Deprem bir doğa olayı. Yağmurun yağması, yellerin esmesi, soğukların gelmesi gibi kaçınılması, önlenmesi olanaksız bir olay.

Bu doğa olayından zarar görmemenin tek yolu, depreme dayanıklı yapılar yapmak. Bu alanda bilinçli çabalar yok. İnsanları depremlerin değil, depreme dayanıklı olmayan yapıların öldürdüğü gerçeği yeterince anlaşılmış değil.

Ölümler bağıra bağıra geliyor

Bilim insanları, Marmara depreminin ardında 30 yıl içinde, Marmara’da 7’nin üzerinde bir deprem olacağını söylediler, yine söylüyorlar. Marmara, Gölcük Depremi üzerinden 21 yıl geçti. 9 yıl içinde 7 derecenin üzerinde bir depremin olacağı öngörülüyor. Bu çığlıkları kimsenin duyduğu yok.

Marmara Bölgesi’ne, İstanbul’a ölüm bağıra bağıra geliyor. Yerel yönetimler, merkez yönetimi günlük çıkarları peşindeler.

İstanbul’da 7 derecenin üzerinde bir deprem olması durumunda, Dünya ülkelerinin tüm ordularını getirseniz, aylarca altından kalkılamayacak boyutlarda acıların yaşanacağı anlaşılmakta.

Bozuk kentleşmenin sorumlusu

Depremlere dayanıksız yapılar, oturmaya, insan sağlığına elverişsiz yerleşme yerlerinin otaya çıkmasının nedeni, yönetimlerin bu olaya gereken özeni göstermemeleri. Birer beton yığınına dönen kentlerin bu durumda oluşmalarının sorumluları, bu duruma göz yumanlar.

Sorumlular oturma izni verenler

Bir yapı deprem ya da başka bir nedenle yıkıldığında ilk akla gelenler, yapımcılar, yükleniciler (Müteahhitler). Bu yapılarda oturulur belgesi veren inşaat mühendisleri, Yerel yönetimler, tasarımını yapan mimarlar, yapım için kullanılan gereçleri üretenler kimsenin aklına gelmez. Gerçek sorumlular bunlar. Yükleniciler genellikle alanda öğenim görmemiş insanlar.

Bir yapı yıkıldı, yüklenici kişi ya da kuruluşun yetkilisini birkaç ay tutuklayınca sorun çözüldü sanılmakta. Bu yöntem ve önlemlerle hiçbir sorun çözülememekte.

Önleyici sorumluluk yok

Bir yapıyı yapan kişi ya da kurumların yetkilileri, bu yapı, yapıldığı tarihten sonra sözgelimi 30 yıl içinde, 7 derece altında bir depremden ya da başka nedenlerden yıkılırsa, ortaya çıkan mal ve can yitimlerini karşılamakla sorumlu tutulsunlar. Bakın çürük, bozuk yapılar nasıl ortadan kalkar. Önüne gelen yükleniciliğe soyunmaz, yapıların dayanıklılığıyla ilgili araştırmalar, sağlam yapı gereçleri kullanma gündeme gelir.

İçi boş söylemler

Gölcük Depremini, bu depremde ölenleri “Unutmadık”, “Unutmayacağız”, ölenlere şunu dileriz, bunu sunarız söylemleri, yaklaşan, yaşanacak olan deprem yıkımına çözüm getiren söylem olmaktan uzak. Bu söylemler “Şunları yaptık”, “Bunları da yapacağız” durumuna gelmeli. Ölenlere dualar yapmanın, acılar içinde olunduğunu dile getirmenin, ölenlere, geçmişe yönelik avuntular. Öleceklere, gelecekte yaşanacaklara yönelik yapılması gereken, ancak yapılmayanlara bir gerekçe, çözüm üretme yolu değil.

Yetkili olduklarını ileri sürenlerin söylemleri, genellikle içi boş nitelikte söylemler.

21 yıldır, depreme hazırlık olarak neler yaptık? Hiçbir iş yapılmadı, yapılmıyor değil. Ancak, depremler karşısında insanların yaşayacak mal ve can kayıplarını önleyecek, gözle görülür, doyurucu önlemler alınabilmiş değil. Sorun bu önlemleri alma, alamama, günlük getirileri böyle önemli bir konunun önüne alma noktasında tıkanmakta. Gelinen bu noktanın sorumlusu hem yurttaşlar, hem yerel ve devlet yönetimi. Çözüm bu kesimlerin bilinçli olarak çabalarıyla gelebilecek.

Ülkeyi yöneten kesimlerin yurttaşların mallarını, canlarını koruma yerine ne yaparsak kazanç sağlarız peşindeyseler, orada depremlere hazırlık, deprem nedeniyle yaşanacak ölümlere yönelik önlemler havada kalır.

Bir ülkede insanlar üzerinden para kazanma çarkları, insanları yaşatma çabalarının önüne geçerse, orada insanın hiçbir değeri yok demektir.

Bu gerçekleri görmeden güven içinde yaşanacak kentler kurmanın, deprem gibi doğal yıkımlardan korunma olanağı olamaz.

Gelecek yazılardan birinde, örnek bir kentsel dönüşüm girişiminin, bir yerel yönetimin çıkarları için nasıl sönüp gittiğini, somut bir örnek üzerinden anlatmaya çalışacağız.