Önceki dönem HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu'na hakaret ettiği iddiasıyla Mersin 14. Asliye Ceza Mahkemesinde duruşması görüldü.

Demirtaş’ın SEGBİS ile katıldığı duruşmada, Mersin Milletvekili Fatma Kurtulan ve HDP yöneticileri de hazır bulundu.

2015 yılında yaşanan olayları fotoğraflarını göstererek tek tek anlatan ve “size bir korku filmi anlatmıyorum, bunların tamamı bu ülkede yaşandı” diyen Demirtaş, Kürtlere karşı açık ayrımcılık yapıldığını ifade ederek, “onursuzluğu kabul etmedik, etmeyeceğiz” dedi.

Demirtaş’ın konuşması şöyle:

‘SAVCI BENİM İFADEMİ ALMADAN MÜTALAA OLUŞTURMUŞ’

Şimdi bu dosyada esas hakkında savunma alınmadan mütalaa oluşturulmuş. Cumhuriyet Savcısı benim savunmamı dinlemeden mütalaa vermiş. Hukuka aykırılığı bir tarafa bırakıyorum. Cumhuriyet Savcısı için savunmaya dair ne söyleneceği ya da ne tür deliller ortaya konulacağı hiçbir anlam ifade etmiyor olacak ki, savunmayı beklemeden cezalandırılmam yönünde mütalaa oluşturmuş. Bu hususa özellikle dikkat çekmek istiyorum. Çünkü insanların savunması alınmadan savcı sadece iddianameye bakarak cezalandırılmasını istiyorsa, savunma açısından ortaya konulacak hiç bir delil Cumhuriyet Savcısını bağlamıyor demektir.

‘4 KASIM’DA YAPILAN OPERASYONUN SİYASİ SAİKLERLE YAPILDIĞI TESCİLLENDİ’

Her şeyden önce bundan 5 yıl önce 4 Kasım 2016 günü benim ve diğer Eş Genel Başkanımız Figen Yüksekdağ’ın da aralarında bulunduğu partimizin toplam 12 milletvekili kapsamlı bir siyasi operasyonla gözaltına alındı ve tutuklandı.

Bunların hepsi AİHM’in kararlarıyla siyasi saiklerle yapılan tutuklamalar olduğu tescillendi. Bu davada da yani dönemin başbakanı Davutoğlu’na hakaret gerekçesiyle açılan bu dava da 4 Kasım’da başlayan siyasi operasyonlar çerçevesinde yürütülen yargı tacizinin bir parçasıdır.

Benim hakkımda çok sayıda fezleke düzenlendi, bunların 60’a yakını davaya dönüştü, bir kısmı birleştirildi, bir kısmı başka mahkemelerde görülüyor, bir kısmı da sizin mahkemenizde Cumhurbaşkanına, Başbakana hakaret davaları şeklinde sürüyor.

Bunun dışında ayrıca birleştirilmeyen özel olarak seçilmiş ve hızla hükümlü hale getirilmem amaçlanan dosyalar da vardır. Onlar da Ankara’da hükme bağlanıyor. Bunların tamamı Cumhuriyet Savcılarının hükümetten aldıkları açık siyasi talimatlar sonucunda hazırlanmış iddianamelerdir.

‘DAVUTOĞLU’NUN AKP’DEN AYRILACAĞI HESAPLANSAYDI BU DAVA AÇILMAZDI’

Önünüzdeki dosya da bunlardan biridir. Mesela ben merak ediyorum. O dönemin fezlekelerini ya da iddianamelerini hazırlayan savcı, Ahmet Davutoğlu’nun AKP’den ayrılıp ayrı parti kuracağını, muhalefet partisi olarak faaliyetlerine devam edeceğini öngörebilmiş olsaydı yine bu davayı açar mıydı? Benim deneyimime göre açmazdı. O dönem Erdoğan ve başbakan Davutoğlu ya da hükümete dönük her türlü eleştiri fezlekeye ve iddianameye dönüştürüldü ve HDP’liler üzerinde siyasi baskı aracı olarak kullanıldı. Bu da onlardan birisidir.

‘PARLAMENTO VE YARGI HÜKÜMETİ DENETLEMEYECEK DE KİM DENETLEYECEK?’

Peki Ahmet  Davutoğlu kim ben kimim? Bun burada sanığım kendisi müşteki. O dönem görev yaptığım TBMM’de temsili bulunan 3’üncü büyük partinin eş genel başkanıyım. Davutoğlu da o dönem iktidar partisinin Genel Başkanı, hem yürütme organının başı hem de Başbakan. Mahkemenizde bir muhalefet partisi liderinin hükümete yönelik eleştirileri bir suç olarak addedilmiş ve ondan dolayı benden hesap soruluyor. Geçen duruşmada ifade etmiştim bugün tekrarlamak durumundayım. Demokratik ilkelere haiz devletlerde veya sistemlerde hükümeti yani devleti denetleyen merciler vardır.

Bunların en önemlisi parlamentodur. Yani halkın oyuyla seçilmiş milletvekilleri ve siyasi partiler hükümeti icraatlarından dolayı denetlerler ve bu denetim raporları meclise sunulur, iç tüzüğe dayalı denetim faaliyeti yürütülürken aynı zamanda basın toplantıları miting ve yürüyüşler gibi sivil demokratik baskı yöntemleriyle hükümet denetlenir.

Kamuoyunun bilgisine sunularak hükümetin faaliyetlerinin anayasaya uygun bir şekilde yürümesi için denetim faaliyeti icra edilir. TBMM’nin iki temel görevinden biridir bu denetim. Bir de yasama faaliyetlerdir.

‘YAPTIĞIM DENETİM FAALİYETİ NEDENİYLE SORGUYA ÇEKİLİYORUM!’

Hükümeti denetleyecek bir başka merci de yargıdır. Yürütmenin her türlü eylem ve işlemi yargı denetimine tabidir. İktidarın bütün idari işlemleri yargı denetimine tabidir. Yani şu anda yasamanın bir üyesi olarak yaptığım denetim faaliyeti nedeniyle devletin bir başka erki olan yargı tarafından sorguya çekiliyorum. Şöyle bir benzetme, metaforla anlatmaya çalışayım. Diyelim ki siz idare mahkemesisiniz ve bir yurttaş idarenin bir işlemi nedeniyle size iptal davası açtı.

Siz bu davayı iktidarı denetleme adına anayasadan kaynaklı yetkilerinizi kullanarak millet adına yürüttünüz, yaptınız. Ben de yasamanın bir üyesi olarak sizin yaptığınız bu yargısal denetimi parlamentoya taşıdım. Mersin İdare Mahkemesi'nin hakkında soruşturma açılmasına yani bir başka denetim organı olan parlamentoyu devreye sokmaya çalışıyorum ve sizin yaptığınız denetim faaliyeti nedeniyle sizi suçluyorum.

Bu ne kadar abes ve anti demokratik olur ise bu da dava ve yargılama da o kadar abes ve anti-demokratiktir. Yürütmeyi Meclis  denetlemeyecek de kim denetleyecek. Yürütme onun işlemleriyle hükümet ve milletvekilleri ilgilenmeyecekse kim ilgilenecek? Ancak parlamentonun ve anayasanın hiçe sayıldığı rejimlerde yürütme organının eylem ve işlemleri sınırsız ve sorumsuz bir baskıya dönüşür ki şu anda onu yaşıyoruz. 2016, 4 Kasım’ında bize yönelik yürütülen siyasi operasyondan beri Türkiye bunu yaşıyor.

‘AHMET DAVUTOĞLU’NUN SİYASİ FAALİYETLERİNİ ELEŞTİRDİM’

Birazdan konuşmamın içeriğine değineceğim. Müşteki Ahmet Davutoğlu’nun iş ve işlemleri dışında neyine hakaret etmişim. Söz konusu konuşmanın tamamındaki Ahmet Davutoğlu eleştirisi Başbakan olmasından dolayı aldığı ve uyguladığı kararlara yöneliktir. Örneğin konuşmamın içeriğinde hiç şöyle bir şey var mı? “Ahmet Davutoğlu ticarette güvenilmezdir ya da özel yaşamında şöyledir. Ahmet Davutoğlu arkadaşlarıyla dedikoducudur. Ahmet Davutoğlu çocuklarına karşı vurdumduymazdır" mı demişim? Ahmet Davutoğlu’nun siyasi faaliyetlerinden ve Başbakanlık görevlerinden kaynaklı eleştiri yapmışım. Bu eleştirileri yaparken kendi üslubumla, sert bir şekilde kamuoyunun dikkatini çekecek bir yöntemle ve özellikle gündeme taşıyabilecek şekilde kendi üslubumu kullanmışım. Bunu nerede yapmışım? Mersin’de yaptığım konuşmadan 3 gün önce TBMM çatısı altında Meclis Grup Toplantısında bunları söylemişim. Dosyanızda bilirkişi raporu var.

Söz konusu grup toplantısı 23 Şubat 2016 tarihinde gerçekleşmiş, bundan 4 gün sonra Mersin’deki mitingde benzer düşüncelerimi neredeyse aynı cümleleri orada da söylemişim. Yani anayasada bana tanınan, milletvekili olmamdan kaynaklı Meclis çatısı altında ifade ettiğim sözleri ya da düşünceleri dışarıda da tekrarlamakla mutlak sorumsuzluk hakkımı kullanmışım.

‘MUTLAK SORUMSUZLUK YARGILANAMAZ, SORUŞTURULAMAZ VE ÖMÜR BOYU TANINAN BİR HAKTIR’

Mutlak sorumsuzluk tekrar hatırlatmak istiyorum dokunulmazlıktan ayrıdır; kaldırılamaz sınırlanamaz, ömür boyu devam eder.

Yani Meclis çatısı altında ifade ettiğim düşünceleri ömrüm boyunca dışarıda tekrarlayabilirim; suç teşkil etse bile. Altını çizerek söylüyorum suç teşkil etse bile soruşturulamaz.

Bunun anlamı şudur, anayasa 83/1 soruşturalamaz derken bu konuda milletvekiline soruşturma açılamaz diyor, soru sorulamaz. Bırakın kovuşturmayı, sanık durumuna düşürülmeyi, bugünkü gibi sanık sıfatıyla ifadesinin alınmasını. Soruşturulamaz. Şimdi bunu Cumhuriyet Savcısına da söylemişiz, Meclis'te ifade ettiğim sözleri dışarıda tekrarlamışım. Anayasa'nın 83’üncü maddesi iddianameyi hazırlayan Cumhuriyet Savcısının umurunda değil. Anayasa bizi bağlamaz diyor. Yetmemiş mahkemenizden istemişiz, inceleyin demişiz. Soruşturma yürütülemez. Buradaki düşüncelerim suç teşkil etse bile kamu davasına konu edilemez.

Dolayısıyla düşme kararı verin, benim savunmamın alınmasına gerek yok dedik. Onu da yapmamışsınız, yetmemiş Cumhuriyet Savcısı mütalaasını hazırlarken yine Anayasa'yı tanımıyorum demiş, milletvekillerinin sorumsuzluğu beni ilgilendirmez demiş ve savunmamı talep etmiş. Dolayısıyla dosyanızda bulunan bilirkişi raporunun dikkate alınarak düşme kararı verilmesi gerekiyor.

‘CEMİLE’NİN CENAZESİNİN GÖMÜLMESİ İÇİN ADETA YALVARDIM, CENAZEYİ DEFNETTİREMEDİM’

Gelelim konuşmamın içeriğine, yani ben sorumsuzluğun arkasına saklanarak düşme talep etmiyorum. Ben düşüncelerimi, düşünce ve ifade özgürlüğü, eleştiri hakkı ve parlamenter yetkim kapsamında olduğunu iddia ediyorum. Şimdi Cumhuriyet Savcısı iddianameyi ve fezlekeyi hazırlarken bu eleştirilerimi yönelttiğim dönemde neden yaptığımı araştırma gereği duymamış.

Duruşma savcısı da araştırma gereği duymamış. Birazdan göstereceğim fotoğraflar için herkesten özür diliyorum. Bu fotoğraf karelerini bir kez daha göstermek zorundayım. Bakın konuşmamın içeriğinde var. Örneğin 8 Eylül 2015 tarihinde konuşmayı yapmamdan birkaç ay önce Cizre'de Cemile Çağırga isimli 10 yaşındaki çocuk evinin önünde güvenlik güçlerince açılan ateş sonucunda öldürülmüş, defnedilmesi için aile mezarlığa gitmek istiyor.

Sokağa çıkma yasağı var ve bu yüzden çocuğun cenazesinin defnedilmesine izin verilmemiş. Bu benim iddiam değil hem dava konusudur hem de gerçek. O günde kamuoyunun gündemine geldi, Silopi teşkilatımız, Şırnak milletvekillerimiz bizi bilgilendirdi; olay doğru. Onun üzerine başbakana milletvekillerini gönderdim. Meclis grubundan çağrı yaptım basın toplantısı yaptım ama Cemile Çağırga’nın defnedilmesine izin verilmedi. Bakın fotoğrafı burada bu bir derin dondurucudaki çocuk cenazesidir.

Gördüğünüz derin dondurucu içinde kefene sarılı Cemile’nin cenazesidir. Başbakan Ahmet Davutoğlu’na rica ettim, adeta yalvardım, defnettiremedik. Günlerce burada kaldı cenazesi 10 yaşındaki Cemile Çağırga. Cemile Çağırga kim? Bu işte, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı, Kürt kızı. Defnettiremedim.

‘HACI LOKMAN BİRLİK, PANZERİN ARKASINDA SÜRÜKLENDİ’

Bir başka konuşmamda geçen eleştiri. Ekim 2015. Şırnak kent merkezi. Hacı Lokman Birlik. Şırnaklı bir genç, şehir içindeki operasyonda öldürüldüğü söyleniyor panzerin arkasına bağlanıyor ve sürükleniyor. Bu görüntüler herkes tarafından görüldü. Ondan dolayı polislere soruşturma açıldı görüntülerin doğru olduğu ortaya çıktı ben de Ahmet Davutoğlu’nu bundan dolayı eleştirmişim. Bu polislere hiçbir işlem yapılmadı, sadece soruşturma açıldı kapatıldı ve 2015 Türkiye’sinde bu görüntüler ülkeye izlettirildi. Tarih 22 Aralık 2015, konuşmayı yaptığım konuşmanın tarihi ne 3 ay önce.

‘TAYBET İNAN, CENAZESİ 7 GÜN SOKAKTA KALDI: CENAZEYE SAYGI İSTEDİM’

Taybet İnan, 68 yaşında Silopi’de evinin önünde güvenlik güçleri tarafından öldürüldü. Tam 7 gün cenazesi kaldırımda kaldı sokağa çıkma yasağı var denildi. Eşi almak istedi ateş açıldı oğlu almak istedi ateş açıldı, onlar da yaralandı. Sayın hakim ben bir dehşet filmi anlatmıyorum, 2015 Türkiye’sinde yaşlı bir kadının cenazesi tam 7 gün sokakta çürümeye terk edildi.

Ahmet Davutoğlu Başbakandı ben muhalefet lideriydim. Bu kadın Müslüman bir kadındı, velev ki dinsiz de olabilir. Bu kadın Silopili bir Kürt kadını. Cenazeye saygı istedim cenazeye. Bunu yapamazsınız, insanlık onuru çiğneniyor yapamazsınız dedim. Bunu söylemeden önce milletvekili arkadaşlarımı yine Ahmet Davutoğlu’na gönderdim, rica ettim dedim ki gidin deyin ki "bakın siyasi rekabet başka bir şey, gerilim var doğru, sokaklarda çatışma var, hendek barikat var doğru, ama insani bir durum yapmayın" dedim. Aldırmadı, cenazenin oradan alınmasına izin vermedi.

‘VALİ VARTO’DAKİ ÇIPLAK FOTOĞRAF İÇİN VİCDANIM KABUL ETMİYOR DEDİ, BENİM DE VİCDANIM KABUL ETMEDİ’

Başka bir fotoğraf, çok özür diliyorum bu fotoğrafı da göstermek zorundayım. O günkü öfkemin nedeni anlaşılsın. Ağustos 2015, yer Varto. Kader Kevser Altürk. Bu fotoğraf yayınlandı. Varto kent merkezinde öldürüldü denilerek çıplak bir kadının fotoğrafı JÖH hesaplarından yayınlandı. Valilik soruşturma açtı. Soruşturma açan vali merkeze alındı. Vali beyin eşi vicdanımız bunu kaldıramaz demiş. Vali bey ahlakım bunu kaldıramaz dedi. Benim ahlakım da kaldıramaz sayın hakim. Kim olursa olsun bunu yapamaz. Bunların hepsi 3 ay içerisinde oldu. Ahmet Davutoğlu Başbakandı, ben eleştirdim diye yargılanıyorum, bunları yapanların hiçbiri yargılanmıyor. Soruşturma bile açılmadı. Yer Türkiye Cumhuriyeti ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım, bunların hepsi vatandaşımız, ben vatandaşım Ahmet Davutoğlu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı.

‘İSRAİL'DEN, BOSNA’DAN BAHSETMİYORUM CİZRE'DEN, ŞIRNAK’TAN, VARTO'DAN BAHSEDİYORUM: BÜTÜN ELEŞTİRİLERİMİN ARKASINDAYIM’

İsrail’den söz etmiyorum, Bosna’dan da bahsetmiyorum, ki orada da yapılanların tamamı vahşettir. Cizre’den Şırnak'tan, Silopi’den söz ediyorum. Peki ben dile getirmeyeceğim de kim dile getirecek, Bahçeli mi bunları dile getirecek. Yok, umurunda bile değil. Sorumlu muhalefet biziz. Bunu yapmak zorundaydık, yapmazsak onurumuzu, insanlığımızı kaybederdik. O gün orada yaptığım eleştirilerin arkasındayım. Ahmet Davutoğlu bunların hepsinin üstünü örtmüştür. Bugün muhalefettir hiç fark etmiyor. Çıkıp anlatsın bunlar nasıl oldu nasıl üstü örtüldü? Toplum nasıl bunlarla korkutulmaya, onursuzlaştırılmaya çalışıldı. Biz bunu kabul etmedik.

‘BUNCA VAHŞETİN TEK SANIĞI BEN Mİ OLACAKTIM, BU MU KÜRDE SUNULAN ADALET?’

Düşünün bu kadar vahşet yaşanmış, yargı sizsiniz burada yargılanması gereken ben miyim? Bütün bu olup bitenlerden sonra ortaya çıkan tek sanık ben mi olmalıyım? Bu mudur, Türkiye Cumhuriyeti'nde Kürde sunulan adalet bu mudur? Bu bir ayrımcılıktır. Anayasa'nın ayrımcılık, eşitlik ilkelerine aykırıdır, AİHS’nin 14’üncü maddesinin eşitlik ilkesine aykırıdır. Bu kız (Cemile) terörist diyor ya. 10 yaşında. Bu yapılamaz, burada sivil insanlardan söz ediyorum. Ayrımcılık yapılmıştır. Kürtler kimliklerinden dolayı katli vacip görülmüştür. Bunu savunduğumuz için biz ne terör yandaşı oluruz ne ırkçı oluruz. Sadece insan oluruz. Ben insanlığımı yaptığım için bugün sanık sandalyesine oturtulmuşum. Sanık sandalyesinde olması gerekenler başkalarıdır, ben değilim hakim bey. Ayıptır, günahtır, zulümdür. Bizim için değil temsil ettiğimiz halk adına zulümdür, yapmayın etmeyin. Biz bunu haketmiyoruz, bu hakareti hak etmiyoruz. İnsanlarımız, yurttaşlarımız öldürülecek, katledilecek, üstüne soruşturma açılmayacak onların derdini dile getiren, haykıran siyasi temsilcileri yargılanacak. Olacak iş mi nasıl bunu vicdanınız kabul edecek. Siz hakimsiniz, hakim vicdanıyla konuşur.

‘BU DOSYA BU KADAR YÜREĞİME DOKUNMASAYDI ÇIKIP SAVUNMA YAPMAZDIM’

Bu dosyada benim savunmamı almadan düşme kararı vermeliydiniz. Ben şuan yargılanıyorum oldu bitti. Ceza verseniz, düşme verseniz, sonuç değişmez. Ben bundan suçlandım suçlanması gereken ben değilim. Bakın bir başka muhalefet partisi CHP ile ilgili bir örnek vermek istiyorum. CHP milletvekili Mahmut Tanal hakkında bir suç duyurusu olmuş. Buradaki herkesin affına sığınarak bu cümleleri okumak istiyorum. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın burada hakaret yok deyip takipsizlik verdiği cümleleri okuyorum. (...) Denilmiş ki bu ifade özgürlüğü kapsamındadır. Çok sayıda örnek var. Ahmet Atilla Şentürk “Her şehide karşılık bir HDP milletvekili indirmelisiniz” demiş. Açık kimlikle yapılmış, takipsizlik kararı verildi. Yüzlercesini okuyabilirim. Cinsiyetçi küfürler, hakaretler yahu bi kez mi yargı bizimle ilgili adil işlemez. Bir tane mi pamuklara saracağımız, adalete hukuka uygun karar çıkmaz mı ki diyelim bu ülkede adalet var. Bunları söylemek için bugün duruşmaya katıldım. Bu dosya bu kadar beni inciten yüreğime dokunan bir dosya olmasaydı emin olun savunma yapmaya gerek duymazdım. Savcılık ceza istemiş ceza verecekseniz de takdir sizindir.

Avukatların savunmasından sonra mahkeme heyetinin Demirtaş’ın IŞİD ve diğer örgütlere ilişkin hükümete yönelttiği eleştirilerini hatırlatması üzerine söz alan Demirtaş şunları söyledi:

Hükümetin dış politikasını eleştirmek nasıl hakaret olabilir? Hükümet, çıkar ‘bunları desteklemiyorum’ der. Biz de desteklediğini iddia ediyoruz ve bunun yanlış olduğunu söylüyoruz. Beslemeyin bunları diyoruz. AKP hükümeti Suriye’de çeteleri desteklemiştir, silah göndermiştir. Türkiye de lojistik, istihbarat desteği sunmuştur. Bu bir hatadır. Türkiye, Suriye iç savaşına böyle dahil olmuştur.

DURUŞMA 31 ARALIK TARİHİNE ERTELENDİ

Duruşmadan sonra mahkeme heyeti, avukatların tevsi tahkikat taleplerini reddedilmesine, önceki duruşmada talep edilen somut norm talebinin Anayasa Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vererek, duruşmayı 31 Aralık’a erteledi.