Covid-19 salgınının dünyayı kasıp kavurmaya başladığından bu yana insanlık, lanet hastalığı tehlikeli olmaktan çıkaracak aşının bulunmasını büyük bir heyecan ve umutla beklemeye başladı. Son günlerde birkaç ülkede birden aşının bulunduğunu, bilimsel manada denemelerin tamamlandığı ve başta Amerika olmak üzere birçok ülkede aşı siparişlerinin verildiği haberlerini okuduk.

Buraya kadar her şey normal gibi görünüyor ama o da ne?! Başta dünyanın en zenginlerinden biri, Bill Gates olmak üzere bazı kişi veya kuruluşların zenginliklerine zenginlik katmak, daha da ötesi, 65 yaş üstü ve kronik hastalığı olanların salgınla hayatlarına hızlı bir şeklide son verilmesi sağlanarak dünyadaki fazla nüfus sorununa çözüm için söz konusu salgının laboratuvarlarda özel olarak üretildiği gibi komplo teorileri en az salgın kadar gündemimizi işgal etti.

Hastalık kadar büyük sorun olan komplo teorisi ile mücadele etmek bilim insanlarına, bilimsel çalışmalara olan güveni azaltıyor kuşkusuz. Gerçekten de komplo teorilerine inananlar ve inanmayanlar arasında bir ''cehalet'' farkı var ama bu görüş de pek tutarlı gözükmüyor. Zira eğitimden bağımsız olarak insanların komplolara dair önemli yatkınlığı olduğu yadsınamaz bir hakikat. Bunun en önemli nedenlerinden biri; bir siyasi, kültürel veya tıbbi olay, her yönüyle anlaşılmak için fazla karmaşık olduğunda komplo alternatifi hep daha konforlu, daha kolay gelir insana. Komplo teorileri belki sınırlı sayıda insandan alıcı buluyor ama bu karşıt görüşlerin bedelini çok daha fazla insan ödüyor. Aşının faydalarından bağımsız olarak komplonun kitleler üzerindeki etkisi büyük endişeler ve paranoyalar yaratıyor. Devamında da ister istemez halk sağlığına tehdit oluşturan bir algı operasyonu meydana geliyor.

Komplolara kolayca inanmanın altında bizim sosyo-ekonomik ve hatta psikolojik toplumsal yapımızın çok önemli payı olduğu muhakkak. İçe dönük, mahremiyetin her şeyin üstünde görüldüğü, kırılgan ve bilimsel manadan azade şüpheci psikolojik özelliğimiz bizi hakikatın kendisini öğrenmekten alıkoyuyor. Bu durum çok ürkütücü. Çünkü söz konusu komploların karşısındaki insan sağlığı.

Konunun uzmanlarına kulak verdiğimizde, ''aşı olmanın faydaları, neredeyse her durumda, potansiyel yan etkilerinden çok daha yüksektir.'' (Dr. Çağrı Mert Bakırcı, Birgün 13.12.2020 sayfa 14) Konuyu en doğru ve anlaşılır şekilde anlattığına inandığım Dr. Çağrı Mert Bakırcı bakın ne diyor:

'' ... Zaten unutmayın, koronavirüsleri 60'lı yıllardan beri biliyoruz, SARS-benzeri virüsler üzerine 17 yıldır araştırmalar yürütüyoruz. Yani Covid-19 mücadelesini 2020 yılına sıkıştırmak, onlarca yıla yayılan akademik literatüre ve bilimsel birikime hakaret olur. Dolayısıyla bu aşıların tarihini 1 yıl olarak göremeyiz, en az 17 yıldan söz etmemiz gerekiyor. Ve bu kapsamda üretilen veriler son derece umut verici. Faz 3 deney sonuçlarını bildiğimiz ve her geçen gün yenileri akademik dergilerde yayınlanan veriler, bu aşıların son derece etkili olduğunu gösteriyor. Gerek bağışıklık tepkisi üretmek için, gerekse de hastalığa yakalanma riskini düşürüp, yakalanma halinde daha hafif atlatma ihtimalini artırma şeklinde. Bu, bir aşıdan tam da beklediğimiz etkidir. Yani burada aceleye gelmiş, dolayısıyla güvenilmeyecek bir durum yok gibi gözüküyor.''

Dr. Çağrı Mert Bakırcı aynı yazıda aşıların tek başına yeterli olup olmayacağı, yan etkileri hakkında ve bu konuda nasıl bir politika izlenmesi gerektiğini hepimizin anlayacağı sadelikte açıklıyor. Yazımıza uzmanımızın bu konudaki değerli görüşlerini (özet olarak da olsa) aktarmakla yetinelim:

''Aşılar tek başına yeterli olur mu? Hayır; ama evete çok yakın bir hayır. Aşılar, bir salgına karşı sahip olduğumuz en güçlü araçlar. Dolayısıyla o salgın başından beri söz ettiğimiz R sayısını düşürme, sürü bağışıklığına erişme gibi süreçleri muazzam hızlandıracak ve salgına büyük bir darbe vuracak, o net. Ancak sürü bağışıklığından söz edebilmemiz için gereken yüzde 70'lik popülasyon veya salgının durması için gereken yüzde 90'lık popülasyon aşılanana kadar bu salgında halen aynı noktadayız demektir. Bu nedenle bu süre zarfı boyunca hatta sonrasında da bir süre işi garantiye almak adına, maske ve izolasyon önlemleri devam etmelidir...''

''Hiç mi yan etkisi yok? Elbette var. Her ilacın var. Su bile bir dozda sizi zehirler. Arsenik de belli dozun altında size zarar vermez. Her kimyasal madde, biyolojik ve kimyasal süreçleri etkileme potansiyeline sahiptir. Zaten bilimin yapmaya çalıştığı bu dozu ve etkiyi belirlemek. Bu yan etkilerin çoğunluğu çok hafif şeyler (ki onlar bile herkeste gözükmüyor). Kolda kızarıklık, hafif ateş, halsizlik, yorgunluk, vb. Ama düşünün; 2-3 gün kendinizi halsiz ve yorgun hissetseniz bile ne olacak ki? Burada risk/ fayda analizini doğru yapmamız gerekiyor. Covid-19 potansiyel olarak ölümcül olan, bir dolu yan etkisi ve uzun dönem sendrom riski bulunan, hastalığı atlatanların bile sorunlar yaşamayı sürdürdüğü bir hastalık. Bunun yanında aşıların, geçici ve göreli olarak son derece hafif olan yan etkilerinden söz etmek anlamsız. Gözünüze sokulmaya çalışılan daha büyük riskler ise aşırı nadir olan ve kolay kolay yaşanması beklenmeyen yan etkiler. Bunlar da tespit edildiği anda raporlanıyor, güvenlik ve inceleme önlemlerinden geçiriliyor... Covid-19'un enfeksiyon ölüm oranı binde 7 iken, birkaç milyonda bir ihtimalle olacak olan yan etkilerden endişelenmek, belki tamamen anlamsız değil ama tutarsızdır...''

''Şu ana kadarki gelişmeler ışığında, özel bir sağlık durumunuz yoksa Faz 3 sonuçları ilan edilmiş olan aşılardan birisini sıradan ve ortalama bir vatandaş olarak olmamak için bir neden yok gibi gözüküyor. Şu veya bu aşıdan söz etmek istemiyorum. Çünkü benim bunu yazmamla yayınlanması arasında geçen sürede bile yeni veriler gelebilir. Sadece işin özünü, işin bilimini anlayın ve kararınızı buna göre verin...''

''Bu salgını temel özgürlüklerimizden olmaksızın sonlandırmak ve rahatsız edici maskelerden kurtulmak istiyorsak, sağlam bir aşılama programı uygulamamız şarttır. Bu programın etkili ve gönüllü bir şekilde olması, bilinçli ve bilimden anlayan bir halk ile mümkündür. İçinde bilinçli, eğitimli, kültürlü bir ''kamu'' olmayan ''kamu sağlığı'' hayal edilemez.''