Samuel Johnson, “İkinci bir evlilik, deneyimin umuda yenilmesidir” der. Biz de 1992’den tam 26 yıl sonra, düşük faiz düşük enflasyon (ve tabii yüksek kur) umuduna kapılmış durumda görünüyoruz. Ulysses hikâyesindeki gibi, sirenlerin dayanılmaz şarkılarının çekiciliğine kapılmış sürükleniyoruz. Artık başkanlık sistemine geçtiğimize göre, ülke olarak bu yüksek duygu durumunu muhafaza etmekten başka seçeneğimiz de kalmadı. Ne Pence’in tehditleri ne de acımasız sayısal veriler bizi yolumuzdan (!) alıkoyabilir. Aynı büyük hatayı iki defa yapmaktan daha fena bir şey varsa, o da kuşkusuz denemeden yanılmaktır ki bu bile bilmediklerimizi biliyor gibi görünmekten yeğdir...

Hacmen büyükçe ve beyefendiye yakın firmalarımız iflas erteleme, konkordato ilanları, borç ve vergi yeniden yapılandırmaları ve türlü türlü refinansmanlar ile bir şekilde kuyruğu kıstırmaktan kendilerini, velev ki muvakkaten de olsa, kurtarıyor gibi göründükleri halde, onların altında daha önce hizmet verdikleri veya hizmet aldıkları ve yoğun bir şekilde iş yaptıkları on binlerce perakendeci işletme, küçük ve orta ölçekli şirketler çoğu zaman aynı şans ve olanaklara sahip bulunamayabiliyorlar.

Nitekim Financial Times “Türkiye’deki işletmeler için tehlike çanlarının çaldığını yazdı. Gazeteye göre, zayıflayan TL’nin enflasyonu tetikleme, borcu yüksek özel sektör üzerindeki baskıyı arttırma ve hayati önemdeki yabancı sermayeyi caydırma riski bulunuyor. ASO (Ankara Sanayi Odası) Başkanı Nurettin Özdebir ise, “İşletmelerimizin çoğu Türk Ticaret Kanununa (TTK) göre hâlihazırda batık durumunda” tespit ve uyarısını yaptı. “İnşaat yerine imalatın desteklenmesi gerektiğini” vurguladı. Öte yandan, inşaat malzemelerinde artan maliyetler sonucu 2018’in başından itibaren çimentoya %10, betona %15, demire ise %40 zam geldi. Bu durum doğal olarak inşaat sektörünü, satın alma ve kiralamaları olumsuz yönde etkiledi ve krize girme durumunu tetikledi. Seçim sonrası acı ilaç yavaş yavaş yutulmaya başlandı, şu an reçeteler hazırlanma safhasında. EPDK’dan özel “tarife” başlıklı toplantısından, elektrikte %4-5, doğalgazda %9 düzeyinde bir zam bekleniyor. Hal böyleyken, bir de Bloomberg ABD’nin olası yaptırımları neticesinde dolar/TL 4,9745’i görebilir ikazında bulunuyor. TÜİK’e göre Haziran ayında en fazla ihracat yapılan ülke Almanya ve en fazla ithalat yapılan ülke ise Çin olurken, ithalat yıllıkta %3,8, ihracat ise yine yıllık bazda %1,3 düştü. TCMB Başkanı Çetinkaya bugünkü enflasyon raporu açıklamasında, 2018 yılı yılsonu enflasyon tahminini %8,4’ten %13,4’e, 2019 yılı enflasyon tahminini ise %6,5’ten %9,3’e yükselterek revize ettiklerini ilan etti. Bu hengâme içerisinde içimize su serpen umut dolu sözler yine Erdoğan’dan geliyor; “İşsizlik oranını ‘inşallah’ yakında tek haneye indireceğiz. Ekonomide hedeflerimize koşarak ilerleyeceğiz. TCMB rezervleri ‘bayağı’ düşmüştü, şu anda 102 milyar dolara çıkarak toparlanmaya başladı…”

Başkan Erdoğan F35’leri ABD’den söke söke almakta kararlı, öyle ki eğer verilmemekte diretilecek olursa, uluslararası tahkime gitmeyi bile göze almış durumda. Bu kararlılığını vurgulamak için “biz göbeğimizden ABD’ye bağlı değiliz” ifadesini dile getiriyor. Fitch ise inadına Türk bankalarındaki riskler konusunda uyarmaya devam ediyor. BDDK Türk Bankacılık sektörünün sorunlu kredi oranını %3,02 olarak açıkladı. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye’nin notunu düşürmekteki temel gerekçelerinden biri de, özellikle önde gelen bankalarımızdaki sorunlu kredi oranındaki keskin ve sert artış olarak gösterilmişti. Moody’s Temmuz raporunda Türk bankalarındaki sorunlu kredilerin oranının önümüzdeki 1 ila 1,5 sene içerisinde %4’ü geçebileceği uyarısında bulunmuştu. Bu rapor açıklandığında sorunlu kredi oranı henüz %2,8 düzeyindeydi. Tabii ki kredi derecelendirme kuruluşlarının raporlarına ve analizlerine karşı elimizde BRICS(T) özelinde veya Türkiye özelinde yeni, yerli ve mümkünse milli bir kredi derecelendirme kuruluşunu tesis etmek gibi mühim ve caydırıcı bir koz var...

Gördüğünüz gibi gündemi gözden geçirirken insanın kendinden geçmemesi mümkün değil. Oysa (Türk usulü) Başkanlık, Sultanlık, Emirlik gibi sistemlerde, baştaki güçlü liderin her zaman doğru ve toplum için yararlı kararları vermesi kaydıyla, vatandaşın kafası her daim rahat olur. George Orwell şöyle der; “İyi insanlar geceleri yataklarında huzur içinde uyur, çünkü sert insanlar onlar adına şiddet (sert ve çetin kararları) uygulamaya hazır bekler”.