Devletin malı deniz, yemeyen domuz” ve “bal tutan parmağını yalar” gibi ilginç(!) atasözleri üretmiş halkımız genel olarak muhafazakâr bir kitle olarak tanınır. Bilinen akademik anlamıyla muhafazakârlıkla hiçbir alakası bulunmayan Ak Parti, Türkiye toplumuna sadece halka kendi yaşam tarzları, inanış ve bilişleri doğrultusunda sorunlu ve hastalıklı bir modernite dayatıyor. MAK Araştırmanın yaptığı en yeni ve güncel çalışmaya göre, her 10 Ak Parti seçmeninden 1’i ve her 3 MHP seçmeninden 2’si artık Erdoğan’a olumlu bakmıyor. Bu da 2023’e kadar çok büyük ihtimalle 50+1 kuralı veya çıkmazının değiştirileceğini gösteriyor. İBB araç kiralamaya senede 138 milyon lira öderken sesi çıkmayan Ak Parti kitlesi, daha yeni yeni homurdanmaya başlamakta. Ayrıca yakın bir gelecekte dengeleri Demirtaş ve İmamoğlu gibi genç liderler, Babacan ve Davutoğlu’nun kuracağı yeni partiler de değiştirebilecek. Öyle ilginç bir ülkeyiz ki, Etyen Mahcupyan TV5'teki programında 'pelikan' kelimesini kullandığı için kanala RTÜK tarafından ceza veriliyor. Hâlbuki bu ismi o grubun kendisi (Bosphorus Global) vermişti. Meşhur “Pelikan” adlı ve başlıklı dosya, sayısız gazetede defalarca anılmış, alıntılanmış ve hiçbir itiraz sesi yükselmemişti.

Demirtaş’ın tahliye edilip Kaftancıoğlu’nu hapse konulması şeklinde bir projeden söz ediliyor. Erdoğan’ın siyasetteki yükselişi 1994’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmesiyle başlamıştı ve önemli bir dönüm noktası da 1997’de Siirt’te bir mitingde okuduğu şiir nedeniyle hapse mahkûm edilmesiydi. Aynı Erdoğan bugün şiir okuyan kadını suç duyuruları ve becerikli avukatıyla mahkûm ettirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bütün ağırlığını koymasına karşın İstanbul seçmeninin farkı 13 binden 800 bine çıkaran desteği henüz unutulmadı. Kaftancıoğlu’nun tweet mesajlarında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a hakaret ettiği ve örgüt propagandası yaptığı iddiası ile önceki duruşma ardından Nazım Hikmet’in bir şiirini okumuş olmasının ağırlaştırıcı sebep sayılması ise apayrı bir ironi nesnesi. Adalet Bakanının “yargı reformu mesajlarının” yayınlandığı bir günde bu cezanın açıklanmış olması, işte klasik bir Türkiye gerçeği, Türkiye manzarası… Esnekliği ve yeni koşullara uyum yeteneği ile kendini gösteren Erdoğan’ın siyasi kariyeri ve azimli çabası belki ancak şöyle açıklanabilir; Mücadele ederken değerli olan, sonuç alındıktan sonra hızla değersizleşir.

Türkiye ile ABD arasındaki ticaret hacminin 20 milyar dolardan 100 milyar dolara çıkarma hedefi dile getirilirken, Cumhurbaşkanımız meydan okumaya devam ediyor; “Müttefikimiz bizim için değil, terör örgütü için güvenli bir bölge oluşturmanın peşinde. Eylül bitmeden Fırat’ın doğusunda kendi askerlerimizle güvenli bölgeyi oluşturmazsak kendi yolumuza gitmekten başka çaremiz kalmayacak”. Hem Washington hem de Moskova İdlib'i “terör örgütlerinin oyun bahçesi” olarak görürken, Erdoğan'ın ‘dondurma diplomasisi’ yürüttüğü Rusya'ya yaptığı ziyaretten sadece saatler sonra, Türkiye'de doğalgaz fiyatına son bir ay içinde ikinci büyük zam geldi. Türkiye'de -sadece bir ay içinde- doğalgaz yüzde 32 zamlandı. Doğalgaz fiyatları dünyada yüzde 50 düştü. Geçen yıla göre yarı fiyatına satılıyor. Doğalgaz fiyatı yüksek oranlı artan tek ülke, Türkiye! Doğal gazımız geçen yıldan bugüne %53,8 oranında zamlandı. Böylelikle başkanlık sistemine geçtiğimizden beri yapılan beşinci zam yürürlüğe girdi. Burhan Kuzu’nun attığı twittler çok konuşuldu: “Türkiye, iç ve dış tehditlerin yanı sıra ekonomik tehditlerle de karşı karşıya. Doğalgaz zammını yapan hükümet değil, Boru Hatları ile Petrol Taşıma Anonim Şirketi yani BOTAŞ’tır. Ak Parti olarak, Türkiye’nin en ücra köşesine doğalgaz getirerek, vatandaşımızın hayatını kolaylaştırdık.” “Doğalgaz, petrol bakımından yok denecek kadar fakiriz. Neredeyse tamamı yurt dışından geliyor. Tamamen dövize endeksli. Hal böyle olunca sık sık fiyat ayarlaması yapılmaktadır. Fiyatın düşürüldüğü durumlarda çok oldu. 13 İlde doğalgaz varken 81 ile biz çıkardık. Bunları da söyleyelim.”

İktidara yakın ekonomistler “teknik olarak resesyondan çıktık” çığlıkları atarken, ekonomimiz 9 aydır küçülüyor. 2018 4. çeyrekte %-2,8 oranında gerçekleşen küçülmeyi, 2019 1. çeyrek %-2,4 ve 2019 2. çeyrekteki %-1,5 oranındaki küçülme rakamları takip etti. Bu durum Türk halkına doğal olarak fakirleşme olarak yansıyor. Yatırımlar Nisan-Mayıs-Haziran döneminde %22,8 oranında küçülmüş, yani yapılan yatırımlar bu oranda azalmış. Bu da yakın gelecekteki iş yaratma olanağı küçülmüş demektir. Yatırımlar bir önceki çeyrekte %12,4 azalmıştı. İnşaat sektöründe tam bir çöküş yaşanıyor. Yatırım tarafındaki inşaat (fabrika-ofis vs), %29 oranında azaldı. İnşaat toplamda (konut yatırımları dâhil olmak üzere) son 10 yılın en kötü dönemini tecrübe ediyor. Konut sektörü 2009 yılının üçüncü çeyreğinde %16,3 düşüş yaşamıştı, bu yılın üçüncü çeyreğinde ise %12,7’lik düşüş yaşandı. Yaz sezonu ve turizmden dolayı hizmetler sektöründe %0,3, sanayide ise %2,7 küçülme gerçekleşti. Diğer yandan, bu yılın ikinci çeyreğinde vatandaşın harcamaları %-1,1 oranında azalırken, devletin harcaması ise %3,3 oranında artmış. Yani vatandaş tüketimini çaresizce kısmış, devlet hunharca harcamış. Bu da devlet katında herhangi bir krizin söz konuşu olmadığını gösteriyor. TÜİK de boş durmayarak geçmiş verileri güzelleştirmeye devam ediyor. Son bir gayretli hamle ile, 2018 yılı 2. çeyrek büyümesini %5,3’ten %5,6’ya, 2018 yılı 3 çeyrek büyümesini %1,8’den %2,3’e, 2018 yılı 4. çeyrek büyümesini %-3,0’ten %-2,8’e, 2019 yılı 1. çeyrek büyümesini de %-2,6’dan %-2,4’e revize etti ve böylece net büyüme rakamında %1,5’ten %2,7’ye muazzam bir iyileşme sağlandı. Yani TÜİK uzmanları tam 1 sene önceki sorunları, hataları ve yanlış hesaplamaları henüz görebilmişler, 1 yıl geriye dönük düzeltmeler yapmışlar. Özel sektörde hayal bile edilemeyecek olan bu gariplikler maalesef kamu sektöründe, yani devlet katında pekâlâ mümkün olabiliyor. Ve her nedense yapılan bu tür revizeler hep yukarı yönlü yapılıyor bizim güzide ülkemizde. Bu revizeler neticesinde, eski açıklamalara göre 747,8 milyar dolar olan net büyüme, yeni açıklamaların etkisiyle 753,3 milyar dolara kadar çekildi (güzelleştirildi). Böylece bir anda 5,5 milyar dolar (28,4 milyar Türk Lirası) zenginleşmiş olduk halkça. Yine TÜİK’in ‘özenle’ ve üzerinde bol bol çalışarak açıklamış olduğu büyüme rakamlarına göre, Türkiye’de kişi başına milli gelir 2018 yılı sonu itibariyle 9,632 dolar iken, 2019 yılı ortası itibariyle 8,804 dolara inmiş görünüyor. Yani her vatandaş ayda 828 dolar fakirleşti. Sadece başkanlık sistemi dönemindeki fakirleşme verilerine bakacak olursak, 2017 sonunda 10,597 dolar seviyesinde olan kişi başı milli gelir, 2019 yılı ortasında 8,804 dolar düzeyine düşmüş görünüyor. Yani her vatandaş için 1,5 yıllık zaman süresi içerisinde tam 1,793 dolarlık bir fakirleşme gerçekleşmiş. 2008 senesinden bu yana bakacak olursak, TÜİK rakamlarına göre, 2008’de 10,962 dolar olan milli gelir, şimdi 2019 yılı itibariyle 8,804 dolar seviyesinde. 11 yıl boşa harcanmış.
***

6-7 Eylül olayları Türkiye’nin yaşadığı en hazin ve utanılası dönemlerinden biri olarak tazeliğini koruyor ve korumalı. DP’nin kurucularından olan ve 1957’de istifa eden Fuat Köprülü, 27 Mayıs’tan hemen sonra verdiği bir söyleşide şunları söylüyor: “Ata’nın Selanik’teki evini Menderes bombalatmıştır. Hadiseler Fatin Rüştü Zorlu’nun ilhamı ile Menderes ve Gedik tarafından tertiplenmiştir. Meselenin tahkik edilmesini, mesullerinin bir an evvel meydana çıkartılmasını istedikçe Menderes’in işi kapatmaya çalıştığını gördüm.” 1990’ların başında emekli orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun verdiği bir söyleşi de kritik. Yirmibeşoğlu “özel harp” kökenli bir subay. Söyleşisinde "6-7 Eylül’ün muhteşem bir özel harp örgütlenmesi" olduğunu söyledi. Ve "amacına ulaştığını" da belirtiyordu. Aslında özel harp biriminin rolü dışında bir tertip olduğu çoktan beri biliniyordu. DP hükümetinin panikle ortaya attığı “Komünistler yaptı” tezi kimseyi ikna etmemişti. Neticede, Türkiye toplumu 6-7 Eylül’ün devlet eliyle organize edildiğini öğrendi.

Celal Bayar İstiklal Caddesinde sergilemiş oldukları iğrenç 6-7 Eylül olaylarının neticelerini teftiş ederken!