Pandemi, devalüasyon, enflasyon, resesyon, terör, Trump, iç ve dış düşmanlar falan derken deprem de geldi bizi buldu nihayetinde. Güzel ve güzide ülkemde ne eksik diye düşünüyorum şimdi; Nükleer saldırı, göktaşı çarpması, mezardan çıkan zombiler, yapay zekâlı robotların egemenliği ve uzaylı istilasını henüz görmedik... Pardon, gerçi NASA’nın yeni bir açıklaması var. Buna göre bir göktaşı dünyaya doğru yaklaşmaktaymış ve henüz rotasında herhangi bir sapma olmamış. Bizde bu şans varken, o da bu topraklara düşer, düşebilir… Herhalde yine bir CHP’li belediyeye isabet edebilir bu göktaşı. Bu tür durumlarda ortaya çıkıveren efsanesi söylentiye göre, deprem aslında 6,6 veya 6,8 değil, 7’nin hayli üzerinde bir şiddet ile meydana geldi. Fakat hükümet, bölgenin “afet bölgesi” ilan edilerek ilave bazı harcamalar yapmaktan kaçınmak için, bu gerçeği çok uyanık, sarsılmaz bir feraset ve basiret sahibi bu milletten saklıyor. İzmir’de yaşayanlar, 15 saniye süren bu depremin kesinlikle 1999 depreminden daha az şiddetli olmadığını belirtiyorlar. Bu konu yine kahve köşelerinde konuşulacak bir muamma olarak ülke gündemine girmiş durumda. Birden Rasim Ozan Kütahyalı’nın “şükürler olsun ki Türk Lirası eskisi kadar pahalı değil” yorumuyla değindiği, 8.30’u da geçen dolar kuru unutuldu. Çivi çiyi söker, malum. Sanırım Cumhuriyet kavramı bizde biraz yanlış algılanıyor. Esasen “Halkın kendi kendini yönetmesi” anlamındayken, “Vakalar artıyor tedbir al, ekonomi batıyor başının çaresine bak, deprem oldu akrabaları ve komşuyu çağır” şeklinde yorumlanmaya başlandı. "Hiç kimse ayık kafa ile dans etmez, deli olmadığı sürece" der Cicero. Bu millet boşuna bu hale gelmedi ya…

Reis lakaplı Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan, 29 Ekim'de Anıtkabir'e çıkarak olanca ciddiyetiyle "Aziz Atatürk..." diye başlayan cümleler kaleme alarak, CHP'ye bir gol daha attı. "Atatürk" lafını ağzına alamayan bir İstanbul İl Başkanı var Atatürk'ün kurduğu bu partinin. Ayrıca, İBB'nin düzenlediği, karikatürize ve çocukça bulunan Atatürk hologramlı etkinlik yanında, Cumhurbaşkanlığı ve Kültür Bakanlığının Patara antik kentinde ortaklaşa düzenlediği konser ve ışık gösterileri çok çok görkemli ve başarılıydı. Doksana bir gol de buradan...

Cumhuriyet Bayramı ile Mevlit Kandilini aynı andan kutlayabilmekten aciz bir millet olarak, içinde olduğumuz ve debelenip durduğumuz sosyal, siyasi ve ekonomik durumdan gayet memnunuz. En azından öyle görünüyor. MAK araştırmaya göre, Cumhur İttifakının oyları %46. Eğer şu acımasızca artan kur ve karikatür krizine karşı milletçe kenetlenebilirsek, o %4'lük fark da Allah'ın izniyle rahatlıkla kapanabilir... Ne demiş ABD Başkanlarından Nixon; “Politikacının görevi halka doğruları söylemek değil, halkı ikna etmektir.”

Günümüzde modern, Batı dünyasının Orta Doğu coğrafyasına ve burada egemen olan İslam dinine hiç şüphesiz önyargılı tutum ve bakışını anlamaya çalışmalıyız. Örnek vermek gerekirse, Almanya ile İtalya arasında Katoliklik - Protestanlık kavgasının olması veya İngiltere'de Anglikan Kilisesi ile Yunanistan'da Ortodoks Kilisesi arasında bir kapışma, bitmek bilmeyen bir savaşın ortaya çıkması ve bundan dolayı da yüz binlerce insanın öldüğünü, katledildiklerini düşünelim. Dünyanın geri kalanının bu ülkelere, dinlerine ve o dine inananlara bakışı nasıl olurdu? Dolayısıyla, kendi öz niteliklerimizden ve bunun başkalarına yansımalarından dolayı yine o başkalarını suçlamayı bir yana bırakmalı, geçmişimiz ve şimdimiz ile barışarak, bir an önce geleceği inşa etmeye çalışmalıyız. Özellikle bize karşı olan büyük savaşlar kaybettiği halde çok uzun süre İngiliz ulusunun umudu olabilmiş usta politikacı Churchill’in muhteşem tespitiyle; “Bugün ile geçmiş arasında bir kavga başlatacak olursak, geleceği de kaybederiz...”

Bu sıkıcı ve kendini tekrarlayan gündemden uzaklaşarak, bu toprakları tanıyan, bilen, seven, bizde daha çok “Tanpınar'ın İzinde Beş Şehir” kitabı ile anılan, ama pek çok okuması doyumsuz esere imza atan, insaflı bir entelektüel olan Alberto Manguel’in verdiği son mülakattan bazı satırlar ile bitirelim:

Bir kitabı ödünç vermek, insanları hırsızlığa teşvik eder... Edebiyat bize cevap vermiyor, çözümler sunmuyor, bir şeyleri iyi yapmıyor. Ama bazen, eğer şanslıysak, avuntu sağlıyor. Edebiyat bize soru sordurduğu için, kendi gerçekliğimiz ile ilgili daha iyi düşünmemizi sağlıyor. Daha mükemmel sorular sormamızı sağlıyor. Edebiyat, evren ve dünya ile, başkaları ve kendimiz ile ilgili sorular sormanın en iyi yolu... Afrika'daki atamız Lucy'den bu yana hepimiz göçmeniz ve hepimiz kuzeniz. Hepimizin kanları karışık. Hepimiz sınırları, denizleri, kıtaları aştık. Dolayısıyla, kimse kendini saf bir ırkın üyesi olarak tanımlayamaz. Hepimiz göçebeyiz ve türümüz zaten göçebe bir tür. Tarih öncesinden beri bu böyle ve böyle olmaya da devem edecek. Göçmenliğin sorun olmasının sebebi, sınırların olması. Sınırlarımız olmasaydı, göçmenlik diye de bir sorunumuz olmazdı...

Batılı ülkeler kendilerini küçük ve tehdit altında hissediyorlar. Gelenlerin de kendi ailesinden olduğunu anlamak istemiyorlar. Bunun en iyi örneği ABD'de görülüyor. Trump'ın ve göçmen karşıtı politikalarının en sert savunucuları yine göçmenler. Başka ülkelerden Amerika'ya gelmişler ve şimdi arkadan gelenlere kapıları kapatmak istiyorlar. Çünkü biz sadece göçebe bir tür değil, aynı zamanda bencil bir türüz. Başkalarının alanımıza girmesini istemiyor, hemen kapıları kapatıyoruz. Bu sorun hiç çözülmeyecek. Sadece göçün gücü çözebilir bunu. Göçü hiçbir sınır ve ordu durduramaz. Çünkü ölüm tehlikesinden kaçan, çocuklarını kurtarmak isteyen bir insan veya halka, "geçiş yasak" tabelası engel olamaz!

Şu an rakibinin %7 puan önünde bulunan Biden ile bir buluşmadan.

Biden’ın gümbür gümbür gelmesi Türkiye için yeni bir risk kalemi…