HDP’nin önceki dönem Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

“Bizim işimiz halka kırılmak değil, halkın özgürlüğü için gerektiğinde canımızı ortaya koymaktır” diyen Demirtaş, “Halkımıza kırgın olmak bizim haddimize değil, biz halkımıza kurban oluruz ve karşılığında da hiçbir şey beklemeyiz. Yeter ki mücadeleden geri adım atılmasın. Bu konuda da içimiz rahattır. Halkımız mücadelesinin arkasındadır, gerisi hiç önemli değil. Son yüzyılda, halkımızın yüz binlerce evladı özgürlük için kendini feda ederken gözünü bile kırpmadı. Biz de onlara layık olabilirsek bundan onur duyarız. Bizim işimiz halka kırılmak değil, halkın özgürlüğü için gerektiğinde canımızı ortaya koymaktır” dedi.

Selahattin Demirtaş daha önce yaptığı, "Ben Erdoğan'a boyun eğseydim şimdi sarayda bakan olurdum" açıklamasıyla ilgili, AKP’den o dönem bir talep gelip gelmediğiyle ilgili soruya yanıt verdi: "AKP bana herhangi bir taleple gelmedi tabii ki, çünkü böyle bir kapıyı asla açık tutmadım."

HDP’nin önceki dönem Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, BasNews’ten Ruken Hatun Turhallı‘nın yazılı olarak gönderdiği soruları yanıtladı.

Başta sağlığınızı ve cezaevi  koşullarınızı sormak istiyorum. Dilerim sağlık açısından bir sorununuz yoktur. Cezaevi koşullarında bir gününüz nasıl geçiyor, kendinizi nasıl programlıyorsunuz ?

Sağlığım ve moralim iyidir. Şartlar ağır da olsa kendime dikkat etmeye çalışıyorum. Burası yüksek güvenlikli bir cezaevi olduğu için koşullar ve uygulamalar ağır elbette. İmkanlar da çok kısıtlı. Bizi irade olarak güçlü kılan ve ayakta tutan şey, halkımızın bin bir zorlukla sürdürdüğü kararlı ve haklı mücadeledir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AHİM) hakkınızda verdiği karara dair, bazı hukukçular kararın iki taraf için ortasını bulan bir karar olduğunu söylediler. Kararın dokunulmazlıkların kaldırılması ve yargılamanın önünün açılmaması üzerinden ilgili maddeden alınmış olması durumunda tahliyeye ilişkin boşluk kalmamış olacağını belirtiyorlar. Mevcut durumda Türkiye, kararı üst mahkemeye taşıyacağını söylüyor. Bu konuda sizin görüşünüzü almak istiyoruz.

AİHM’in “dengeli” bir karar verdiği ortadadır. Aslında çok çok daha ağır bir ihlal kararı vermesi gerekirken, maalesef Türk hükümetinin bazı ihlallerini görmezden geldi. Tabii bunun birçok politik nedeni vardır. Avrupa Konseyi olarak, Türkiye ile tümden karşı karşıya gelmek istemiyorlar sanırım.

AİHM’nin bu kararına, 20 Şubat 2019 tarihinde avukatlarım da itiraz ettiler ve davanın bir üst mahkemeye taşınmasını biz de istedik. Önümüzdeki günlerde neler olabileceğini hep beraber göreceğiz. Benimle aynı anda AİHM’e başvuran 11 milletvekili arkadaşımın kararının halen bile açıklanmamış olması, işin içinde denge hesaplarının olduğunu gösteriyor zaten.

‘BİZ YANLIŞA YANLIŞ DEMEYE DEVAM ETTİK’

12 ve 13 Aralık 2018 tarihinde gerçekleşen duruşmanızda reddi hakim talebinde bulundunuz ve akabinde, “Ben Erdoğan’a boyun eğseydim şimdi sarayda bakan olurdum” dediniz. Size ve partinize daha öncesinde AKP ne tür taleplerle geldi, bunu bize biraz açabilir misiniz? Bakanlık teklifi var mıydı?

AKP bana herhangi bir taleple gelmedi tabii ki, çünkü böyle bir kapıyı asla açık tutmadım. Türkiye’deki iki partinin (Demokrat Parti ve HAS Parti) genel başkanları, kendi partilerinden istifa edip AKP’ye geçince ikisi de bakan oldular. Biri halen iç işleri bakanıdır, diğeri de uzun süre başbakan yardımcılığı yaptı. Kast ettiğim budur. Elbette ben asla böyle bir angajman içine girmedim, aklımdan bile geçmedi. Biz yanlışa yanlış demeye devam ettik, boyun eğmedik.

Sizce çözüm sürecinde taraflar hangi konularda üzerilerine düşeni yapmadılar ki, çözüm süreci radikal bir biçimde bu kadar şiddetin yoğunluk kazandığı ters bir evreye geldi ?

Süreç yeterince şeffaf bir şekilde ve halka daha fazla mal edilerek yürütülse; ayrıca her aşamada yasal güvencelere bağlanabilse ve somut adımlar, herkesin hissedebileceği derecede hızlı atılabilse daha güvenli bir barış süreci olurdu. Bütün tarafların şu veya bu şekilde eksikleri, yetmezlikleri oldu o dönemde. Ama herkes açıkça, gözleriyle gördü ve kulaklarıyla duydu ki, süreci AKP bitirdi, Kürt tarafı değil. Ben yine de barış arayışından, barış yolundan asla vazgeçilmemesi gerektiğine inanıyorum. Bunu bir gün mutlaka başaracağız. Zaten Sayın Öcalan’ın elinde bir imkan olsa ve özgür koşullara sahip olsa bunu en çok kendisinin istediğini ve başaracağımızı da biliyorum.

Cezaevindeyken kendinizle bir muhakeme yaptığınızda, “Şunları doğru, şunları yanlış yaptım” dediğiniz oldu mu? Olduysa hangi konularda?

Olmaz mı, oldu tabii ki. Cezaevinde kendinizi masaya yatırmak için bol bol fırsatınız, zamanınız oluyor. Ama bu bir hayıflanmaktan öte daha iyisini, daha doğrusunu arama çabasıdır. Özeleştiri olmadan ilerleme olmaz. Bugüne kadar siyasette yaptığım hiçbir şeyi tam bir başarı olarak görmüyorum. Hep, daha iyisini yapabilirdim diye düşünüyorum. Fakat spesifik olarak bir konuda herhangi bir pişmanlığım bulunmuyor. Haklı ve meşru bir mücadelenin bir parçası olarak, Kürt halkının, mazlum kimliğinin değişmesi için çaba harcayan bir evladı olarak, yaptıklarımla onur duydum tabii ki.

Son duruşmanızda Kürtçe savunma yapmanız Kürtleri çok sevindirdi. Siz o savunmayı yaparken neler hissettiniz? Cezaevinde Kürtçenizi bu düzeyde geliştirmeyi nasıl başardınız?

Bugüne kadar yüzlerce sayfa savunma yaptım ama benim için en kıymetli ve anlamlı olan savunmam, kendi dilimde, Kürtçe yaptığımdı. Çünkü ben, Kürt olduğum için bu muameleyle karşı karşıyayım. O halde, Kürt olduğumu ve bunun altını çizdiğimi mahkeme salonunda da göstermeliydim ve Kürtçe yaptım savunmamın bir kısmını Kürtçe yaptım. Kürtçem henüz istediğim düzeyde değil ama çalışıyorum. Oda arkadaşım Abdullah Zeydan ile birlikte, Kürt dili üzerinde de çalışmalar, eğitim faaliyetleri yapıyoruz. Roman, çîrok, helbest ve gramer kitaplarıyla dilimizi geliştirmeye çalışıyoruz.

‘HALKIMIZA KIRGIN OLMAK HADDİMİZE DEĞİL’

Siz, Kürt halkı ve Türkiye demokratik güçlerince karşılığı oldukça geniş alan bulan bir siyasetçisiniz. Tutuklanma günleri ve sonrasındaki süreçte yaşanan sessizliğe karşı kırgın mısınız?

Halkımıza kırgın olmak bizim haddimize değil, biz halkımıza kurban oluruz ve karşılığında da hiçbir şey beklemeyiz. Yeter ki mücadeleden geri adım atılmasın. Bu konuda da içimiz rahattır. Halkımız mücadelesinin arkasındadır, gerisi hiç önemli değil. Son yüzyılda, halkımızın yüz binlerce evladı özgürlük için kendini feda ederken gözünü bile kırpmadı. Biz de onlara layık olabilirsek bundan onur duyarız. Bizim işimiz halka kırılmak değil, halkın özgürlüğü için gerektiğinde canımızı ortaya koymaktır.

En son Fransa’da Montluc Direniş ve  Özgürlük Ödülü’yle ödüllendirildiniz. Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterildiniz. Buna dair duygularınızı alabilir miyiz?

Büyük bir samimiyetle ve inanarak söylüyorum ki, halkımızın yüreğinde bana ayırdığı yerden daha büyük bir ödülüm olmayacak asla. Ben en büyük ödülümü aldım zaten. Geri kalan her şey, bu büyük ödülün gölgesindedir artık. Yine de uluslararası kamuoyundaki dostlarımızın gösterdiği dayanışma bizim için onurdur. Bu dayanışmaya büyük bir anlam ve değer biçiyorum. Bana verilen her ödülü, vatanımın her bir parçasında özgürlük uğruna bedel ödemiş kardeşlerime ve kıymetli aileleri adına kabul ediyorum. Ödül bana değil, direnen onurlu halkımızadır. Bunu biliyorum.

Cezaevine girdikten sonra, Sayın Mesud Barzani’den herhangi bir mesaj aldınız mı ? Aldıysanız bizimle paylaşmak ister misiniz?

Kendisinin Türkiye’ye son ziyaretinde ve bizim bir heyetimizin kendisini Hewlêr’de ziyaretinde görüştüğü arkadaşlarım aracılığıyla kıymetli selamını almıştım. Bunun dışında bir mesajlaşmamız olmadı. Kendisinin bana karşı kardeşçe sevgi ve saygısını her daim hissettim. Aynı şekilde benim de kendisine hesapsız, çıkarsız sevgim ve saygım vardır. Sizler aracılığıyla sıcak selamlarımı gönderiyorum.

Haberin tümünü okumak için tıklayınız