Yüzeysel tartışmalar ve polemikler konunun üstünü örtüyor. Siyasi iktidarla TÜSİAD, farklı düşünüyorlarmış gibi bir algı yaratılıyor.

 

28 Şubat müdahalesinde zorunlu ve kesintisiz eğitimin 8 yıla çıkartılmasının amacının, eğitimin nitelikli hale getirilmesi olmadığını aslında herkes biliyor. 28 Şubat sürecinde, eğitim sistemine yönelik müdahalenin asıl amacı İmam Hatip Liselerine yönelmenin önüne geçmekti.

 

28 Şubat sürecinde, müfredatla ilgili herhangi bir iyileştirme yapılmadığı gibi, eğitim sisteminin militer, ırkçı, asimilasyoncu ve ayrımcı özellikleri daha fazla güçlendirildi. Aslında yeni rejimle eski rejim arasındaki kavganın özü, eğitimle din ilişkisinin ortaya çıkardığı çelişkidir. Devlet, siyasi amaçlar gözeterek, dini kontrol etmek ve dinin yaratacağı toplumsal etkiden faydalanmak istiyor. Bu istek, yeni ve eski rejimin aktörlerini zaman zaman karşı karşıya getirmekte. Sürmekte olan mevcut tartışma da bu çelişkinin ürünü. Devletin dini olduğu sürece iktidar kavgalarında inançlar istismar edilmeye devam edecek.

 

POLİTİK TOPLUMSALLAŞTIRMA ARACI OLARAK EĞİTİM

Çocukların ilk eğitimleri, ana dilleriyle analarından ve ailelerinden edindikleri bilgiler ile öğrendikleri davranışlardan oluşur. Daha sonra devreye giren yakın çevre ve mahalle ilişkileri ile bu süreç okul çağına kadar pekişerek devam eder.

 

Okul eğitimi ise, devletin bu konuda uzmanlaştırılmış, donatılmış olan programı aracılığı ile yürütülen, politik toplumsallaştırma sürecinin en yetkin ve en örgütlü aşamasını ifade eder. Okul eğitimi bireylerde, amaçları, aşamaları, araçları ve yöntemleri önceden belirlenmiş olan sistemli ve programlı bir davranış değişikliği yaratmayı hedeflemektedir.

 

Pedagoji bilimi, kapitalist toplumsal yaşamda, çocuklar için en verimli politik toplumsallaştırma çağının ortalama olarak 6-18 yaş aralığı olduğunu saptamaktadır. Küresel kapitalizm döneminde ülkeler, kendi eğitim sistemlerini bu çağı kapsayacak biçime dönüştürme ve örgütleme çabası içindedir. Buradan da anlaşılacağı gibi, 12 yıllık zorunlu temel eğitimin amacı devlete, “iyi”, “uyumlu” bir tebaa üretmek olarak özetlenebilir.

 

İnsanlar, eğitim sistemi tarafından biyolojik yaşlarına göre kuşaklara ayrılırlar, bütünsel olarak devletin belirlediği müfredat ile sistemli bir şekilde biçimlendirilirler. Bir torna tezgâhı gibi işleyen bu eğitim mekanizması, çocukları yontar, rendeler, zımparalar, cilalar toplumsal yaşama (devletin kullanımına) hazır bir ürün haline getirir. Yontulmaya uygun bulunmayan, “arızalı”, budaklı malzemeler ise hurdaya ayrılarak “işe yaramaz” olarak etiketlenir. Hurda sayılan bu grupta yer alanlar, politik toplumsallaştırmanın başka süreçlerindeki dolgularda ya malzeme olarak, ya da devletin diğer ihtiyaçlarının giderilmesinde araç olarak kullanılır.

 

“MODERN EĞİTİM SİSTEMİ” VE KAPİTALİZM

‘Modern Eğitim Sistemi’, burjuvazinin gereksinmelerinin karşılanması ve bu gereksinmelerin karşılanabileceği toplumsal yapının oluşturulabilmesi amaçlarına yönelik bir işlev görmektedir. “Burjuva rejiminde okulun şu üç görevi vardır: Gelecek işçi kuşaklarına kapitalist rejime bağlılık ve saygı aşılamak; egemen sınıfın gençlerinden emekçi sınıflara ‘kültürlü’ bekçiler yetiştirmek; sermaye karlarını artırmak üzere bilimin teknik alana uygulanmasını ve kapitalist üretimin artmasını sağlamak” (S.Tanilli),

 

Bu yapılanma içinde her zaman, eğitim sisteminin hedef kitlesini oluşturan grubun belirli bir bölümü, sağı solu kırılmış, yaratıcılığı yok edilmiş, düşünemez, örgütlenemez kılınmış olarak sokaklara bırakılmakta ve bu bölüm toplumsal hayat içindeki ‘potansiyel suçlu’ kavramının öznesi haline getirilmektedir. İşte sistem tarafından “işe yaramaz” olarak etiketlenen ve bir benzetme ile “hurda” denilen bölüm bu insanlardan oluşmaktadır. “İşe yaramaz” olan bu grup ise devletin disiplinine, polis, asker gücünün gerekliliğine, despotik uygulamalarına haklı, maddi bir gerekçe oluşturmakta devlet için malzeme olarak kullanılmakta ve toplumsal güvenlik algısında ‘tehlike’ kavramına duyulan ihtiyaç bu kesimler üzerinden giderilmektedir. Böylece devletin sistematik yapısı içindeki bu “işe yaramaz” bölüm, kendilerini ilgilendiren bir hayatın öznesi olarak değersizleştirilmekle birlikte, devletin disiplin ve güvenlik ihtiyaçlarını tarif etme konusunda vazgeçilmez bir figür haline getirilmektedir.

 

‘Modern Eğitim Sistemi’nin yaklaşımı, çocuklarda bulunan tüm farklılıkları törpüleyerek, üretim süreci içinde ortalama bir noktadan bir çan eğrisi tanımlamaktır. Bu süreçte korkak, çekimser, tanımlanmış alanlar dışına çıkıldığında düşünemeyen, karar veremeyen, genelde umutsuz, basit edinimlerle tatmin olabilen, bireysel çıkarlarını belirleyemeyen, kolaycılığa alıştırılmış, değer sistemleri bozulmuş, zayıflatılmış, tutarsızlaştırılmış, araştırma yapmayıp körü körüne inanmaya alıştırılmış, insanlar (modern köleler) üretilmiş olur.

 

KİMİN İÇİN NASIL BİR EĞİTİM?

Temel eğitim sürecinin 12 yıllık politik toplumsallaştırma aşaması sonunda, belirlenmiş olan amaç doğrultusunda başarılı bir biçimde şekillendirilmiş olan bireylerle, mevcut düzene çeşitli alanlarda kazandırılmış gençler, bu aşamadan sonra, başka özel bir eğitim sürecine tabi tutulurlar. Bu yeni süreç, onların düzenin fiilen sürdürülmesinde hangi konumlarda ne tür görevler alabileceklerini belirler ve onları bu konuda yetkinleştirir. Örneğin hayatı sorgulamayan, soru sormayan bir inanç sisteminin parçası kılınmış gençlere, değişik olanaklar sunacak, yetiler kazandıracak bir eğitim süreci tasarlanmak istenir. Bu açıdan 12 yıllık tünelin belirli aşamalarında yan tünellere gereksinim duyulur. 

 

Eğitimde eşitlik ilkesi ise, egemen sınıfın dışında kalan sınıflar için söylenen bir toplumsal hukuk ve adalet yutturmacasından başka bir şey değildir. Diğer bir deyişle ifade edilen bu eşitlik, emekçi sınıfların çocuklarının eşit bir biçimde sistemin kölesi kılınma eşitliğidir.

 

Egemenler, kurulu düzenin geleceği açısından bir tehlike olarak düşündükleri için çocukların özgür bireyler olarak yetişmelerini, düşünme yetilerini geliştirmelerini, yaratıcılıklarını hayata geçirmelerini istemezler. Bu durum, en çok sakındıkları ve de korktukları olgulardan biridir. Kendi egemenlikleri için bir tür “tehlikeli durum” olarak adlandırılabilecek bu rizikodan kurtulmanın maliyeti ise oldukça külfetli olmaktadır. Egemen sınıflar, bu nedenlerle mevcut eğitim politikalarında konjoktürel değişiklikler yapmak amacıyla, dönemsel olarak arayışlara girebilir ve bu konulara ilişkin tartışmalar yürütebilirler.

 

Eğitim sisteminde yapılan değişiklikler ve uyarlamalar, kuşakların ne kadar düzene uyum sağladıkları ve bu sürecin kapitalist devlete maliyetine bağlı olarak zaman zaman gündeme gelir. Düzenin bekası açısından ise eğitim, politik bir meseledir ve salt teknokratlara, bürokratlara bırakılamayacak kadar egemen sınıflar için yaşamsaldır. Çünkü hiç kuşkusuz sınıflı toplumlarda eğitimin karakteri, amacı ve sürecin tanımlanış biçimi ile şekillendirilme süreci de sınıfsal olacaktır.

 

NASIL BİR EĞİTİM SÜRECİ

Elbette ki çocuk, bebekliğinden başlayarak annesi tarafından çeşitli tehlikelere karşı eğitilmektedir. Bu aşamada bebeğin yetileri gelişmemiştir, düşünme, anlama, vb. yetileri gelişinceye kadar annesi sevgiyle çocuğunu eğitir. Bu eğitime annesinin öğretmenliği de eşlik eder. Çocuk, ana dilinden başlayarak birçok yaşamsal bilgiyi annesinden öğrenir. Ancak burada gözden kaçırılmaması gereken temel olgu, bu aşamadaki eğitim sürecinin temel ve öncelikli hedefinin, politik toplumsallaştırma değil, çocukta yaşam becerilerini geliştirmeye ve onu tehlikelerden korumaya yönelik becerilerin kazandırılmasına yönelik olduğudur. Bu dönemdeki eğitim sürecinin, çocukluk ve gençlik yaşlarında verilen planlı ve amaçlı politik toplumsallaştırma (şekil verme) sürecine göre önemli farklılıkları bulunmaktadır. Bir başka yanıyla da bu eğitim süreci, çocuğun, bir yandan kendi hayatını şekillendiren, diğer yandan sınırlayıcı ve kapsayıcı bir karakter taşıyan aile-ebeveyn hegemonyasına karşı duruş ve bu alana karşı kendi varoluş mücadelesini sürdürebilme yeteneğini da kazanmaya başladığı dönemidir. Çünkü “çocuğun özgürlüğü, zayıflığı ile sınırlıdır” (Rosseau). Bu durum onu aileye bağımlı kılmaktadır.

 

Sonraki aşamada ise yakın çevre, aile, akrabalar, mahalle, arkadaşlar çocuğun eğitimine ve öğrenimine katkıda bulunur. Çocuk için nedenini anlayamadığı kurallar ve yasaklar biçimindeki eğitim, bu aşamada çoğunlukla toplumsal kurallara ve çevre koşullarına ilişkinidir. Yine de bu aşamadaki eğitim ve öğrenimin yaklaşık oranlarına bakıldığında, eğitimin %10, öğrenimin %90 oranında yer tuttuğu dikkati çekmektedir.

 

Bundan sonra ise çocuğun okul çağı başlar. Bu dönemde artık çocuğun anlama, düşünme, yetileri gelişmiştir. Okul çağındaki çocuğun anlama, neden-sonuç ilişkileri kurma yani genel olarak düşünme ve karar verme yetileri, eğitimi gerektirmeyecek kadar gelişmiştir. Bu çağdaki eğitim özet olarak, “…eğitimci tarafından, dilenen niteliklerin eğitilene aşılanması için, onun psikolojisine yapılan, belli amaca yönelik ve sistematik etkidir…”(M.İ. Kalinin)

 

Okul çağına kadar çocuğun kazandığı özgür düşünme, düş kurma, yaratıcılık gibi yetileri çok sistemli ve yetkin bir resmi eğitim programı ile derhal kontrol altına alınmaya ve geriletilmeye başlanır. Bu durum, çocuğun istemediği bilgilerin kendisine yüklenmesine paralel olarak tüm okul çağınca etkili bir biçimde sürdürülür. Artık devlet, adeta bir hayvan yetiştirecekmiş gibi, düzene uygun çeşitli niteliklere sahip kuşaklar yetiştireceğini rahatlıkla söyleyebilir, söylemektedir (‘’Atatürkçü gençlik yetiştireceğiz ‘’ dindar nesiller yetiştireceğiz”). Zaten yapılmak istenen tam da budur.

 

Sömürü esasına dayanan sınıflı toplumların oluşturduğu paradigmanın dışına çıkamayan bir tartışma ve değerlendirme sürecinin, mevcut kısır döngü içinde yeni bir ufuk açması olanaklı değildir. Öncelikle kabul edilmelidir ki insanlar eğitilmez, hayvanlar insanlara hizmet etmek ve birlikte yaşamak için eğitilir. Paradigmadaki değişikliği buradan başlatmak en doğrusu olacaktır. Bu değişikliğin izinden gittiğimizde hemen ardından söyleyeceğimiz ikinci şey ise İnsanlar öğrenir” olmalıdır.

 

Bu nedenle, soruna doğru yaklaşım açısından, “evrensel değerler çerçevesinde özgür, eşitlikçi, sömürüsüz bir toplumsal yaşamda eğitim nasıl ve ne olmalıdır?” tartışmasının yaşamsal önemde olacağı kuşkusuzdur.

 

NELER YAPILMALI?

Öncelik, öğrenci ve öğretmenin özgürleşmesi olmalıdır. Bu doğrultuda, okulun demokratikleşme programı üzerinde durulmalıdır.

 

Mesleki eğitim niteliği taşımayan İmam Hatip Liseleri kapatılmalıdır.

 

İnanç öğreniminin devletten bağımsızlaştırılması sağlanmalıdır.

 

Öğrenim süreci tümüyle ücretsiz, teşvikli ve destekli olmalıdır.

 

Öğretmenlere insanca bir yaşam düzeyi sağlayacakları düzeyde asgari ücret sağlanmalı, bu ücret ise öğrencilerin nitelikli seçimine bağlı bir teşvik sistemi ile geliştirilmelidir.

 

Nihai hedefin parasal getiriden bağımsız bir öğretmen niteliğinin sağlanması olduğu unutulmamalıdır.

 

Günümüz okullarında yönetim dâhil tüm süreçlerde aile ve çevre sakinlerinin etkin politik varlığı geliştirilmelidir.

 

Okulları, gelişkin kütüphaneler, bilgisayar ortamları ile halka da açık hale getirilmesi sağlanmalıdır.

 

Okullarda araştırma, geliştirme olanaklarının yeterli olduğu koşullar oluşturulmalıdır. 

 

Mevcut sınıf sisteminin esnetilmesi ve biyolojik yaştan çok psikolojik yaşın etkinliği sağlanmalıdır.

 

Müfredatlar, öğrencinin katılımını sağlayacak biçimde, yaratıcılığa, düşünme yetisini geliştirmeye yönelecek biçimde sadeleştirilmeli, öğrencilere işkence edici niteliklerinden arındırılmasına yol açacak programlar üretilmelidir.

 

Okulların merkezi idareden aşamalı bir şekilde özerkleştirilmesinin programı hazırlanmalıdır.

 

Talim ve Terbiye Kurulu kaldırılmalıdır.