Türk Tabipleri Birliği (TTB) Pandemi Çalışma Grubu'nun düzenlediği "18 Ayın Ardından Pandeminin Neresindeyiz" isimli basın toplantısında, "Delta varyantı koşullarında aşı takvimini tamamlamış nüfus oranının en az yüzde 85 olması gerektiği öngörülmektedir. Bakanlığın bilimsel gerekliliklere uygun yapmadığı filyasyon, artık tamamen unutulmuş durumdadır. Etkin olmayan salgın kontrolü nedeniyle önlenmeyen ölümler, yaşam hakkı ihlalidir, sosyal cinayettir" açıklaması yapıldı.

TTB Pandemi Çalışma Grubu üyeleri, 18’inci ayı geride kalan Covid-19 salgınına ilişkin TTB Genel Merkezi'nde bir basın toplantısı yaptı. Pandeminin Türkiye'deki 18 ayını değerlendiren raporun okunduğu ve soruların yanıtlandığı toplantıya, TTB Pandemi Çalışma Grubu'ndan Prof. Dr. Esin Davutoğlu Şenol, Prof. Dr. Vedat Bulut, Dr. Arif Müezzinoğlu ve Kubilay Yalçınkaya katıldı. Toplantı TTB'nin sosyal medya hesaplarından canlı yayınlanırken TTB Genel Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı da toplantıya online olarak katıldı.

Esin Davutoğlu Şenol'un okuduğu rapor, özetle şöyle:

'BİLİMSEL ARAŞTIRMA YASAKLARLA ENGELLENDİ'

Kamu otoritesinin, başından beri eldeki verilerin mümkün olduğunca kamuoyu ve bilimsel çevrelerle paylaşılmadan, salgında bir başarı öyküsüne hizmet eder kurgu ile yaşanmakta olanın görünmesi istenen yanıyla değerlendirilmesine olanak tanıyacak kısıtlı eksik veriler aktarılması tutumu çok açıktı. Veri ve bilgiler minimum uluslararası standartlarda epidemiyolojik raporlarla sunulmadığı gibi sağlıklı bir iletişim sağlanmadı. Sosyal medya üzerinden paylaşımlar, temel iletişim yöntemi olarak benimsendi. Konuya dair ilgili uzmanlık derneklerinin önümüzü görmeye çalışır araştırma gayretleri, çeşitli idari tasarruflar yoluyla baltalandı. Başta üniversiteler olmak üzere tüm bilim insanlarının bilimsel çalışmalarını kapsayan araştırma, yasaklarla engellendi. Kamu otoritesinin halk sağlığı perspektifi ile sağlıklı iletişim yöntemleri kullanarak üstlenmesi gereken rol, yetersiz, çekinik kalmıştır. Bunun politik bir tercih olarak benimsendiği, salgına dair öncelikler hiyerarşisinin yansıması olduğu ortadadır. Bu tutumuyla aşı için bilinçli olarak sessiz kalan iktidar ile aşı karşıtı iktidar arasında hiçbir fark yoktur.

'10 AYDIR ELİNDE AŞI BULUNDURAN BİR ÜLKE İÇİN DÜŞÜNDÜRÜCÜ'

27 Eylül-3 Ekim 2021 dilimi dikkate alındığında, son 7 gündeki vaka sayısı dünya genelinde Asya’da, Kuzey Amerika’da, Güney Amerika’da azalma eğilimi göstermekte iken Avrupa’da sınırlı sayıda ülke ile Türkiye’de ise artış eğilimi sürmektedir. Bütün pandemi kısıtlamalarının ortadan kaldırıldığı günden bugüne adeta kanıksanmış/kanıksattırılmış bir biçimde her gün 200 ile 300 arasında değişen sayılarda insanımızı kaybediyoruz. Bu sayılar, yaklaşık 10 aydır elinde aşı bulunan bir ülke için aşılama süreci bakımından da ilaç dışı halk sağlığı önlemlerinin nasıl uygulandığı bakımından da düşündürücüdür. Devlet, aşı kararsızlığını gidermek için şeffaf veriye ve bilgiye dayalı etkili bir iletişim kampanyası düzenlememiş, hatta aşı karşıtı propagandalara izin vermiştir. Sokağa çıkma yasağı gibi temel hak ve özgürlüklerini aşırı sınırlayan, toplumun sağlık ve esenliğine zarar vermiş yöntemleri uygulamaktan çekinmemiş olan devletin konu aşılamaya geldiğinde kuralları net bir şekilde koymuyor oluşu, ancak popülizm ile açıklanabilir.

'BİR NESLİN EĞİTİM HAKKI ELİNDEN ALINDI'

Sağlık Bakanı, artık tüm sorumluluğu yurttaşa yıktığı suçlama eğiliminden vazgeçip yükümlülüklerini yerine getirmelidir. Toplumsal hareketlilik değerlendirmesinde fabrikalarda, ulaşımda, yurtlarda maruz kaldığımız riskli ortamları ortadan kaldırmak, iktidarın sorumluluğudur. İktidar, işçi, işsiz, emekli, yoksul, esnaf için hiçbir sosyal-ekonomik çalışma ve hazırlık yapmadan, tedbirler almadan bilimsel altyapısı olmayan kapanma ve açılma süreçlerine girmiş ve topluma daha da fazla zarar vermiştir. Aynı iktidar, 1,5 yıl yüz yüze yapılmayan eğitim ile bir neslin eğitim hakkını elinden almış; bunun getirdiği sosyal, kültürel, psikolojik ve gelişimsel sorunlarla toplumu baş başa bırakmıştır. Okulları hiçbir bilimsel gerekliliği yerine getirmeden kapatanlar, şimdi de okulların açılmasında hiçbir tedbiri almamaktadır.

Pandeminin erken döneminde, o günün kısıtlı bilgileri ışığında ilaç tedarik edilmiş ve uygulamaya geçirilmiş olması anlaşılabilir. Ama kullanılmakta olan ilacın uluslararası literatürde etkisiz olduğu, kullanılmaması gerektiği belirgin hale geldikten sonra uzunca bir süre dağıtımının sürdürülmesi, herhangi bir açıklama olmaksızın da bir gün bir kararla nihayet tedavi şemasından çıkarılmış olması, sürecin en çarpıcı yaklaşımlarından biridir. Halihazırda hemen her test pozitif hastaya dağıtılan diğer bir ilacın gerek ülkemizdeki gerekse uluslararası literatürdeki çalışma sonuçlarıyla etkisizliği gösterilmiş olmasına rağmen halen dağıtılması ve kullanımının sürdürülmesi, aynı ölçüde açıklamaya muhtaçtır. Belirtilen ilaçların bu denli yaygın kullanıldığı bir ülke bulabilmek zordur.

ERTELENMİŞ SAĞLIK HİZMETLERİ FAZLADAN ÖLÜMLERE, KOMPLİKE HASTALIKLARA YOL AÇMIŞTIR

Sağlık İstatistikleri Yıllığı 2020 Haber Bülteni’ne göre de 2020 yılında hekime müracaatın yüzde 42,2’si birinci basamak sağlık hizmeti veren kurumlara yapılırken yüzde 57,8’i ikinci ve üçüncü basamak sağlık kurumlarına yapılmıştır. Kişi başı hekime müracaat sayısı 2019 yılında 9,8 iken yüzde 26,5 azalarak yüzde 7,2 olmuş, özel merkezlere olan başvuru sayısı 6 milyon azalırken (yüzde 7,5) devlet ve üniversitelere başvuru 163 milyon (yüzde 37,6) azalmıştır. Ertelenmiş sağlık hizmetleri fazladan ölümlere, geciken tanılara, komplike hale gelen hastalıklara yol açmıştır.

FİLYASYON, TAMAMEN UNUTULMUŞ DURUMDADIR

Gerek ilk doz gerekse ikinci doz ve tanımlanmış gruplarda takviye doz için günlük aşılanma oranlarındaki azalma kaygı vericidir. Aşılanma oranlarının bakanlığın tablolarda sunduğu gibi 18 yaş üzerini değil tüm nüfusu dikkate alır oranlarla sunulması, gerçekçi değerlendirme için şarttır. Tam aşılı olarak sayılan iki doz aşısını olmuş yurttaşların bir kısmının, süreler dikkate alındığında ‘tam aşılı’ tanımından çıkmış olduğunun hesaplara dahil edilmediği görülmektedir. Delta varyantı koşullarında aşı takvimini tamamlamış nüfus oranının en az yüzde 85 olması gerektiği öngörülmektedir. Kayıt dışı göçmenlerin de aşılamada yok sayıldığı ortadadır. Hem ülke içinde hem de uluslararası alanda hepimizin korunmadığı koşullarda hiçbirimiz güvende olamayız. Ancak aşı tek başına salgınla mücadelede değerlendirilemez, bakanlığın bilimsel gerekliliklere uygun yapmadığı filyasyon, artık tamamen unutulmuş durumdadır. Etkin olmayan salgın kontrolü nedeniyle önlenmeyen ölümler, daha önce de defalarca dile getirdiğimiz gibi yaşam hakkı ihlalidir, sosyal cinayettir. Tükenişin eşiğinde özveriyle çalışan sağlık çalışanlarının özlük haklarında değil iyileştirme, budamalar söz konusudur. Bu koşullarda Covid-19, başta sağlık çalışanları olmak üzere, bir dizi alan ve çalışma koşulları bakımından halen meslek hastalığı olarak tanımlanmamıştır."

Raporun okunmasının ardından basın mensuplarının soruları cevaplandı. Covid-19 geçirmiş veya Covid hastasına temaslı çocuklarda görüldüğü belirtilen MISC hastalığına ilişkin sorulan soruya, Esin Davutoğlu Şenol şu yanıtı verdi:

'COVID, BEYİNDE SAKLI KALAN BİR VİRÜS OLABİLİR'

Multisistem İnflamatuar Sendromu dediğimiz, yani Covid’in bir fırtına kopardığı durumdur. Nadir de görülse çok önemli bir sendrom. Bazı genetik zeminlerin olabileceği düşünülüyor. Aslında tanılandığı zaman müdahale edilebiliyor ama oldukça ciddi bir durum. Özellikle aşılanmanın düşük olduğu Amerika’daki eyaletlerde bu olguların artışına ilişkin bulgular ve ipuçları var. İyi müdahale edildiğinde ölümcül olmaktan çıkarılabilir bir hastalık. Covid, çok sistemi etkileyen bir hastalık. Covid, beyinde saklı kalan bir virüs olabilir. Spekülatif olarak şu noktada bunu söyleyebiliyoruz. Covid, kalp, böbrek gibi organları etkileyebilen bir virüs. Yani basit bir nezle virüsü olmanın çok ötesinde. Çok sistem üzerinde etkisi olan, bazen de fırtına kopararak immun sistemle ilişkili paralizi yaratan bir durum.