gotinên pêşîyan.


dayîka min digot,

bila her mirov bibe xwedîyê jîyana xwe

lê dijmin hov bu

jîyan pûç kir

di welatê bê xwedî de.

Soğuk bir kış gecesinde dinlediğim dengbejî şarkıların ruhuma işlediği bu saatlerde, milyonlarca insanın 'çürümeye bırakılan ruhlarını' kurtarmaya çalışmak için kalkıştığım eylemin ilk dakikasında yenilgiye uğradım. Kelimeleri bir araya getirip cümle kurmanın zor hatta imkansız olduğu gerçeğinin suratıma sert bir tokat gibi çarpması kısa sürdü ama etkisi saatlerce devam etti. Don Kişot özentili ruhsallığım, çocukluğunu babasından ayrı yaşamak zorunda bırakılan geçmişimle birleşince söz'ün anlamı iyicene sönmeye başladı. Gonçorov'un Oblomov’u gibi saatlerce baktım pencereye, tavandaki beyaz kirliliğe, kapı aralığından yazıma sızan karanlığa...

Kafkavari ruh halimden sıyrılmaya çalıştıkça fark ettim ki çoktan batmış bir geminin içinde; can yeleksiz, paletsiz kalakalmışım. Yüzme bilmiyorum, bilsem de yüzerek varacağım bir kara parçası yok. Bağırsam sesimi duymayacak kadar meşgul uzaylılar. Ağlamak rahatlatır demişti annem. Ağladım. Ağlamanın boğulmama sebep olacak suyu artırmaktan başka bir işe yaramayacağını bilerek ağladım.

Dua edecek tanrısı doğduğu coğrafyanın imamları ve şeyhleri tarafından öldürülen, sonra tecavüze uğrayan, işkence edilen bir beden olarak tutum nefesimi. Kaça kadar sayabildim, son çığlığım ne oldu bilmiyorum. Ama siz hatırlarsınız. Dalgaların sahile sürüklediği ve hepinizin içini cızlatan minik Alan Kurdi. Hani minik bedeni ne manşetlere, ne tv ekranlarına sığmayan Alan.

Firavun'un sadece Mısır Kralı ve tanrısı olduğu bilgisinin yanlış olduğunu Şengal dağlarında katledilen çocukları duyunca, tecavüze uğrayan kadınları işitince öğrendim. Taş üstünde taş baş üstünde baş bırakmadan, canlı ve cansız bütün varlıkların yok edildiği Şengal’de, Laleş'te gördüm Firavunların ne kadar çok ve vahşi olduklarını.

Babasının uzun süre eve gelmeyeceğini hisseden, ardından koşup sarılmaya çalışan Uğur'un bedenine sıkılan her kurşunla öldüm. 12 yıllık ömrüne 13 kurşun sıkılan Uğur'un 'yaşam hakkının ihlali' hangi faşist Baro'nun hak ihlali raporunda yer aldı.

Ceylan'ın parçalanan bedenini ağaçlardan toplamıştı annesi. Kanla sulanan ağaçların kızıla büründüğü o günde hangi siyasetçi 'yalandan da olsa' ayıptır, yazıktır, günahtır yapmayın diyebildi.

Roboski’de toplumsal yeni yıl heyecanı yoktu. bir kaç kilo çay, bir kaç vidon mazot yaşamın devamlılığını sağlayan enstürmanlardı. Gecenin en zemheri anında, gökten ölüm yağdırıldı çocukların üstüne. 34 can, 34 beden ve kızıla çalan kar. Haber değeri yoktu.

Ama, zulüm de bugün kimi örnek aldıklarını açıklayanlara yetmemişti. suç ortağı katırlar da kurşuna dizildi, imtina ile, itina ile. Hangi vicdan kanadı.

Tarihsellik içinde yaşanmamış olanın peşinden gidilmez. olmayanın davası görülmez. ' hazineler kaybedildiği yerde aranır' demişti büyük filozof. Kaybedildiği yerde insanlık arandıkça, insanlığı öldürmeye yeminli canavarlar daha da vahşileştiler.

Öncesi de vardı bu zulmün, sonrası hala yaşanmakta. 1915 te tarihin en korkunç soykırımına tabi tutulan Ermenilerden 1925 te katledilen Seyit Rıza'lara, Amed zindanına, Maraş'a, Çorum'a, Sivas'a...

'Auschwitz'den sonra şiir yazmak barbarcadır' demişti Adorno. Bense toplumsal çürümenin en son raddesinde 'insanlığa dair' kalan son umudumu yitirmek üzereyim.

Bir bebek düşünün üç aylık. Annesinin kucağında, başından vuruluyor.

Bir kadın düşünün cenazesi yedi gün sokaktan alınamıyor.

Bir kız çocuğu düşünün annesi günlerce buzdolabında bekletiyor cenazesini.

Bir genç düşünün öldürüldükten sonra cenazesi panzer arkasına bağlanıp sürükleniyor.

Bir kadın düşünün, öldürülüyor, üstündeki elbiseleri çıkarılıp işkence ediliyor.

Yazarken bile insanın içinin acıdığı bu zulmün hepsi ve daha fazlası köyleri yakılıp göçe zorlanan, evleri talan edilen, anne babaları, kardeşleri katledilen, varlıkları inkar edilen bir halka yapıldı, yapılmaya devam ediliyor.

Ama bizim umurumuzda değil. O geminin içinde sadece boğulacak olanın onlar olacağını düşünüyoruz. Doğru ya da yanlış yapıyor olmamızın hiç bir önemi yok. Çünkü biz 1915 te komşumuz olan bir halkı katlettiğimiz de beraberinde vicdanımızı da insanlığımızı da kaybettik.

...

Her devrin yasaklı kelimeleri vardır. Şimdiler de bu kelimeler hızla çoğalmakta. Öyle ki bu hıza yetişmek için 24 saat ülke yetkililerin açıklamalarını takip etmek bile yetmiyor.

İnsanlık, Hak, Hukuk, Adalet, Eşitlik, Anadil, Özgürlük, Özerklik, Demokrasi Yaşama ve Barınma hakkı gibi kelimeleri yanlışlıkla olsa dahi telaffuz etek türlü eziyetleri göze almakla eş değer.

Bunların yerine sıklıkla kullanmamızı salık verdikleri kelimeler ise şunlar; sokağa çıkma yasağı, son terörist kalıncaya kadar, köklerini kazıyacağız, Kürt sorunu yoktur, babanın kız çocuğuna duyduğu şehvet, durmak yok yola devam vs...

...

Vicdanını kaybeden bir topluma dair umudum kalmadı. Benim söylediklerim onları zere miskal ilgilendirmez. Onlar dünyadaki renklerin, mavinin, dağ kokusunun, toprağın, akan nehirler, tomurcuk açan ağacın, karıncanın farkında değiller.

Onlar dağını, taşını, ağacını, suyunu, evini, hayatını savunanları öldürmekle bitirebileceklerini zannediyorlar.

Onlar öldürmek, yok etmek dışında başka bir yol, yöntem bilmezler.

Ya biz?

Bugün bir halkın kanayan bedenine sessiz kalan biz, bizler.

Çürüdük mü?

Evet çürüdük ve yarın onlara dair, onlarla konuşacak yüzümüz kalmadı.