Cumartesi Anneleri/İnsanları kayıplarının akıbetini sormak ve faillerin yargılanması talebiyle sürdürdükleri eylemi 938'inci haftasında online gerçekleştirdi. Bu haftaki açıklamada, HÜDA PAR'ın Cumhur İttifakı ile görüşmelere başlamasına tepki gösterilerek, "Yapmayın, seçim hesaplarınız için 90’ların vahşet simgelerini yeniden dolaşıma sokarak yaralarımızı, travmalarımızı tetiklemeyin..." ifadelerini kullandı. 

'HİZBULLAH BİZİM İÇİN ZORLA KAYBETMELER DEMEK'

"Geçmişin karanlığı ile topluma gözdağı vermekten vazgeçin" denilen açıklamanın tamamı söyle:

"Geçtiğimiz günlerde topluma faili belli cinayetler ve zorla kaybetmelerle özdeşleşmiş JİTEM üzerinden verilen mesajdan sonra şimdi de adı 90’lı yıllardaki vahşet uygulamalarıyla anılan Hizbullah üzerinden mesaj veriliyor.

Zira adı Hizbullahla anılan HÜDA-PAR yetkilileri, geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP’nin daveti ile Cumhur İttifakı’nı desteklemek üzere görüşmelere başladıklarını açıkladı.

Kamuoyunun da bildiği gibi; Hizbullah’ın terör örgütü kapsamına alınması sonrasında aynı çevre 2003 yılında Mustazaflar Derneği’ni kurdu. Dernek, Diyarbakır 2. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından “Hizbullah terör örgütünün amacı doğrultusunda faaliyetlerde bulunduğu” gerekçesiyle kapatılınca Hür Dava Partisi yani HÜDA PAR adı altında partileşti.

Hizbullah’ın askeri kanat sorumlusu Cemal Tutar mahkemede yaptığı savunmasında, işledikleri cinayetleri Allah’ın yardımıyla yaptıklarını, faaliyetleri ile asker ve polisin sevgisini kazandıklarını söylemişti. Peki asker ve polisin sevgisini kazanmalarını sağlayan bu faaliyetler nelerdi?

Ahlaksız olarak damgaladıkları pantolon veya kısa etek giyinen kadınların yüzüne kezzap atmak. Kürt siyasetçileri, imamları, gazetecileri, emniyet mensuplarını herkesin gözü önünde sokak ortasında öldürmek. Politik ya da inançsal aidiyetleri nedeniyle köylüleri, kendilerine tabi olmayı reddeden İslamî yapıların önderlerini kaçırdıktan sonra en vahşi yöntemlerle öldürüp bedenlerini yok etmek. Domuz bağı gibi vahşette sınır tanımayan işkence yöntemlerini kullanmak.

Susurluk sonrası artık işlevini tamamlamış olduğu düşünülen Hizbullah’ın tasfiyesi gündeme geldi. 2000 yılında yapılan polis operasyonları ile işledikleri suçlar gözler önüne serildi. Tanık oldukları karşısında dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan "Ne filmlerde ne kitaplarda böyle bir vahşeti gördük, duyduk" dedi.

Kayıp yakınlarının Galatasaray’da, Diyarbakır Koşuyolu’nda, Batman Gülistan Caddesi’nde fotoğraflarını taşıdığı çok sayıda insan Hizbullah tarafından, güvenlik güçlerinin göz yumması, yol vermesi sonucunda zorla kaçırılarak kaybedildiler.

Bu yüzden Hizbullah bizim için zorla kaybetmeler demek. Yeraltı sorgu evleri, sorgu köyleri demek. Domuz bağı gibi vahşi yöntemlerle yapılan işkence demek. Kendisi gibi olmayana ölüm demek. Kısacası kan demek, vahşet demek.

938. haftamızda iktidara sesleniyoruz: Yapmayın, seçim hesaplarınız için 90’ların vahşet simgelerini yeniden dolaşıma sokarak yaralarımızı, travmalarımızı tetiklemeyin...

Tüm toplumsal yaralarımızın sarılması için, demokrasiye, insan haklarına, eşitliğe, özgürlüğe, huzur ve refaha ihtiyacımız var. Zerresine hasret kaldığımız adalete ihtiyacımız var. Hukukun üstünlüğüne dayanan bir ülkeye ihtiyacımız var. Özgür ve adil bir seçim sürecine ihtiyacımız var. Artık yeter! Geçmişin karanlığı ile topluma gözdağı vermekten vazgeçin."