Tarih okumalarında Paris Komünü’ne dair çok şeyler okuduk. Paris Komünü dünya direniş tarihinde önemli bir yer tutar, Komün 1871 baharı boyunca iki ay kadar kalmış halkın yerel yönetimidir. İçinde şekillendiği koşullar, tartışmalar ile yürüyen kararları ve de acılı biten sonu ile önemli politik eylemlerdendir. Paris Komünü’nün aldığı önemli kararlardan üç tanesi; düzenli ordunun kaldırılması, din işlerine ayrılan bütçenin kaldırılması, fabrikaların işçilere devredilmesidir. Bu kararları ile bile bütün dünya halkları ve de emekçileri için son derece önemli bir sürecin adı olmuştur. Dünyaya soldan/ sosyalizmden/ komünal yaşamdan doğru bakanlar için bu kararlardan da görüleceği gibi Paris Komünü yarınlar için gerçek kılınmak istenen bir yaşam modeliydi.

Bu kez bizler böylesi tarihsel bir sürecin içinde geçtik. Bir gün sonrasının nasıl olacağı, nereye akacağının öngörülemediği bir süreçti yaşadığımız. 27 Mayıs’ta başlayan bu süreç çeşitli şekillerde şimdi devam ediyor. Bu süreci yaşayanlar, tanığı olanlar, uzaktan izleyenler için çok şeyler söylemeye devam ediyor. Devletin bütün şiddeti ile Gezi Parkı işgali ile süreç çeşitli şekillerdeki eylemler ile devam ediyor. Bu anlamıyla yaşananların yeninden yeniden tartışılması ve çeşitli şekillerde okunması devam ederken süreç de her gün yeni bir gelişme ile kendisini sürdürmekte.

Çeşitli alan/ saha “uzman”ları sürecin derin analizlerine koyulsalar da çok açık şeyler kitlesel bir şekilde yaşandı ve bu defa geniş kitleler yaşadıklarını anlamak için işin uzmanlarına bakmayacaklar. Her birey/ grup ve de yapı durduğu yerde çeşitli şekillerde anlayacak/ anlamlandıracak yaşadıklarını. Her şeyden önce daha önceden bir şekilde öğrenilmiş çok şeyi yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini artık herkes çok iyi biliyor. Eylemin/ kuramın birlikte, iç içe edinildiği/ öğrenildiği bir sürecin içinden geçiyoruz. Birileri işin eyleminde, diğerleri de kuramında olamayacak. Eylemini gerçekleştiren kuramını da gerçekleştiriyor. Bu yönüyle de özne nesne ikiliğini aşan bir gerçekliği de açığa çıkardı.

Geçmişten beri toplumsal muhalefet için genel kabul; öncelikle öncü bir güç ortaya çıkar, bu öncü güç daha sonra kendisini bir şekilde örgütsel bir yapıya kavuşturur, daha sonra da önüne hedefler koyar. Bu hedeflerden bir tanesi iktidara karşı halkı örgütlemektir. Halkı örgütlemenin temel araçlarından bir tanesi eylemselliklerdir. Artık yaşadığımız süreçten dolayı bu durum değişim göstermeye başladı. Geniş halk kesimleri devlet/ iktidar merkezli gelişen baskı, şiddet ve zulme karşı sokaklarda olmayı kendisi için varlık gerekçesi olarak belledi. Sokaklara inmek için örgütlü, öncü bir güce ihtiyaç duymuyor artık.

Sisteme alternatif bir örgüt ya da yapı olmadan da kitleler sokaktalar. Sokağa çıkmak için bir yerden bir işaret beklemediler. Bu durumlarını da devam ettiriyorlar. Yaşanan bir yerde merkezi iktidara karşı yeni iktidar adacıkları oluşturmaktan ziyade sorumlulukları tümden ve kitlesel olarak paylaşmaktır. Bu kitlenin artık iktidara karşı bir yükümlülüğü kalmamıştır. Özellikle de İstanbul’dan doğru hükümet/ AKP ve yerel yönetim aşılmış durumdadır bu kitleler için. Artık itaatsiz çokluk için farklılıkları ile bir arada durma hali temel öncelik arz eden durumlardan bir tanesidir. Bunun en somut örneklerinden bir tanesi, Lice’de devletin kolluk kuvvetlerinin karakol yapımını protesto eden halka saldırması ve bu saldırı sonucu Kürdistanlı 18 yaşında genç bir insanın ölmesi üzerine İstanbul’un elit/Kemalist semtlerinde bile ellerinde Türk bayrakları olanlar dahil binlerce insanın saatlerce “Diren Lice, Gezi Seninle!” sloganları ile sokakları inletmesidir. Gezi Komünü sürecinde çeşitli defalar BDP’nin çadırı çeşitli Ulusalcı güçler tarafından küçük saldırılara hedef oldu.

Ancak Lice’ye karşı gösterilen bu duyarlılık ile “batı”dan doğru bakan geniş kitlelerin de eskisi gibi bakmadıklarını görüyoruz. Bu geniş kesimler iktidara karşı itaatsizlik hakkı için karakollara karşı mücadele eden Kürdistan halkı ile yan yana olduğunu gösterdi. Buradan bir kez daha geniş kitlelerin/ çokluğun kurulmasının zeminin sürekli ve meşru meşru itaatsizlikten geçtiğini görüyoruz. Bu çokluğun yaratılmasını Pazar günü gay onur yürüyüşünde de gördük. Belki hayatlarında daha önce böyle bir yürüyüşün parçası olmamış/ bu yıl içinde hiçbir şekilde olmayacak on binler İstiklal’e sığmadı. Yürüyüşe katılan çokluğun bir ucu tünelde iken, diğer ucu daha Taksim meydanından çıkmamıştı.

Yaşanan bu çokluk tıpkı bu yılki Newroz bayramında Diyarbakır’da alanlara inen insanlarının sayılmasını nasıl ki imkânsızlaştırdı, Pazar günü İstiklal’e akan kitleyi de saymanın imkânı kalmadı. Gezi süreci ile başlayan toplumsal isyan/ uyanış hem Lice’nin, hem LGBT bireylerinin yanında olduğunu, daha doğrusu hepimizin birlikte olması gerektiğini tok bir sesle haykırmıştır. Artık bundan sonrası bu enerjinin yerelden/ doğrudan demokratik bir yaşamın inşası için kullanılmasıdır. Bu defa toplumsal meselelerin çözümü için kendi özgünlüğü içinde oluşacak birlikteliklere ihtiyaç var. Kimse kimse için bir şeylere çağrılmayacak, kimseler için kimseler bir şeyler yapmaya soyunmayacak, her kes kendisi için ve de yanındaki için eylemde/ sokakta olacak.