Her şey 2012’de dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bir TV programında ”İmralı ile görüşmelerin devam ettiğini” açıklamasıyla ortaya çıktı. Erdoğan’ın “devam eden görüşmeler” dediği PKK’nin tutuklu lideri Abdullah Öcalan ile MİT Müsteşarı Hakan Fidan arasında Kürt sorununun çözümüyle ilgili İmralı’da yapılan buluşmalardı.

Erdoğan’ın “Biz, bu ışığı görebiliyorsak, o adımı atmaya devam ederiz, baktık ki artık ışık yok, orada keseriz”, Abdullah Öcalan’ın ise "bir gün bile kaybedecek zaman yok, barış hemen sağlanmalı” dediği çözüm sürecinin yerini bugün tekrar silahlar almış durumda.

Erdoğan ve Öcalan’ın demeçlerine bakılırsa ya ışık kayboldu ya da kaybedecek çok zaman bulunuyor. Ama aslında durum tam tersi. Çözüm için hala ışık var ve kaybedecek zamanımız da yok.

Hükümetin açıklamalarına bakılırsa “süreç” Suruç saldırısından sonra Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesiyle bitti. KCK’nin açıklmasına göre ise Kandil’in bombalamasından sonra çözüm anlamını yitirdi.

Hatırlayalım, Paris’te Kürt Enformasyon Bürosu’nda PKK'yi kuran isimler arasında yer alan Sakine Cansız ile Fidan Doğan ve Leyla Söylemez'in öldürülmesi, 29 Haziran’daki Lice olayları, Lice’de bayrak indirilmesi, Kobani eylemleri, Hükümetin Kobani konusundaki ikircikli tutumu, Yüksekova’da sivil görünümlü üç askerin ve Diyarbakır’da bir astsubayın öldürülmesi çözümü süreci için engel oluşturmamıştı.

Kaldı ki hem hükümet hem de KCK çözümü baltalamaya dönük provokasyonların varlığından habersiz değildi. Oslo görüşmelerinin ses kayıtları, İmralı tutanaklarının sızdırılmasıyla Türk kamuoyunun, Abdullah Öcalan’ın sorgu görüntüleriyle de Kürt kamuoyunun çözüm sürecine karşı inancı zayıflatılmaya çalışıldı. Hem hükümet hem KCK bu provakasyonlara karşı çözüm umudunu korudu.

Öyle ki Erdoğan “Siyaset umurumda değil. Öleceğimi de bilsem bu zehri içerim” derken Öcalan kendisinin özgürlüğüyle ilgili adımlara ”Kapıyı açsalar, buyrun çık deseler, çıkmam. Benim buraya konulma nedenim ne ise onun ortadan kalkmış olması lazım, benim çıkmam için” diyerek farklı taraflardan çözümle ilgili güçlü irade ortaya konuluyordu.

Bir tarafta hayatını diğer tarafta özgürlüğünü feda eden liderlerin bu açıklamaları dururken bugün tekrar şiddet sarmalına savrulmayı nasıl açıklayacağız?

Görünür neden HDP’nin barajı geçmesi ama hükümetin MHP’nin çözüm sürecinin bitmesi şartına evet dememesi bu gerekçeyi aşan daha büyük nedenlerin varlığına işaret ediyor.

O büyük neden Rojava ve Federal Kürdistan’da IŞİD’e karşı mücadelesiyle uluslararası kamuoyunda sempati toplayan PKK’nin varlığını zayıflatmak olabilir mi acaba? Erdoğan değil ama çevresindeki herkes barış görüşmeleri yaptığı PKK için söylediği “Ey dünya, IŞİD gibi bir terör örgütü çıkınca ayaklanıyorsun da PKK gibi bir terör örgütü çıkınca neden ayaklanmıyorsun” haykırışının anlamsızlığını görmüş olmalı.

Kanımca Hükümet Suriye’de tüm ısrarlarına rağmen PYD ve YPG’yi ABD ve Avrupa’nın muhatabı olmaktan çıkaramamasının faturasını PKK’yi savaşa çekerek çıkarmak amacında. Bu yolla hem YPG’yi zayıflatmak hem de PKK ve YPG arasındaki organik bağı kullanarak ABD ve AB’nin NATO ülkesine saldıran PKK’ye karşı tutumunda değişiklik yaratmak isteyebilir.

Hükümet “terörle mücadele konsepti” adı altında bir tarafta IŞİD’le yeni bir mücadele stratejisi oluştururken YPG ile kendisine saldıran PKK arasındaki ilişkiye de dayanarak YPG’nin Suriye’deki ilerleyişinin durdurulmasına ABD’yi ikna edebilir.

Nitekim Cerablus’a YPG eliyle müdahalenin geciktirilmesine PYD ”Suriye ordusuna dahil olabiliriz” açıklaması ile cevap verdi. Bu, ABD’nin onayıyla Türkiye ekseninde yeniden kurgulanacak Suriye denklemine PYD’nin cevabıydı aslında.

PKK’ye yakın grupların Türkiye-Suriye sınırı boyunca askeri-siyasi ve ekonomik kurumsallaşmasının risklerini hesaplayan Erdoğan’ın sınır kapılarını kapatması, insani yardımı bir süre engellenmesi, PYD karşıtı muhalif hareketlerin desteklemesi, Rojava’da ikili iktidar umudu, Suriye’de PYD bölgesindeki Arap aşiretlere bir takım vaatlerde bulunulması, Suriyeli muhalif grupların YPG ile çatışmaya teşvik edilmesinin sonuçsuzluğu karşısında barış sürecini feda etmesi çılgınlık olarak görülebilir mi acaba?

Görülmez bence. Sonuçta Erdoğan’ın Bülent Arınç’ı hep yalanlama ve Erdoğan demeçlerinin Arınç demeçlerine galabe çalma huyu var. 2014’te çözüm süreci hakkında, "Neye mal olursa olsun bu işi çözeceğiz" diyen Arınç’ın çözüm umudu Erdoğan’ın “Suriye'nin kuzeyinde, güneyimizde bir devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz. Bedeli ne olursa olsun buna engel olacağız” demecine yine kurban verilmiş olabilir.