Clausewitz’in meşhur “savaş, siyasetin başka araçlarla yürütülmesidir” sözünü kurcalayan Foucault, bu sözü tersyüz ederek, “siyaset, savaşın başka araçlarla yürütülmesidir” diye yazar. Bugün Türkiye’nin siyaset manzarasına bakıldığında çok anlamlı görünen bu formül, belki Yeni Türkiye’nin kibirli muktedirlerinin eski “devlet aklı”na sığınmalarına da açıklık getirebilir. En makul göründüğü durumlarda bile insanı dehşet içinde bırakan “devlet aklı”, iktidarı elinde bulunduran bütün güçlerin elindeki en önemli argümandır. Zira bu akıl, daha doğduğumuz andan itibaren hepimizin damarlarına zerk edilen, “muhtaç olduğumuz kudreti” içinde taşıyan “asil kan” gibidir. Resmi ideolojiyi durmadan yeniden üreten ve en korkunç, faşizan anlayışları bile gündelik hayatın sıradan gerçekleri haline getiren devlet aygıtıyla bağ kuran değişik siyasal anlayışlar da zaten eninde sonunda “kürkçü dükkânına” yani devlet aklına dönerler. Tıpkı şimdi iktidarda olan kadroların bir dönem karşı çıktıkları her şeyi siyasal pratiklerinde yeniden üretmesi, yani devlet aklına tutunması gibi.

 

Bu korkunç “aklı”n yeni diye önümüze attığı Kürt Planı geldiğimiz noktayı anlamamız için her açıdan “zengin” verilerle doludur.

 

Eğer Kore yolcuğu öncesi Başbakan’ın açıklamalarıyla da örtüşmeseydi, basında çıkan “Yeni Kürt Planı”nı belirli aralıklarla gizemli yetkililer tarafından basına servis edilen “plan”lardan biri sayacaktık. Tam da hükümetin ve AKP’nin en etkili ve yetkili isimlerinden Bülent Arınç böyle bir plandan haberinin olmadığını açıklamıştı ki, Başbakan planı doğrulayan beyanlarda bulundu. Devletin geleneksel politikalarından ibaret olduğu anlaşılan planda yeni bir şey olmadığını hükümet sözcüsü yazarlar bile yazmak zorunda kaldı. 1990’ların güncellenmiş versiyonuyla karşı karşıya olduğumuzu, Özgür Gündem gazetesinin kapatılma kararıyla daha da net olarak görüyoruz.

 

Geleneksel İtirafçılık Dayatması

Bu planı önemli kılan bir diğer unsur da haberin servis edildiği “gazeteci”lerden biri. Devletin “derin gırtlakları”nın fısıldadığı bütün mühim planların bu gazeteciye servis edilmesini tesadüf saymayacaksak, ortada geleneksel “devlet aklı”nın imal ettiği, yeni hükümetin de birkaç rötuşla kendinin kıldığı ve epeydir uygulamada olan bir plan var. Öyle ki, hükümeti savunanları bile ofsayda düşüren bu “plan”ın neresinin yeni olduğunu bu gazeteciden başka henüz kimse anlamış değil. Elbette bu “yeni ve muhteşem!” plan daha çok tartışılacağa benziyor ve kâğıt üzerinde çok normal gibi görünse de hayatlarımıza korkunç bir kâbus gibi çökeceğine hiç şüphe yok.

 

Devletin Kürt siyasetine öteden beri dayattığı ve “yeni strateji”ye göre daha yoğun bir baskıyla gündemde tutacağı itirafçılık, “devlet aklı”nın Kürtler söz konusu olduğunda nasıl çalıştığını da çok iyi ele veriyor. Devlet, itaat etmeye, ele geçirmeye ve temas kurduğu her şeyin bütün dokularına nüfuz etmeye programlanmış devasa bir aygıt. En uzlaşmacı göründüğü yerde bile devletin boyun eğdirmeye, itirafçılığa, teslim almaya dönük tahakkümcü bir ruh taşıdığını bu topraklarda yaşayan herkes iyi bilir. Böylece onursuzlaştırılan, kişiliksizleştirilen, dolayısıyla siyaset yapma, irade gösterme becerisini tümden yitiren muhataplar için teslim olmaktan başka yol kalmaz. Devletin çözümden anladığı ve AKP’nin de siyaset haline getirdiği şey, tam da budur.

 

Mazlumu zalimleştiren, gadre uğramışı gözü dönmüş bir zorbaya çeviren devlet ve iktidar aygıtı, “devleti ele geçirenlerin ele geçirilmesi” sürecidir de. Bugünün muktedirleri, bir zamanların “mazlumları” olarak yola çıkmışlardı. Uğradıkları haksızlıklar üzerinden geliştirdikleri dil ve siyaset üslubu giderek devletin resmi diline ve üslubuna dönüştü. Bir zamanların mağdurları devletleşme ve iktidarlaşma sürecinde zalimleştiler ve devletin bütün zulüm araçlarını kullanmakta bir beis görmediler.

 

Devlet Aklı’nın Koruyucusu Bir “Gazeteci”

Esasta burada “devletin derin gırtlakları”nın duyurmak istediği bütün planları servis etmekten haz ettiği bir “gazeteci”den de söz etmek gerekiyor. Kendisi pek çok kez Kürt sorunuyla ilgili yazdıklarıyla Cumhuriyetin geleneksel ulus tezlerine iman ettiğini ve buna itiraz eden Kürtlere karşı hasmane bir tutum içinde olduğunu göstermiştir. Sınırları “Atatürk Milliyetçiliği” etrafında çizilen klasik ulus-devlet ideolojisine sadakat göstermeyen Kürtlerin bütün metinlerini bir başsavcı titizliğiyle inceleyerek, herkesin dikkatini bir fezleke diliyle “tehlikeye” çekmekte büyük bir çaba sahibi olan bu “gazeteci” aynı zamanda “devlet aklı”nın da tipik bir temsilcisidir.

 

Kürtlere karşı (hadi nefret demeyelim) hıncını diğer ultra milliyetçi ve ulusalcı “gazeteci-yazarlar” gibi bağırıp çağırmadan, öfkeden deliye dönmeden, generaller gibi parmak sallamadan, büyük bir soğukkanlılıkla her defasında milli ve mukaddes ulus tezlerine referans gösterirken ele veren yazar, AKP öncesi dönemde de medyadaki Genelkurmay şubesi gibi çalışırdı. Eski Genelkurmay Başkanları’nın sofralarından ayrılmayan, onların sırdaşıymış gibi yazan bu gazeteci yeni muktedirlere de ısınmakta güçlük çekmedi. Devletin kutsallarına biat etmeyen Kürtlere kılıcını bileyen Yeni Türkiye’nin muktedirlerinin sesi olmaya bunca hazır olmasına da zaten şaşırmıyoruz. Bu “muhteşem plan”ı duyurduğunun ertesi günü Başbakan’ın yeni Kürt planının ne kadar isabetli olduğunu da hemencecik yazıverdi.

 

Yeni Türkiye’nin güç ve iktidar merkezlerini ele geçirenler, eskilerinden boşalan yerleri doldurup onlara ne kadar çok benzediklerini gördükçe, onların davranış kalıplarını ve usullerini de yeniden üretmeye başlıyorlar. Bunun en önemli işaretlerinden biri Fikret Bila’yı yeniden bu mühim planları duyurmak için seçmiş olmalarıdır.

 

Devlet Aklı’na Karşı Sosyal Akıl

Bize karanlık bir gelecekten başka hiçbir vaadi kalmayan devlet aklı’na karşı toplumun dinamiklerini barışa ve ortaklaşmaya götürecek olan sosyal akla ihtiyacımız var. Hepimizi “şehit” olmaya hazırlayan devlet aklı mütehakkimdir, ceberuttur, temas ettiği her varlığı zift gibi karartır. Sosyal akıl, belki de insan olmanın anlamını derin bir farkındalıkla yaşamanın yollarını aramaktır. Hızla gelmekte olan bir şiddet kasırgası hepimizi ortaklaştıran bütün değerleri yok etme ihtimalini de beraberinde getiriyor. Bizi bir arada tutan her şey yok olduğunda, geriye kalacak olan nedir? Bu büyük felaket kapıya dayanmışken artık iktidarın kibriyle başı dönmüşlerden yana bir umut yok. Ama bizim kendi değerlerimizden yana umudumuz çok. Çünkü "Umut bize yalnızca umutsuzlardan ötürü verilmiştir".*

 

(*)Walter Benjamin