Gün geçmiyor ki güzel ve güzide ülkemizde yer yerinden oynamasın ve küçük kıyametler kopmasın... Dün akşam itibariyle Ekim 2016’da tutuklanan Rahip Brunson’un yeterli delil olamadan politik ve askeri casusluk suçlamaları ile tutuklu bulunduğu iddia edilmek suretiyle, dünden itibaren Adalet Bakanı Abdülhamit Gül ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun OFAC tarafından belirlenen Özel Belirlenmiş Uyruklu ve Engellenmiş Kişiler (SDN) listesine alındığı bildirildi. Bu karar verilirken, 13818 numaralı Başkanlık emrinde yer alan “Ciddi insan hakları ihlali durumuna karışan kişilerin mal varlıklarının dondurulması” kanununa dayanıldı. Bu kanun kapsamında yaptırım uygulanan sadece birkaç başka ülke daha var: Nikaragua, Çeçenistan ve Rusya. Elbette hiç gecikmeden devlet yetkili makamlarımızdan ABD’ye yönelik akıl veren ve yönlendiren sert mesajlar gelmekte gecikmedi ve karşılıklılık (mütekabiliyet) prensibine göre hareket edilerek misilleme yapılacağı vurgulandı. Kim bilir, “bıçak kemiğe dayandı” ve/veya “sabrımızı sınamayın” türünden açıklamaları duyacağımız günler yakındır... 5.10 ile yeni bir rekor kıran Dolar/TL paritesini ancak şöyle okkalı bir Osmanlı tokadı ile dizginleyebiliriz...

Hiç kuşkusuz dünyanın akıllısı biziz. Devleri ve süper güçleri parmağımızda oynatmakta oldukça mahiriz. İşimize gelince Atlantikçi, Batıcı, Avrupacı ve ABD yanlısıyız, işimize gelince de Rusya, Çin, BRICS ve Arap dünyasının yanındayız. Bazen bunlar aynı gün içinde de gerçekleşebiliyor. Büyük oyunu, algı operasyonlarını, küresel komploları ve üst aklı böyle böyle alt edeceğiz...

Dış politikada Emevi camisinde Cuma namazı kılma ve sıfır sorun hedefinden, “sırf sorun” perspektifine kaymış durumda bulunuyoruz. “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesi iyiydi ama bu kavram zaman içerisinde siyasi İslam tarafından bir nevi tembellik olarak lanse edildi ve her daim tüm dünyaya meydan okuma şeklindeki kabadayılık tarzı çoktan benimsendi.

Meşhur Johnson mektubundan bu yana Türkiye-ABD ilişkileri en sert restleşmesini yaşıyor. Sadece yaptırımların uygulanması ve yaptırımların nitelikleri değil, yaptırım söylentisi bile piyasalarımızı karıştırmaya yetiyor. Oysa halen Trump’ın kendi ağzından veya tweet hesabından Türkiye’yi doğrudan hedef alan bir açıklama gelmedi. Brüksel’de Trump ile Erdoğan’ın kucaklaştığı ve şakalaştığı görüntüler hafızalarımızda tazeliğini koruyor. Fakat Başkan Trump’ın Türkiye’yi artık eskisi gibi bir dost ve müttefik olarak görmedikleri ve az veya çok İran ile aynı kefeye koyacakları mealinde yapacağı bir açıklama, tüm vaziyeti geri dönülmez bir şekilde değiştirir ve maalesef Trump’ın karakteri ve zihinsel yapısı bu tür ani çıkışlar yapmaya oldukça müsaittir...

ABD ile ilişkilerimizde öyle bir noktaya gelindi ki, Brunson konusunda kim geri adım atsa, alenen tükürdüğünü yalamış olacak. Trump, yardımcısı Pence ve Beyaz Saray sözcüsü sırayla ve ısrarla Brunson’un serbest bırakılmasını, üstelik hiç de diplomatik olmayan küstah bir üslupla, istediler. Erdoğan halen yaptırımlar noktasında “tehdit diline prim vermeyiz” diyor. ABD Brunson serbest bırakılsın diyor, zira malum rahip herhangi bir suçluların iadesi anlaşması kapsamına girmiyor. Talep edilen şey aynen Dilek Yücel davasında olduğu gibi, tahliye edilerek yurtdışına çıkma yasağının kaldırılması ve böylece sıradan bir insan gibi ilgili kişinin ülkesine geri dönmesi. Bu arada, Brunson son 25 yıldır Türkiye’de yaşıyordu ve çocukları da Türkiye doğumlu. Bu arada, Brunson’ın sağlık sorununun ne olduğunu bilen var mı? Ev hapsine doğru yürürken gayet sağlıklı görünüyordu... Umarım salıverilmesinin sağlık sorunu dışında bir başka gerekçesi yoktur... Bloomberg’in verdiği habere göre ise, tam Andrew Brunson konusunda anlaşmaya varılacakken, Dışişleri Bakanımız Çavuşoğlu’nun “Halkbank’a ilişkin her türlü soruşturmadan vazgeçilmesi şartını” da eklemesi ile anlaşma süreci çöktü. Dedim ya, dünyanın akıllısı biziz!

Burada şu Mesut Özil hadisesine de değinmek lazım. Nedense Mesut Özil’in Alman milli takımına rest çekmesi ve göçmen Türkler nezdinde kahramanlaşması performansının düştüğü bir döneme denk geldi. Hâlbuki zamanında Türk milli takımında top koşturmayı reddetmişti, bu seçimi çabucak unutuldu. “Almanya’da doğdum, beni Almanya yetiştirdi ve dolayısıyla Almanya milli takımını seçiyorum” demişti. Aynen Fatih Akın’ın kendisini (gayet doğal olarak) Türk asıllı Alman yönetmen olarak görmesi ve Türkiye’ye de sadece ‘sektörel bir pazar' olarak bakması gibi...

Ak Parti seçim kazanmak için 90 milyar TL harcadı. Bütçe açığımız ise 15 milyar TL. 1 ayda milli gelirden ciddi bir miktar ekonomiye aktarıldı. Sürdürülmesi olanaksız bu durum bütçe açığımızı zorluyor. Yerel seçimlere kadar ise herhangi bir ciddi sıkılaşma ve kemer sıkma önlemleri beklenmiyor.

Cari açık aniden azalmadıkça, petrol fiyatları hızla inmedikçe, ciddi yapısal reformlar yapılmadıkça ve IMF ile bir anlaşma yoluna gidilmedikçe, TL’nin daha da değer kaybedeceği aşikâr görünüyor. Daha İran’a uygulanacak ekonomik yaptırımlar süreci, bu acımasız yaptırımların bize olası ve kuvvetli tesirleri başlamadı bile. Botaş %49,5’lik zammıyla Türk sanayicisine çok büyük bir şok yaşattı. İktidar ile arasını iyi tutmak adına çeşitli taklalar atan kurul, kurum ve kuruluş başkanları ve temsilcileri bile artık çaresizlik ve isyanlarını saklayamıyorlar. En iyisi biz günümüz muhafazakâr gençliğin diliyle konuyu bağlayalım: “Sıhıntı yok ağabey, hallederiz inşallah…”