ABD’nin New Jersey eyaletinin ekonomisi Türkiye, California’nın ekonomisi ise kendi başına bir İngiltere büyüklüğünde. ABD dünya nüfusunun %4,5’ini, Türkiye ise %1'ini temsil ediyor. Global firmalardan booking, paypal, uber ve wikipedia Türkiye’de halen faaliyet gösteremiyor. “Yeni Osmanlı” meraklıları 500 sene öncenin hayalleri ile avunacaklarına, biraz yaşadıkları dünyanın gerçeklerine uyansalar keşke... Harikalar yaratan dış politika stratejilerimiz sonucunda, Fırat Nehrinin batısında Rusya ile doğusunda ABD ile karşı karşıya gelmeyi başardık... Her sistemde, adı ne olursa olsun, iktidarda bulunan bir parti vardır, yalnızca demokrasilerde farklı görüşler de siyasi hayatta temsil edilir. Muhalefetin güçlü olduğu sistemin adıdır demokrasi. Keşke ülkemizde ‘ihanet’ ve ‘sadakat’ yerine, ‘demokrasi’, ‘insan hakları’, ‘hukukun üstünlüğü’, ‘hesap verilebilirlik’, ‘şeffaflık’, ‘denge ve denetleme mekanizmaları’ sözcüklerini daha fazla işitebilseydik...

Zamanında uyarmıştım” diyerek bir ‘bilge siyasetçi’ rolüne bürünmeye çalışan Gül, kuvvetler ayrılığını bitiren ve rejimin inşasına hizmet eden adımları nasıl şevkle onayladığını unutturmak istiyor. Suriye batağına Türkiye’yi çeken ve yeni bir orta düzey emperyalist bir güç olma adına Esad karşısındaki cihatçı grupları himaye eden Davutoğlu da Gül gibi ellerinin temiz olduğu iddia ediyor. Bununla beraber, aralarında “strateji” farkı olduğu yadsınamaz. Derinden ve temkinli adım atma yanlısı olan Gül ve Babacan’dan farklı olarak Davutoğlu, Saray’a ve ortağı MHP’ye erken bayrak açtı. Belli ki siyasi hırsları eski Başbakan’a şişirme bir özgüven veriyor. Hâlbuki kendisinin görev dönemlerinde 1990’lı yılların tüm felaketlerinin nasıl 4 aya sığdırıldığına tanıklık etmiştik. Suruç’tan 10 Ekim’e yüzlerce insanın hayatına mal olan bu karanlık senaryo Davutoğlu’nun başbakanlığında yaşandı ve kendisinin çıtı çıkmadı. Üstelik Davutoğlu, 10 Ekim saldırısı sonrasında “kamuoyunun nabzını tutuyoruz, oylarımızda bir yükseliş trendi var” cümlesini kuran Başbakan olarak bir utanç vesikasının altına imza attı. Dışişleri Bakanıyken FETÖ liderini Pensilvanya'da ziyaret etti. Yine Dışişleri Bakanlığı görevindeyken, Mavi Marmara feribotu basılarak insanlarımız öldürüldü ve Musul konsolosluğumuz basılarak konsolosumuz kaçırıldı. “Komşularla sıfır sorun” prensibi “sıfır komşu” neticesine dönüştü. Kendisi sadece 21 ay başbakanlık yaptı. Başbakanlığı döneminde asker ve polis olmak üzere 466 şehit verdik. Kanlı eylemlerin failleri hakkında ise akla zarar “Hepsinin tek tek isim listesi elimizde ama eylem yapmadan tutuklayamayız” açıklamasında bulundu. Davutoğlu görevden alındığında, ‘Foreign Policy’ dergisi aynen şu yorumu yaptı: “ABD, Ankara'daki adamını kaybetti. Davutoğlu, Washington'ın kapalı kapılar arkasındaki en güvenilir müttefikiydi.”

Recep Tayyip Erdoğan’ın Abdullah Gül’ün önünü kesmek üzere Başbakanlık ve Ak Parti Genel Başkanlığını devrettiği, halen partisinin üyeliği devam eden bir kişi olan Ahmet Davutoğlu, Sakarya’da “Terörle mücadele konusunda defterler açılırsa, birçok kişi insan yüzüne çıkamaz” diye bir tepki gösterdi. Erdoğan da buna 24 Ağustos’ta Sakarya’da cevap verdi: “Kimse kendi ikbali, kendi hırsı için memleketi ateşe atamaz”. Erdoğan, Davutoğlu’nu halefi olarak seçmesine iki gerekçe ilan etmişti: birisi devlet içindeki yasa dışı Fethullahçı örgütlenmeyle mücadele azmi, diğeri de Çözüm Süreci, yani PKK ile İmralı’daki Abdullah Öcalan, MİT ve HDP kanalıyla diyalogu tamama erdirerek terörizm sorununu ülke gündeminden çıkarmaktı. Davutoğlu herhangi bir kişi değildi, aksine zaten sürecin tam içindeydi. 2011’den beri devam eden Suriye iç savaşına Türkiye’nin çekilmesinde Davutoğlu’nun 2009’dan itibaren sürdürdüğü Dışişleri Bakanlığının payı vardı; daha başından itibaren de Erdoğan’ın Dışişleri Baş Danışmanı olarak görev almıştı. Davutoğlu “defterlerden” söz ettikten sonra susarsa, bu durumda inandırıcılığını kaybeder. Eğer konuşursa, bu sefer de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı karşısına alır. Davutoğlu, Ali Babacan gibi istifasını verip partiden yolunu ayırmış bir siyasetçi değildir; halen bu partinin üyesidir...

Cumhurbaşkanı Erdoğan daha 31 Mart seçimlerinden önce halkın Ak Parti adaylarını değil de yeniden HDP’li adayları belediye başkanı seçmesi halinde, yeniden görevden alabileceklerini şu sözlerle ifade etmişti: “Kayyum atanan yerleri geri alacağız diyorlar. Benim vatandaşım bunları geri almana fırsat veriyorsa, devletin imkânlarını Kandil’e gönderecek olursanız yine kayyumlarımızı atarız.” ‘Vatandaş’ ise Erdoğan’ın uyarısına rağmen 31 Mart’ta Diyarbakır’da Mızraklı’yı %63, Mardin’de Türk’ü %56, Van’da ise Özgökçe Ertan’ı %54 oyla işbaşına getirdi. 19 Ağustos sabahı, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş-Başkanı Adnan Selçuk Mızraklı, Mardin Büyükşehir Belediyesi Eş-Başkanı Ahmet Türk ve Van Büyükşehir Belediyesi Eş-Başkanı Bedia Özgökçe Ertan’ı görevden aldı. Kars Belediye Başkanı ise ifadeye çağrıldı. Peki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “İstanbul'a sahip çıkacağız. Bu aziz şehrin bölücü örgüt destekçilerine peşkeş çekilmesine engel olacağız” açıklaması ne anlama geliyor ve İstanbul’u bölücü örgüt destekçilerine peşkeş çeken ve engel olunacak olan kimdir?

Mardin’de “Fırat Silver” fırtınası esiyor. Anılan şirket Bakan Süleyman Soylu’nun kendi mağazalarından tesbih seçerken çekilen fotoğraflarını sosyal medyasında paylaşınca kızılca kıyamet koptu. Zira fotoğrafta görülen tespihin değeri 8 bin TL, ancak bakanlığımıza 40 bin TL fatura ediliyor ve aradaki meblağ bazıları tarafından paylaşılıyor. Bir başka örneğe göre ise, Mardin’de en büyük yemek salonu 700 kişilik olduğu halde, Süleyman Soylu ve heyetine 4.240 kişilik bir yemek bedeli fatura ediliyor. Elbette bu yemeği yiyen değil fakat bu yolsuzluğa müsaade eden ve göz yuman kimse(ler) sorumludur.

Van’da da itibardan tasarruf edilmemiş. Önceki kayyum Murat Zoroğlu döneminde, 40 milyon bütçesi olan belediyenin, 1,2 milyar borçlanmasına aldırış edilmeden, 700 bin TL’ye takım elbise alınmış. Eski bir bakanın kitabı, 20 bin adet olarak bastırılmış. Belediyelere ilişkin başka somut gerçekler de var. Van Belediyesi’nin borcu 1,2 milyar TL. 400 binden fazlası Van Su ve Kanalizasyon İdaresi’ne (VASKİ) ait. Ertan, Belediye ve VASKİ’nin gelir gider dengesini, borç ödenemez hale gelecek kadar bozduklarını belirtiyor: “İcra takiplerine karşı elimiz kolumuz bağlanmıştı. Her on günde bir elektrik kesintisi ile tehdit ediyorlar, birkaç saat kesip gözdağı veriyorlardı. Bu tehditler kayyum sürecinde hiç olmamış.” Üstelik Kayyum ve eşi için çatal takımları alınmış. Onlar için özel mescit ve tuvalet yaptırılmış. Mekânın tadilatı yapılmıştı ama yeniden dizayn ettirilmiş. Bu tasarım danışmanlığı için 500 bin TL ücreti ödenmiş. Aynı gün 2, 5 ve 6 milyonluk ihalelere çıkılmış. 90 bin TL üzerindeki ihaleler açık olmak zorunda. Oysa doğrudan temin yoluyla, sadece davet ettiklerine vererek suç işlemişler. Talan sürecinde ve döngüsünde Kayseri, Elazığ ve Trabzon’daki firmalardan şaşmamışlar. İş verilenler arasında kayyum eşinin akrabası olduğu da söyleniyor.” Bütün bunların dışında, personel içindeki müdürlerden biri, altındaki çalışana belediyenin kitaplarının giriş sayfalarındaki Türk bayrağı resmini yırtma görevi vermiş. Bu kadarına da ‘pes’ demek lazım...