Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Abbas Vali, hükümetin Doğu ve Güneydoğu politikasını değerlendirdi.

‘Kürdistan Cumhuriyeti’, ‘Kapitalizm Öncesi İran’, ‘Kürt Milliyetçiliğinin Kökenleri’ gibi kitapların yazarı, dört yıl Erbil Üniversitesi’nin rektörlüğünü yapan ve ulusal kimlik, modernlik ve devletsiz uluslar, modern siyasi ve sosyal düşünce, tarihsel sosyoloji ve Ortadoğu üzerine çalıştı.

Vali Agos'tan Nazan Özcan'ın sorularını yanıtladı. AKP hükümetinin açık bir şekilde Güneydoğu'daki insanları HDP'ye oy verdikleri için cezalandırdığını ifade eden Vali, "Hükümet uzun vadede kendi hendeğini kazıyor" dedi.

Vali, "Demokrasiyi her şeyi mahvederek, yok ederek kuramazsınız" diye konuştu.

Nazan Özcan'ın Prof. Dr. Abbas Vali ile söyleşisi şöyle:

Hükümet 10 bin askerle saldırıyor bölgeye, çatışmalar ve ölümler çok ciddi. Neler oluyor?

Bence birkaç süreç birden işliyor ve hepsinin farklı sebepleri var. Birinci sebep, bu hükümet Güneydoğu’da güvenlik ve istikrar politikalarına tekrar döndü. Yani, hükümet geleneksel milliyetçilere oynuyor. Anayasa değişikliği ve başkanlık sistemi için referanduma gitmeyi planlıyorsa, bu milliyetçi destek hükümet için çok kritik önemde. Başka bir bakış açısıyla da bence AKP hükümeti, çok açık bir şekilde, Güneydoğu’daki insanları seçimlerde HDP’yi destekledikleri için cezalandırıyor.

Şu andaki devlet şiddeti, HDP’ye yüksek oranlarda oy veren şehirlere yönelmiş durumda, Cizre, Diyarbakır, Nusaybin gibi. Bir başka sebep de, hükümetin Suriye’deki başarısız stratejisi ya da stratejisizliği. Hükümetin Suriye sınırındaki varlığı çok zayıf. Hele de Ruslar, Suriye’ye geldikten sonra Türkiye’nin o bölgedeki bütün planları suya düştü. Mesela tampon bölge fikri tamamen masadan kalktı. Özellikle PYD’nin kontrolü altında olan alanları ve durumu direkt olarak etkileme, maniple etme, kontrol etme imkânı da ortadan kalktı. O yüzden Güneydoğu’da, Suriye’dekine benzer bir yapılanmanın en küçük düşüncesini ve her türlü en küçük direnişi bile öldürmek istiyorlar.

Boyun eğdirmek istiyorlar. Türkiye’nin Suriye’yi kontrol etme şansı hiç kalmadı. Öte yandan Musul’u özgürleştirme operasyonu başlarsa ve PKK ve PYD burada bir rol oynarsa, Kuzey’le yani Türkiye Kürtleri ile bağlantı kurmak çok kolay ve önemli olacak. Ayrıca Amerika ve Avrupa da denklemin içinde. Öte yandan bazı liberal basında da okuduğum, hükümetin bir şekilde bu savaşı başlatmak istediği. Tabii ki PKK’nın da rolü vardır bu başlangıçta. Yani hükümete göre tavır aldılar ve onların istediği gibi davrandılar, bu savaşın bir parçası oldular. Ama bu savaş, çok farklı bir savaş bu sefer.

1990’lara benzetenler de daha kötü diyenler de var. Siz nasıl görüyorsunuz?

Hayır 90’lar değil, hatta iki sene önceki savaşlara da benzemiyor. Bundan önceki dönemlerdeki savaş, iki gücün birbiriyle savaşması şeklindeydi. Ama şimdi spesifik amaçlar var. PKK bu sefer özyönetim fikriyle girdi savaşa. Özyönetim ilanına karşı hükümet de çok acımasız saldırdı. Çünkü özyönetim ilanı bir anlamda PYD’nin Suriye’deki başarısının bir tür tekrarı olacaktı, tabii başarırlarsa. Suriye’de bir devlet yok, ama Türkiye’de bir devlet var. Dolayısıyla ülkenin bir bölümünde hayata geçirilen başka bir yönetim biçimini asla kabul etmeyecektir.

Hükümet bu yüzden, güvenlik politikalarına, tek devlet, tek dil, milletin birliği konuşmalarına döndü. Bu bir alan savaşı. Yani bu yeni bir yönetim şekli oluşturma ya da oluşturamama savaşı. Aynı zamanda Ortadoğu’da kimin etkisi olacak ya da olmayacak savaşı. Bence bu nedenlerden dolayı da bir iç savaş ve sivil nüfusa karşı yapılan bir savaş halini aldı. Yani şu anda Kürt şehirlerinde olan şey. Hükümet sadece oradakileri cezalandırmıyor, aynı zamanda orada hayata geçirilebilme ihtimali olan herhangi bir yönetim şekli ihtimalini de kökten imha etmek istiyor.

Kazananı olan bir savaş olabilir mi bu?

Kısa vadede hükümet kazanacak gibi. Çünkü artık ağır silahlar kullanmaya başladılar. İnsanları şehirlerden çıkarıyorlar. Bu, bölgeyi insansızlaştırma politikası. Böylece de orada herhangi bir özyönetim ihtimalini yok edecekler. Hükümet kısa vadede aşırı güç kullanarak insanları boyun eğdirebileceğini ve özyönetim ihtimalini yok edebileceğini düşünüyor olabilir ama uzun vadede kendi hendeğini kazıyor. Bu da içinden çıkılması çok zor bir hendek olacak. O yüzden hükümet tekrar Kürtlerle bir diyaloğa dönmeli.

Herkes masaya dönülmesi için çağrılar yapıyor ama yeniden masaya dönmek, yeni bir sayfa açmak mümkün mü?

Cuma günü Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasında “Hendekler kapatılmadan hiçbir görüşme olmayacağını” söyledi. Bu, bence PKK’ya gönderilen bir mesajdı. Çünkü daha önceki konuşmalarında görüşmeye dair bir niyet beyanı da yoktu. Yani eğer bu özyönetimden vazgeçerseniz, görüşmelere tekrar başlamak için bir ihtimal doğar demeye getiriyor. Bu durumun hükümet tarafından uzun süre devam ettirebilmesinin çok imkânı yok çünkü. Çünkü artık durum 90’lar gibi değil. 90’larda sadece Türkiye’nin problemiydi Kürt sorunu, şimdi artık bölgesel bir hal aldı. Hatta biraz daha ileriye gidersek, belirli noktalarda uluslararası bir mesele. Yani Türkiye’nin Kürt sorunundaki tutumunun Suriye, Irak, İran, hatta Rusya’nın pozisyonuna bile etkileri olacaktır. Eğer Türkiye bu bölgede bir aktör olmak istiyorsa, öncelikle Güneydoğu’daki durumu sakinleştirmeli.

Kürtler tarafından bakılınca ne görüyoruz peki?

Bahsettikleri özyönetim, halkın bütün hepsinin katıldığı bir ayaklanma olsaydı hayata geçebilirdi. Bu durumda hükümetin neden insanların üzerine bu kadar ciddi saldırdığı da ortaya çıkıyor. Hükümet, böyle bir ayaklanma ihtimalini tamamen yok ediyor aslında. İnsanlar da o bölgelerden ayrılıyor zaten.

Nusaybin’i 20 bin, Sur’u yine 10 binden fazla kişi terk etti. Eskiden asker, insanları yerlerinden göç ettirirdi, şimdi kendileri gidiyor. Bu ne anlama geliyor sizce?




Bence uzun vadede Kürdistan’ın insansızlaştırılması, insanların oldukları yerlerden çıkartılması, Kürt siyaseti, Kürt ekonomisi ve Kürt kültürü için kötü olacak. Bu olanları telafi etmek yıllar alacak. Daha önce de söyledim: Demokrasiyi her şeyi mahvederek, yok ederek kuramazsınız. Bence PKK, şu anda uyguladığı hendek stratejisini tekrardan düşünmeli.  Çünkü, bu tür bir stratejinin başaralı olabilmesi için, ciddi ve aktif bir şekilde halk ayaklanması gerekli. İnsanlar bu stratejiyi içten içe destekliyor olabilirler ama yaşadıkları nedeniyle yani belki çocukları, aileleri, malları ya da yaşamları için terk etmek zorunda kalıyorlar oldukları bölgeleri. Çünkü biliyorlar ki, hükümet hiçbir ayrım yapmadan herkesi yok ediyor. Son günlerde bölgeden gelen resimlere bir bakın. Gazze’den çok farklı değil. İki yaz önce İsrail’in Gazze’ye saldırdığında gelen görüntülerle aynı. Bu teorik olarak bile, özyönetim ilan edebileceğiniz uygun bir durum değil. Buna birinin ses çıkarmasını umuyorum.
“Özyönetim, ya müzakerelerle hayata geçirilen bir demokratik sürecin ya da halk ayaklanmasının öncülük ettiği bir politik müzakerenin sonucu olmalı. Ama ben şu anda iki durumu da göremiyorum. Türkiye’nin egemenliği içinde bir bölgesel özyönetim yaratmak istiyorsanız, bunu hükümetle silahla çatışarak yapamazsınız.”

Kim ses çıkarmalı?

Bence eksik olan ses, Abdullah Öcalan’ın sesi. Abdullah Öcalan, kendi yarattığı özyönetim fikrinin farklı okuma biçimleri olabileceğini söyleyebilir. Yani şu ana kadar geldiniz ve yaşananlar yaşandı ama PKK de, hükümet de stratejisini tekrardan düşünmeli. Ve bütün özyönetim konsepti, Türkiye’nin siyasi egemenliği içinde kurulacak bir halk demokrasisi gerektiriyor. Bunun bir şartı da Ankara’da demokratik bir hükümet olması, ki şu anda öyle bir şey yok. Diğer kriter de, toplumun ciddi bir desteğinin olması, ki şu anda bu halk da hükümet tarafından yok ediliyor.

Öte yandan bence özyönetim ya da demokratik otonomi, ya müzakerelerle hayata geçirilen bir demokratik sürecin ya da halk ayaklanmasının öncülük ettiği bir politik müzakerenin sonucu olmalı. Ama ben şu anda iki durumu da göremiyorum. Türkiye’nin egemenliği içinde bir bölgesel özyönetim yaratmak istiyorsanız, bunu hükümetle silahla çatışarak yapamazsınız. Bütün hayatını kaybedenlere, evleri hayatları yıkılanlara, bu mücadeleye kendini adayanlara saygım sonsuz, ama bu stratejiler tekrar düşünülmeli. Bu politik alana geri dönülmesi gereken bir zaman. Zaten bu tür politik yapıların stratejilerini düşünmek ve güçlerini tekrardan yapılandırmak için, stratejik esneklikleri olmalı. Zaten Abdullah Öcalan’ın okumalarına baktığımız zaman da özyönetim, demokrasinin sonucudur.

Ama iki taraftan da olumlu açıklamalar duymuyoruz. Masaya nasıl oturulacak?

Üzülerek bir şey söylemek istiyorum. Bu durum, en ciddi ve en çok HDP’ye zarar veriyor. Bu anlamda hükümetin yaptığı taktik işe yarıyor gibi. Başarı da şu: HDP’yi tekrar etnik duvarlarının arasına itmek. Çünkü HDP Türkiyelileşmeye başlamıştı, etnik parti olmaktan çıkmıştı. Bu da hükümeti her şeyden çok korkutuyordu. Bence HDP’nin Türkiyelileşmesi, hükümeti Kandil’den daha fazla korkutuyordu.

Neden?

Çünkü demokratik yollardan bir güçle mücadele etmek daha zordur. Bu savaşın hedeflerinden biri de HDP’yi Kürt duvarlarının içine tekrardan itmekti. Ve bence şu anda bu oluyor. Çünkü, bu savaş, bir iç savaşın bütün geleneksel şartlarını taşıyor. Sadece hükümet bu savaşı körüklemiyor, toplum da aynı zamanda ciddi anlamda kutuplaştı. Doğu’da yaşananlar, Batı’da yaşananlardan çok farklı. Batı’da yaşayan insanlar, Doğu’da yaşananları hissetmiyor bile. Belki haberleri okuyorlar ama bombaları, savaşı, ölümleri, evlerin tahrip edilmesini, çocukların cesetlerinin buzluklarda saklanmasının ne anlama geldiğini hissetmiyorlar. Bence bu kutuplaşma, uzun vadede, Kürtlerin Türkiyelileşmek için etnik duvarlarından çıkması stratejisini çok daha zarara uğratacaktır.

AKP, HDP’yi politik alandan çıkarmak istiyor dediniz, peki bu durumda Kürt sorununu kimle çözmeye çalışacak, kimle konuşacaklar?

Evet normal olarak, hükümetin konuşabileceği bir güç olmalı. Nasıl olur bilmiyorum ama direkt olarak PKK ile konuşmalılar. Eskiden olduğu gibi. Yoksa savaşa devam edeceğiz. Ve bu savaş şu ana kadar olanların en tehlikelisi. Çünkü bu savaş sadece evlerin, hanelerin yok edilmesi değil, çok ırkçı bir kültürün tekrar canlanmasına neden oluyor. Özel kuvvetlerin, askerlerin Diyarbakır ya da diğer şehirlerde duvarlara yazdıklarına bir bakın. “Türk’sen övün, değilsen itaat et!” Bu çok vahim bir durum. Evet savaş kısa bir sürede bitecek gibi değil. Ne hendekleri bir günde kapatmanız mümkün ne de hükümetin saldırılarını bir günde bitirmeniz. O yüzden en azından bir politik niyet olmalı, konuşmak ve bunu bitirmek için. Ama bunun için de her iki tarafın da bir anda durması lazım.

Bitirmeye dair bir niyet görüyor musunuz?


Hayır yok. Bu yüzden savaş bir süre daha devam edecek. Çünkü başkanlık ya da anayasa referandumu için bu milliyetçi desteğe ihtiyacı var hükümetin.

Yani savaş en azından referanduma kadar devam edecek diyorsunuz.

Bence bu hükümetin katı tutumu, politik sistemin nasıl olacağına yani başkanlık mı parlamenter sistem mi kararı verilene kadar devam edecek. Görünen o ki, politik sistemin değişmesine doğru gidiliyor. Milliyetçilerden gelen desteği diri tutmak için de hükümetin Kürtlerle savaşa devam etmesi gerekecek. Belki sıcak savaş durur ama söylem olarak istediğinizi alana kadar anti Kürt söylemine devam edecek.

Onlar istediklerin alacaklar ama insanlar en kötü şeyleri yaşayacaklar. 2015’te insanların sokağa çıkma yasağı altında olması akıl almaz bir şey.

Hükümetin şu anda uyguladığı politika çok hizipçi. Yani ya benimlesin ya da bana karşısın. Şu anda karşı olarak görülenler Kürtler. Ama şu anlaşılmalı artık: Kürt sorunu, aslında Türk devletinin stratejik sorunudur. Türk hükümetin taktiksel bir meselesi değildir. O yüzden Türk devleti, Kürt meselesini çözmeye çalışmalı. Yoksa bu sorun kendiliğinden yok olmayacak. Hükümetler gelir gider, ama devletin stratejik meseleleri her zaman kalır. (Agos)