Türkiye Cumhuriyeti bugünlere kabuslar içinde geldi…

İç ve dış ‘tehdit’ algısını abarta abarta, korkularını yeni kuşaklara aktara aktara travmalı tarihiyle yüzleşip iyileşmek, demokratikleşmek yerine kendini ve halkını kandırarak ayakta kalmayı tercih etti.

Ermeni, Rum, Yahudi, Süryani gibi hıristiyan azınlıkların, Osmanlı’nın son dönemindeki İttihat ve Terakki zihniyetinin devamcısı bir anlayışla yok edilme politikası cumhuriyet boyunca sürdürüldü.

Kürt, Çerkes, Gürcü, Laz gibi müslüman olan farklı halklar “ortak din” paydasında “Türk Milleti” harcına karılmaya çalışıldı. Asimilasyon politikaları incelikle uygulandı. Zorlanıldığı noktalarda incelik yerini sopaya bıraktı.

Alevilerin süreç içinde asimilasyonu hedeflendi. Diğer Müslüman, sünni, dindar kesimler de laiklik adı verilen, aslında devlet dini olan bir sistemle devlet kontrolü altında tutulmaya çalışıldı.

Sol-sosyalist hareketler hedeflenen “milli devlet” anlayışına düşman görüldü. Mustafa Kemal’in gelişen sol hareketi kontrol altında tutmak için en sadık arkadaşlarına sahte Türkiye Komünist Fırkası kurdurmasından, TKP önderleri Mustafa Suphilerin Karadeniz’de boğdurulmasına, Nazım Hikmetlerin sudan gerekçelerle yıllarca hapislerde çürütülmesine kadar başlangıçtan itibaren solu ezmek için her şey yapıldı.

Bütün bir cumhuriyet tarihi, İstiklal Mahkemeleri, Takrir-i Sükûnlar, Sıkıyönetimler, Olağanüstü Haller, darbeler, muhtıralar, kırmızı kitaplar, Milli Güvenlik Kurulları, Milli Güvenlik Siyaset Belgeleri, örtülü ödenekler, özel harp daireleri, gizli operasyonlar içinde kendi yurttaşlarını bastırma, hizaya sokma anlayışıyla yaşandı.

Kendi halkının farklı kesimlerini kendine düşman gören cumhuriyet, kendi halkına karşı mücadeleyi ‘derin devlet’ eliyle yürütegeldi.

HESAP TUTMADI

Başlangıçta sadece sosyalistlerce dile getirilen Kürt Sorunu, Alevi Sorunu, Ermeni Meselesi, 6-7 Eylüller, 12 Eylüller gibi birçok mesele yıllar geçtikçe özellikle Kürt muhalefetinin direnci sayesinde toplumun başka kesimlerince, demokratlar, liberaller ve aydınlar tarafından da sahiplenilmeye başlandı.

Kendilerinin de uğradıkları ayrımcılıklara rağmen devletle sürekli barışık duran; devletin ve resmi ideolojinin Hıristiyanlar, Aleviler, Kürtler ve solcular üzerinde uyguladığı derin politikalarına yandaş olan dindar ve muhafazakar kesim 28 Şubat’tan sonra devlet, ordu ve resmi ideoloji ile ilişkisinde makas değiştirmeye başladı.

Bu farklı kesimlerin bütün bir cumhuriyet tarihi boyunca direne direne sürdürdükleri mücadeleler sonucu artık inkar cumhuriyeti çözülme evresine geçti. Yalan cumhuriyeti, halkına düşman cumhuriyet, derin devlet cumhuriyeti yavaş yavaş yıkılmaya başladı.

YENİ DÜZEN KURULACAK

Bundan böyle mücadele yıkılanın yerine neyin kurulacağı üzerinde yoğunlaşacak.

Eski düzenin temsilcisi CHP artık eskisi gibi ‘statükonun yılmaz bekçiliği’ söylemine devam edemeyecek. Kılıçdaroğlu’nun son konuşmasında Alevi ve Kürt kelimelerini kullanarak haber olması trajikomik olsa da, bu durum CHP’nin de eski cumhuriyetin yıkılışını kabul etmek zorunda kalacağının bir göstergesi. “Yeni CHP” söylemini de bundan bağımsız düşünmemek gerekir. Ancak, tüm bu açılım çabalarına rağmen CHP geleneksel fikir prangaları nedeniyle yeni Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu düşünsel lokomotif olamaz. Özal’dan, Demirel’den, Mesut Yılmaz’dan, Erdoğan’dan yıllar yıllar sonra ‘Kürt’ demeyi başardı diye kimse CHP’den böyle bir beklentiye kapılmasın.

Aynı şekilde AK Parti de, son aylarda emareleri açıkça görüldüğü gibi, kısıtlı bir demokrasi ufkuna sahip. Kendine demokrat. AB, Ermenistan, Kıbrıs, Kürt, Alevi vb konularda sözde değişimden yana görünse de fazla açılamayacağı ortada.

12 Haziran 2011 seçimleri öncesi ve sonrasının ana gündemi ise her kesim için “YENİ BİR ANAYASA” olacak.

Bu ‘yeniden kuruluş’ anlamına da gelen süreçte, ‘demokratik ve sosyal bir cumhuriyet’ talebinin güçlü bir temsiline ihtiyaç var. Toplumsal muhalefetin ve mağdurların ortak, güçlü bir demokratik odak yaratması, birlikte yürümesi, birlikte mücadele etmesi çok önemli.

Bu açıdan BDP’nin önerisiyle gündeme gelen ve şimdiden 18 siyasi yapının desteğini alan EMEK, DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK BLOKU, sırf bir seçim birlikteliği olarak ele alınmamalı. Bu birlikteliğe stratejik yaklaşmak daha anlamlı. O nedenle seçim sonrasında da devam etmesini, sürekliliğini ve kurumsallaşmasını da hedefleyen bir yaklaşım öne çıkarılmalı. Ortak bir parti çatısı altında mücadeleyi büyütmek gibi seçenekler de gündemde tutulmalı.

Çünkü, eskinin yıkılıp, yeninin kurulmaya başladığı bu dönemde toplumsal muhalefet güçlerinin ve mağdurların birliği her şeyden daha fazla önemli.

Bunun için en büyük sorumluluk BDP ve Demokratik Kürt Hareketi’ne düşüyor. Türkiye’nin en güçlü mağdur dinamiği olarak, önce Kürtler arasındaki birlik ve kardeşlik için adımlar atmalı, sonra diğer toplumsal güçler ve mağdur dinamikleri de kapsayıcı bir tarzı politikalarına hakim kılmalılar.

Bu çerçevede, EMEK, DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK BLOKU tüm eksikliklerine ve eleştirilebilecek yanlarına rağmen, bazıları seçilebilecek yerlerden olmak üzere Altan Tan, Şerafettin Elçi, Sırrı Süreyya Önder, Ertuğrul Kürkçü, Akın Birdal, Levent Tüzel, Mardin’den Süryani aday Erol Dora, Muğla’dan çevreci aday Şehbal Şenyurt Arınlı gibi isimleri listelerine alarak olumlu ve umut verici bir başlangıç yaptı.

YENİYİ BİRLİKTE KURALIM

Artık solcuların grupçu, benmerkezci, rekabetçi siyaset tarzını terk edip, eski hesaplarını kapatma zamanı geldi. Eski defterlere bakarak yol bulmaya çalışanlar önümüzdeki günlerde yollarını tümden kaybedecekler.

Dindar kesimlerin, kendi içlerinde bir saflaşma yaşamasına da büyük ihtiyaç var. Dindarlar kendi muktedirleriyle güçlü bir hesaplaşmaya girmedikleri sürece kurulacak yeni yamalı demokrasinin bir parçası olmaktan kurtulamayacaklar. “İslam ve demokrasinin bağdaşamayacağı” oryantalist fikri Türkiye toplumunda da etkili yanlış bir kanı olsa da, bu sakıncalı ve özcü yaklaşımı boşa çıkarmak en çok da dindarların görevi. Dindarlar, vesayet rejimine karşı oldukları kadar, sağlam bir demokratik duruş sergileyebildikleri, Kürtlerin, Alevilerin, Ermenilerin ve solcuların yaşadıkları acılarla empati kurup demokratik hak ve özgürlükleri herkes için savunabildikleri zaman yeni bir Türkiye çok daha demokratik olacak.

Aynı şekilde Aleviler adına siyaset yaptığını, Alevi örgütlerinin önderi olduğunu iddia edenler, kaypaklığı, tutarsızlığı, koltuk peşinde koşmayı artık bırakmalı. Yıkılan eski düzenin temsilcisi CHP’nin kapısında nöbet tutmaktan vazgeçip, yeni kurulacak düzenin daha demokratik ve sosyal bir muhteva kazanması için toplumsal muhalefet güçleri ve mağdurlarla birlikte saf tutmalı.

Yeni dönem derin devletten derin demokrasiye geçiş süreci olabilir. Bu demokrasinin ne kadar derinleşeceği de tüm toplumsal muhalefet güçlerinin ve mağdurların basiretine bağlı. Herkes üzerine düşen rolü doğru oynamalı, güçlü bir demokratik odak yaratmalı, bunun engellenmesi için yaratılabilecek fitne ve fesatlara karşı da uyanık olmalı.

21. yüzyıl solunun kendini yenileyebilmesinin, kendini yeniden kurmasının önemli ayaklarından biri de demokrasi mücadelesinin her alanda derinleştirilmesi mücadelesi olacak. Bunun için de her gün çarmıha gerilmeye hazır olarak siyaset yapmaya devam etmeliyiz.