün kutlu olsun Hosrof amca.

Ve babacığım, Babalar Günün öylesine kutlu olsun ki gökyüzüne bi gülücük fırlat... Sonra Hosrof amcama öyle sarıl ki, öyle bir öpücük kondur ki yanağına yıldızlar taşısın öpücüklerinizi Hrant amcama... Tıpkı benim her gece her birinize yaptığım gibi...

Hepinizi çok seviyorum... Biz çok şanslıyız, çünkü Dink'iz. Ve evet, hepimiz Hrant Dink'iz. VE KÜÇÜĞÜNDEN BÜYÜĞÜNE KEŞKE HERKES HRANT DİNK OLABİLSE... Ama maalesef herkes her ayrıcalığa sahip olamaz hayatta.

Görüyorsun di mi amca her cümle ve'li küçük cümleler... 

İşte biz n'apalım bu cümleleri genel kurmacaya uyduruyoruz. Yazık, ancak orada anlam kazanıp "birşey" oluyorlar. Yoksa aslında hiçler ve uzun cümlelerin arasında kaybolan bağlaçlar... Ne dersin amca? Kullanalım da ayıp olmasın."

"İNSAN BABASINA AĞLAMAYA UTANIYOR"

Cümleler kurulmaya devam etse de yargı süreci içinde belki de en çok yorulan Dink ailesi oldu. Bugün 8. yılına gelen, yılan hikayesine dönüşen sürecin 3. yılında Hrant Dink'in oğlu Arat Dink, babası için ilk kez konuşuyor, ailenin acısını en net şekilde kameralar karşısında dillendiriyordu. Sözlerineyse 2004'te 12 yaşındayken 13 kurşunla öldürülen Uğur Kaymaz'ı hatırlatarak başlıyordu:

"Burası tuhaf bir ülke. Bu tuhaf ülkede insan, babası öldürüldükten üç yıl sonra çıkıp babasına ağlamaya utanıyor. Bu ülkede daha yeni 12 yaşında bir çocuğun bedeninden 13 tane devlet kurşunu çıktı. Bu ülkede insan babasına ağlayamıyor. Bu ülkede acı çok. Üç yıl oldu ama konuşmamız lazım. Çok da konuşmak istemiyorum. Şimdi, bu üç yılın sonunda neredeyiz? Bu ülke tuhaf bir ülke.

...

Ben üç yıl önce burada babama ağlarken, hayatımın en kötü gününde üzüntü ve öfke içindeyken, siz şaşkınlığı eklediniz ona. Nasıl bir ülke burası? O üzüntümün içinde bana şaşkınlığı nasıl hissettirebildiniz? Tuhaf bir ülke... Üç yıl önce sizin sayenizde ben çünkü bu ülkenin adaletine doğru söylüyorum, güvenmiyordum. Ama sizin sayenizde içimde umut doğdu. Şimdi, üç yıl önce sizinle birlikte babamın son üç yılının hesabını soracağımı umut ediyordum. Üç yıl sonra hesabı sorulacak üç yıl daha eklenmiştir. Ne olmuştur üç yılda? Adalet adına ne olmuştur?

"BİZİMLE DALGA GEÇERKEN YALNIZLAR MIYDI?"

Baktım, geçen yıl en fazla basında yer alan şey, mahkemede bu üç çocuğun bizim ailemizle, mahkemeyle alay edişi olmuş. Olay olmuş. Ben buralarda yoktum. Şimdi soruyoruz, üç yıl önce onlar yalnız mıydı, babam öldürülürken? Son üç yıldır bizimle dalga geçerken yalnızlar mıydı onlar?

MAHKEME BİZİMLE DALGA GEÇMEDİ Mİ?

Babasının öldürülmeden üç gün önce yazdığı yazıda valiliğe çağrıldığını hatırlatan Arat Dink, oradaki iki istihbaratçıyla ilgili hala valiliğin bilgi vermediğini, mahkemenin de bu durumun üstüne gitmediğini belirtiyor, bir zamanlar babasının haftalık gazetesini çıkarttığı binanın penceresinden şöyle soruyordu: "Mahkeme bizimle dalga geçmedi mi? Neden bahsediyoruz? Bakın, biz şahitlik ettik. Ailesi şahitlik ediyor. Kendisi yazıyor, 'Beni tehdit ettiler'. Valilik nedir? Bu devletin İstanbul'daki adamı değil midir valilik?"

"BÜSTLERİ DEĞİL, İNSANLARI SEVİYORUM"

"Ben burada biraz yanlış bir şey yaptığımın farkındayım. Benim bu hiddetimden, öfkemden, acımdan bazıları, bazı arkadaşlarım sonuç çıkarıp da cam çerçeve indirmeye falan kalkmasınlar. Yuh olsun onlara. Çünkü ben onları da anlıyorum. Ben bu dünyanın camını, çerçevesini indirmek istiyorum. Başta bu Agos'un güvenlik camları var, onları indireceğim. Babamın büstü var bir tane. Onu kırmak, parçalamak istiyorum. Ben büstleri sevmiyorum, ben insanları seviyorum.

Ama değil... Cam çerçeve mi indireceğiz? Siz üç yıl önce nasıl yapıldığını gösterdiniz bu işin. Ve üç yıldır gösteriyorsunuz. Asıl öyle kalabalık olup o vakarı koruyabilmek lazım. Çünkü onu yönetebiliyor devlet, o kırmayı, dökmeyi ama sizi yönetemiyor. Üç yıl önce yönetemedi, korktu."

"YÜZ YIL ÖNCE AVDIK, ŞİMDİ YEM OLMUŞUZ"

Arat Dink, konuşmasının sonundaysa Ergenekon soruşturması sırasında ortaya çıkan "Kafes Planı" ve "Hrant Dink Operasyonu" gibi belgeleri hatırlatıyor, sözü 1915'e getiriyordu. Babasının da son "yem"lerden biri olduğunu vurgularcasına...

"Bu ülkede 'Kafes Planı' diye bir plan çıktı ortaya. Orada 'Hrant Dink Operasyonu' deniliyor. Bütün ülke biliyor mu bunu? Bütün medya yazdı mı bunu? Orada sadece Hrant Dink Operasyonu mu diyor? Gayrimüslimlerin üzerine korku salmaktan bahsediyor. Bakın, babamın dilinde tüy bitti bir Yargıtay kararını anlatmaktan. 1915 ve Soykırımla ilgili bir kitap mahkemeye götürüldü. Mahkeme, 'sakıncalıdır' diye karar verdi. Yargıtay'a gidildi. Yargıtay karar aldı, 'Kışkırtılacak sayıda Ermeni kalmamıştır' diye. Bunu anlattı durdu babam. Nasıl ağır bir şey! Biz bu ülkede yüz yıl önce yüzde 20'ydik belki, bugün binde 1 bile değiliz. Bakın, yüz yıl önce avdık, şimdi yem olmuşuz yem."